Bundan 4-5 ay öncesi olmalı. Müjdat Gezen’in kanalında vakit geçiriyorum. Türkan Şoray, Perran Kutman, İlber Ortaylı derken algoritma pek sevdiğimiz Çağan Irmak’ı da öneriyor bana. Bitirdiğimde, keşke arkadaş olsaydık diye geçiriyorum içimden. Bazısıyla böyle oluyor. Çoğu ile tanışmasak daha iyi diye düşünürken, kimileriyle de tatlı tatlı geçinirdik gibime geliyor. Yayından sonra, birçok insana göre Türk televizyon tarihinin en iyi dizilerinden Çemberimde Gül Oya’yı doğru dürüst izliyorum. Yazısı bugüne kalıyor.
Elbette bir televizyon dizisi hakkında 20 sene sonra bile bir şeyler kaleme alınıyorsa bu yapım bir şeyleri başarmış demektir. Çağan Irmak bu hikâyeyi zannediyorum 30’lu yaşlarının hemen başında yazmış olmalı. Senaryo ekibi de olduğu için, aslında yalnızca şahsına değil, tüm ekip için olacak eleştiriler. Yine yüzde yüz emin olmamakla birlikte dizi zamanında tutunca zannediyorum senaryosu uzamaya, televizyon süresi doldurulmaya zorlanmış. En anlam veremediğim, bu kadar çok karakterin olduğu dizide hemen hepsinin bölümler ilerledikçe izlenirliğini/zenginliğini kaybetmiş, gelişimini/aklını yitirmiş olması oldu.
Bu yazıda dizinin yalnızca karakterlerine odaklanacağım. Zaten, o karakterlerin konuşmaları, tavırlarıyla biz o dönemi yaşıyoruz Çemberimde Gül Oya’da, ki bence yazma edimi adına bu çok doğru bir yöntem. (Karakterler çabuk ve üzerinde düşünülmeden üretilmiş gibi dursa da.) Ama zaman zaman da dönemin siyasi meseleleri ön plana çıkıyor ve karakterler unutuluyor. Burada kararsız bir kararlılık sergilendiğini düşünüyorum. Hatta düşünmüyorum, öyle.
20 sene sonra kaleme alınan diziler için “spoiler” kelimesi kullanılabilir mi emin değilim ama, bundan sonra anlatacaklarım karakterler hakkında spoiler veriyor.
Evvela söylemliyim ki, metnin fazlasıyla romantik ve genç kalemlerin elinden çıktığı çok belli. Dizi insanı hayli yoruyor. Olaylar sürekli ve üst üste geliyor. Aynı yerde kalan konak sakinlerinin hepsinin başına neredeyse aynı anda bir şeyler geliyor. Biri hamile iken öteki intihar ediyor, berikinin sevdiği öldürülüyor, bir başkasınınki kaçırılıyor ve aynı zamanda başka dükkan açma peşine düşülüyor gibi gibi. Bu kadar “çok” şeyin aynı anda yaşanması müthiş bir drama bombalığına, fevkalade bir yüzeyselliğe sebebiyet veriyor. Bunlardan yalnızca birine odaklanılması çok daha sağlam zemine oturmasını sağlayabilirdi dizinin. Oysa başlangıcı çok ötesini vaat ediyordu.
***
Dediğim gibi o “dönem” için yazmıyorum ya da “gençlik” deyip geçmiyorum, yalnızca daha nasıl iyi olabilirdi onu tartışıyorum. En iyi yazılmış karakterden en sıradana dek gitmek gerekirse şöyle sıralanabilir:
1- Gazi Dede: Dizinin kesinlikle en komik ve en harika karakteri. Atatürk’e duyduğu bağlılık ve absürtlük seviyesi muazzam.
2- Suna: Konağın neşesi, herkesin hayatında en azından bir yerlerde bir kez olsun rastladığı, kiminin anneannesi kiminin babaannesine benzeyen, çizgisini koruyan (ve koruması da beklenen) anaç karakter.
3- Genç Ercan: Yine belli bir doğrultuda ilerleyen, sevgi dolu minik çocuk.
4- İbrahim (Zeliha’nın babası): Senaryo ekibinin iyiden iyiye zıvanadan çıktığı son bölümlere doğru -hiç kendisinden beklenmeyecek şekilde- eli silah tutmaya başladığında sapıtsa da, biz sevmesek bile, en olağan tepkileri veren, Suna gibi pek değişmeyen ve değişmemesi de beklenen, riyakar ve kendini düşünen Urfalı baba karakter.
5- Dinçer (Yurdanur’un babası): Suna ve İbrahim gibi tam da yapması gerekeni yapan, tam da olması gibi her suçlamadan yırtan, katıksız orospu çocuğu rolünü layığıyla yerine getiren bir adam. Beşinci sıraya düşmesi dizi süresine kıyasla kendisine ötekilerden daha az yer verilmesinden. Yoksa biri çıkar ve en iyi yazılmış karakter der, ona da bir şey diyemem.
