Mahzen – Bir Vazgeçiş (Çev. Mustafa Tüzel) “Ansızın duyumsadım ki varoluşum yeniden yararlı bir varoluştu.” Bu eskiden değil, tam şu zamanlarda daha çok hissettiğim bir duygu durumu. Sanki yaşamamın bir yararı yok gibi. Bakın değeri ya da öneminden bahsetmiyorum. Düpedüz kimseye yarar sağlamadığından… Hastanedeki hastabakıcıları düşünüyorum, hemşireleri, hatta o uyuz doktorları… Hepsinde, hepsi de, bu…
Category: Köşe Yazısı
Geçmiş Zaman Olur Ki #6 (yahut şimdiki zamanda bir “A Complete Unknown” öngörüsünün yansımaları)
Aslında kronolojik bir sırayla gidiyordum bu seride ama başlıkta da bahsi geçen, canım ciğerim biricik Dylan’ımı anlatan A Complete Unknown düzenimi bozdu. Olsun. Geri döneriz. Tıpkı bu yazılara döndüğümüz gibi. O zamanlar çocukmuşuz derim ben, biraz utanırım, utançla yaşamaya alışkınım, geçer gider. Ama böylesi filmler çekmek, üstelik I’m Not There’in yapıldığı yerde, ne bileyim korkutucu…
Hikâyelerine Bayıldığım Çiçekler ve Sembol ve Mitleri
Ya da en güzel 10 çiçek hikâyesi. Ya da sembolü. Bugün hem dayımın ölüm yıl dönümü hem de annemin doğum günü. Bu acılar, bu acılar bizi bitiren. Bir de şarkı var: Akasyalardan bahsediyor, ama oraya başka bir yazıda değineceğim. Söz verdiğim yazı beş ay sonra sizlerle efem. O yüzden beş değil 10 çiçek yazdım. 1-…
Editör Ceketim #4 – Charlie Brown Serisi & Can (Mundi) Yayınları
İngilizcelerine sahip olduğum kitapların, bir de Türkçeleştirilmiş baskılarını okumayı pek tercih etmiyorum. İstisnalar olmuyor değil tabii. Kendimce büyük bi’ Peanuts hayranı/koleksiyoneri olduğumdan, Mundi’nin yayımladığı, kapakları hapharika (yeni bir pekiştirme sıfatı) 6 kitaplık o seriyi; o renkleri, o puntoları, o büyüklüğü, o baskı kalitesini görünce paraya kıyıp, satın almıştım. Bir yerlerde, kafamın başka hiçbir şeyi almadığı…
Bugün de babam ölmedi.
Oysa her gün ölüyor. Bilinmeyen bi’ numara aradığında. Çoktandır görüşülmeyen biri ya da. Herhangi bir cevapsız aramada. İki veya daha fazlaysa… O kişi annemse hele. Hatta telefonla arıyorsa bile. Telefon uzaktaysa. Telefon elimdeyse. Bir korku… Telefonum herhangi BİRİ tarafından çaldırılıyorsa. Hep bir korku. Babamdan uzaktaysam. Yetişemeyeceksem. Bir yardımım olmayacaksa, tüm öteki ölenlerde olduğu gibi… Sürekli…
Keşke Ben Yazsaydım #4 – Lars and the Real Girl (2007)
Kıskançlık. Eskiden izlediğim ve sevdiğimi düşündüğüm filmleri izlerken hissettiğim. Bazen zamanı, bazen gençliği. Bazen kendimden bile kendimi. Ve bazen de, Lars and the Real Girl gibi filmlerin özelinde, yazarı. Nancy Oliver’ı. Hakkında hiçbir şey bilmeden izlendiğinde harikaydı film. Olacaklar bilinerek izlendiğinde, daha harika. Elbette benim kıskançlığım zararsız türden. “Eğer şöyle bir şey yazmış olsaydım, hayata…
Geçmiş Zaman Olur Ki #5 (İlk Öykümsüm)
Canım sonbahar geldi, blogun tozlu sayfalarını wifi öncesi sayfalarını karıştırma vakti. Şaka maka 2010’da wifi mı vardı yoksa ADSL mi çok anımsayamıyorum. 2010’a dair hat’rımda olanlar televizyonsuz bir evde çok çok çok kitap okuduğum, ondan biraz az çalıştığım ve bolca yazdığım. Saçlarımın çok uzun oluşu, Mehmet Günsür sakallarım… Bazı bazı hâlen açık olan bloglara bakıyor,…
Aybüke Yalçın: İyi, Kötü ve Daha Kötü
Kasım ayı birçok şey: Atatürk, öğretmenler, doğum günüm, sevdiğim bir film ve Aybüke. Aybüke benim kişisel meselemdir. (Kişisel gerekli mi emin değilim.) 2018’de kendisinden biraz biraz bahsetmiştim. Ama nasıl ki iyi öykülerin sihri bahsettiklerinden çok aslında bahsetmediklerinde ise, Aybüke de benim için öyleydi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü anlayacağınız üzere bugün kendisinden bahsetmeye karar verdim. Aybüke’yi…
Mide fıtığı ve öksürüğün faydaları
Elbette mide fıtığı iyi bir şey değil, canım okur, hemen celallenme. Gerçi kimse ne olduğunu çok da bilmiyor. Psikolojikmiş. Miden biraz büzülüyormuş içe doğru, şöyle. Öteki insanlarda da süreç aynı şekilde mi işliyor hiç bilmiyorum. Mide fıtığı olan (ya da olduğunu bilen) kimseyle henüz rastlaşmadım. Kendi açımdan konuşmam gerekirse mide koruyucular pek işe yaramıyor. Acı…
Syndicate’taki tarihi karakterler ve haklarında biraz eğlenceli bilgiler: Dickens, Darwin ve (neredeyse) hepsi
Arkadaşlarımın zoruyla, hayli gönülsüz başladığım Doctor Who’nun henüz üçüncü bölümünde Charles Dickens’ı bir karakter olarak karşımda görünce havalara uçmuş, üç saniye içinde diziye bağlanmıştım. (2017’ye dek böyle sürdü bu.) “Geçmiş ve geleceğe gidip gelmekle kalmıyor, bir de zamanın ünlü isimleri ile mi rastlaşıyorlar, ohaaa” falan diye çıldırdığımı anımsıyorum. Dickens yalnızca benim değil, benim yüzümden arkadaşlarımın…