5- Genç Yurdanur: Bana göre dizide gelişim gösteren, tek gerçek kahraman. Biraz peri gibi, ütopya gibi bir kız. Zengin kızı, orta direk gelini, sevecen eş, iyi bir öğretmen, kebapçı, esnaf, kin tutmayan-gelişen, zorluklara göğüs geren, kavgacı olmayan harika biri. Kendisi ile ilgili anlaşılmayan ve asla da anlaşılamayacak iki şey var: Zaman geçtikçe bu gelişen karakterin her gün yüzüne baktığı İbrahim’in köylü mantalitesini bir türlü anlayamaması ve kocasının öğretmen olmasını engelleyen, hapse attıran, dükkanlarını batıran, borç batağına sokan, kayınpederinin ölümüne sebebiyet veren, annesini aldatan, kendisini her fırsatta ayırmaya çalışan babasına -olabilecek en saçma şekilde- ancak annesini bunadığında onu yalnız bıraktığı için cephe alması. Bir de -pek masum sayılmaz ya- cahil deyip geçebileceğimiz İbrahim’i suçluyor babası yerine. Gerçek bir akıl tutulması. Bu kadarını yalnızca ve yalnızca iyilikle, dizi işte yaaaa ile, kızların babalarına olan sevgisiyle açıklayamayız. Açıklama eğer buysa da kabul etmemeliyiz. Ya da kabul edebileceğimiz ancak özenilmediği olabilir.
6- Sema (Yurdanur’un annesi): Dinçer’in aksine dalgalanmalar yaşayan, önceleri epey katı bir rolde iken birden değişen, sonra yine olur olmadık işler peşinde koşan, bir türlü hesap soramayan, canına tak etmeyen, tam edecek gibi olduğunda geri dönen, en nihayetinde de bunayıp kurtulan ve ancak o zaman bir şeye benzeyen karakter.
7- Mehmet: Bundan sonrası için seçim yapmak benim için epey zor. Hangisi kötünün daha iyisi karar veremiyorum. Ama hadi Mehmet ile devam edelim. Mehmet kardeşim bir türlü akıllanmayan, dizinin solcusu. Solcusu da diyemiyorum aslında, Dinçer’i haklı çıkartırcasına her türlü mallığa imzasını atan biri de diyebiliriz. Zerre kafasını kullanamayan, 35 senelik dükkanı ilk günden çırağa bırakan, ana-babasına durduk yere küstüğü hâlde bir türlü uslanmayan, kendisini hapse attırmayı beceren, karısı hamileyken sağcılar tarafından kaçırılmasına göz yuman, hesapta iyi niyetli ama arkadaşlarına/davasına konu geldi mi inadına inadına ve ısrarla (yemin ederim dizinin son bölümüne dek sürdü) süzme salaklığını ortaya koyan biri. Sadece kendini değil aynı konakta yaşayan kimseyi de düşünmeyen, dümdüz, genç Yurdanur’u zerre hak etmeyen, yine de aşkına sadık olduğu ve muhtaç çocuklara yardım ettiği için sıralamada daha de geriye düşmeyen bir abimiz.
8- Sultan (Zeliha’nın annesi): 35 bölüm boyunca olduğu yerde sayan (pardon okumayı öğrenmişti, pek sağ olsun yüce ekip) ve bana kalırsa Şerif Sezer oyunculuğuna da yazık edilen, İbrahim ne kadar beklenen işlere girişmişse o kadar beklenmedik işlere girişen ama bir şekilde de arada kalan, terelelli ve trajedi bombası karakter. İşine gelince susan (Zarife’yi Ümit’e vermemesi gibi), işine gelince İbrahim’e bağıran (kebapçı dükkanı gibi), işine gelince feminist kesilip işine gelince cahiliz, biz bilmeyiz diyen şark kurnazı tipleme. Hesapta Urfa’daki aşkının sevgisini görünce İbrahim’in gerçek kişiliğinin farkına varabilmiş, Zarife’yi, sevgisini şuncacık umursamayan, ancak kendi hastaneye düşüp İbrahim’i yanında bulamayınca intikam peşinde koşan, bencil, sorumsuz ve kötü bir anne. Sultan, tekrar ediyorum, Şerif Sezer oyunculuğu sayesinde “iyi” duran ama asla iyi olmayan biri.
9- Hasan (Yurdanur’un kızı Feriha’nın sevgilisi): Dizide hikâyesi en en en ama en gereksiz yere uzatılan karakter. İyi biri gibi başlayıp kötüye dönüşen, sonra son derece alakasız bir şekilde hikâyeye yeniden dahil olan ve hiçbir şeye hizmet etmeyen ahmakça kaleme alınmış bi’ tip/tipleme.
10- Feriha (Yurdanur ile Mehmet’in kızı): Dizi boyunca tek yaptığı annesi ile çekişmek olan, sıfır yeteneği ile bir yerlere gelmeye çalışan, şımarık, zerre seçim yapmayı bilmeyen, özgür kız desen onu bile olmayı beceremeyen, tam manasıyla ne idüğü belirsiz bir tip. Hasan’ı geçişi son bölüme dek kendisine katlanmamızdan ötürü. Kendisinin sahneleri hiçbir şey ifade etmiyor izleyiciye. Zaman kaybı. Melisa Sözen’i bize kazandırdığı için ancak sevebiliriz. Yine de birinci olacak kişi ve bizim süzme Mehmet’ten bu kadarı çıktığına da şükür.
11- Canan: Dizinin ilk bölümlerinde hayli gelecek vaat eden bir karakter gibi dursa da, sonlara doğru tek katkısı aralarda çıkıp şarkı söylemesi olan, hatalarından ders almayan, her önüne gelene âşık olan ya da âşıkmış ayağı çeken ya da öyle olduğunu sanan, “aşkı” uğruna dünyanın en kötü yazılmış başka bir karakterinin evinde hücrelere dek düşen, kendisini soyup giden eski sevgilisinden aylar sonra geri döndüğünde hamile kalabilen, sonra salağın birine takılıp yüzünü yaktıran, konağı ilk terk eden, zerre ilerleme kaydedemeyen ve karakter olmak uğruna bir çaba göstermeyen kişi. Maalesef.
12- Zarife: Aşkı sevdası dedi, ona buna sustu, ona buna konuştu. Çemberine oya işledi, hiçbir şekilde senaryoya hizmet edemeden, safi zaman doldurarak bitti gitti. En sonunda da Urfa’ya yerleşmiş, köylüsü ile evlenmiş. Hiçbir karar alamayan insanın en sonunda mezarlarda uyuması, herkesi terk etmesi gerçekten hangi hayal gücünün eseri çok merak ediyorum. Hadi Yurdanur bir şekilde kendisini aramadı, anladık, yahu Zarife sen neden 20 küsür senedir o kadar değer verdiğin insan(lar)ı hiç aramadın, bir kimseye bile gözükmedin hiç mi hiç anlamıyorum. Hem de mutlu falan olduğunu iddia ediyorsun adını değiştirdiğinden beri Urfa’da. Garip.
13- Yaşlı Ercan: En aceleye getirilmiş karakter diyebiliriz. Ne ara Almanya’dan geldin de, ne ara kalmaya karar verdin, ne ara Feriha’ya âşık oldun, utanmadan her şeyi oldu bittiye getirdin hiç anlamadım Ercan. Son ama son derece zorlama bir tip. Ama en kötüsü değil yine de. Sonradan eklenmiş der geçebiliriz.
14- Yaşlı Yurdanur: Ve evet bu yarışın galibi ne yazık ki gençliğindeki kişiden eser kalmamış, hatta o zaman ne ise tam tersine dönüşmüş yaşlı Yurdanur. Kendisine defalarca tahammül ediyoruz. Durduk yere kızını suçluyor, suçlaması bitince yargılıyor (bu dönüştüğü kişi yüzünden Feriha kendisinden daha “iyi” yazılmış diyebiliyoruz zaten) 20 küsür sene sonra “en iyi arkadaşım” dediği Zarife’nin peşine düşmeyi akıl ediyor, Hasan manyağına zorla kızına kakalayıp sonra pasif agresif tavırlar takınıyor. Eski arkadaşlarını yine bir Türk dizisi klasiği olacak şekilde “romanını yazdığı” için aramayı akıl ediyor ve daha bir sürü şey. Gençliğine şahit olduğumuz Yurdanur’un bu alakasız kişiye dönüşmesi elbette bizi üzüyor.
***
Daha ne diyeyim bilmem ki. Çağan Irmak’ın sonrasında yaptığı işlere bakınca bu dizi senaryosunun biraz zorlama olduğunu düşünüyorum. İşin sinema kısmını bilmiyorum ama karakterlerin gelişimi konusunda sınıfta kalıyor Çemberimde Gül Oya. Gene ağlatıyor, güldürüyor, zaman geçirtiyor, burada sorun yok. Ama “en iyisi” kesinlikle değil, en iyilerinden biri bile değil bana kalırsa. O zamanlar kendisine bu ne alaka abi şimdi burada ya gibisinden lakırdılar edebilecek birileri olsaymış neler neler olurmuş ise -dizideki romanın sonu gibi- bize ve hayal dünyamıza kalıyor.
Ben de birkaç yıl önce izlemiştim diziyi, Güzeldi gerçekten, Seni de etkilemiş demek ki üzerine yazı yazdın:) Çok güzel olmuş karakterler üzerinden yaptığın yorumlar, bir kere daha izleyesim geldi diziyi eline sağlık:)
Neyse ki seven birinden linç yemedik hahahhah, çok teşekkür ederim =)