Cahit Külebi’yi çok seviyorum. Onun hakkında bir şeyler karalayacak olmaktan da epey memnunum. Epeydir böyle bir liste blog’da dursun istiyordum, arada açıp okuyayım, ne bileyim belki beni okuyanlar da arada açıp okusun… Nihayet bitirebildim. Kendisinin ismini bilenlerin Yaşar Kurt’un şarkısı sayesinde (ya da yüzünden) olması aslında biraz yürek burkucu cinsten. İşin aslı, Cahit Külebi’ye alışmak diye bir şey var. Zannediyorum öteki şairlerimizin arasında yerinin çok çok çok sonra gelmesi, isminin hatra düşmemesi bu yüzden. Hiçbir yere hiçbir kimseye yahut kimseninkine benzemiyor yazdıkları. İnanılmaz bir doğa-kültür sentezi yakalamış zamanında, yer yer fazla bön ve durağan gelebiliyor. Kendisine ısınmak, bu dizelerin aslında öyle olmadığını, müzikli olduğunu anlayabilmek, şiirin melodisini duyabilmek için. Yer yer de inanılmaz mısralarla karşımıza çıkıyor, en sıradanını bile insanın çekebilecek açıklıkta paylaşıyor kendini, hislerini. Listeyi hazırlarken kendisinin yayımladığı bütün şiirleri inceledim, yine fazlasıyla öznel oldu diyebilirim. Zaten bütün bu listeler özneldir ya, her neyse. Çok fazla bilinen şiirlerinden demin de sözünü ettiğim kavun taşınan kamyonun olduğu İstanbul’u, yine dillerden düşmeyen Sevda Peşinde’yi, yine aynı sebeple Hikâye’yi, şurada konuk ettiğim Küçük Hanımın Gezmesi’ni ve Batı’yı almadım. (Ki ikisini de çok severim ve çok da bilinmezler.) Ama dedim ya, tamamen yeni olsun istedim. Başlayalım.
*
10- GEL SENİNLE RESİM YAPALIM
Gel seninle resim yapalım
Bir yüz çizelim ince,
Küçük nezleli bir burun
Ve gözler zeytin iriliğinde.
Sonra bir gelincik, ince bir boyun,
Soyulmuş bademden daha ak bir ten,
Öyle bir yüz ki seher vakti
Mutluluk estirsin güneş doğarken
Ve saçları çizelim, bulutlar,
Türküler, masallar gibi,
Hepsinin üstüne sonra
Kocaman bir insan yüreği.
Öyle bir yürek ki sevgiyle
Arkadaşlıkla, mutlulukla dolsun,
İsterse ondan sonra
Bütün şairler ölsün.
*
9- RÜZGÂR
Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.
Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir.
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.
Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.
Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır
Güneş altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.
Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler…
Toz toprak gözlerine gitmiştir.
Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür.
Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.
Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.
*
8- KENDİMCE
Yorgunsam yorgunluğum benim
Size ne benim yorgunluğumdan?
Üç beş yıl yaşadım şu dünyada
Bir gün koyup giderim.
Hastaysam hastalığım benim
Size ne benim hastalığımdan?
Başım ağrıyor zindan gibi
Çok sigara içerim.
Mahzunsam mahzunluğum benim
Size ne benim mahzunluğumdan?
Geceler boyu denizlerim var
Kapkara akan çeşmelerim.
Aşıksam aşıklığım benim
Size ne benim sevdalarımdan?
Uzaktan kırları, denizleri
Kadınları severim.
İyiysem iyiliğim benim
Size ne benim iyiliğimden
Bilmeyin hikâyemi, işte
Öyle yaşar giderim.
*
7- BİR KÜÇÜK PEMBE BULUT
Başımın üstünde dönen bulut
Sevda mısın sen, bulut musun?
Tavus kanadından, öyle pembe,
Ne ki gerginliksiz, tozam tozam
Öyle ele geçmez, kayıcı, uzaksıl.
Öyle yağmur, öyle aşk, öyle umut…
Bütün güzellikler ve yaşam
Elden kaçırılmış bir fırsat oldu.
Öyle kadın, öyle doğa, öyle esinti,
Öyle utku, öyle okşayış, öyle söz,
Başımın üstünde dönen bulut
Belki dağ bulutusun sen, belki ova, belki deniz,
Belki de eski aşklardan kopmuş kalmış
Ve unutulmuş.
Belki de bir ezgi kızların türkülerinden,
Öyle gözyaşı, öyle düş, öyle sevinç…
*
6- TEMMUZ
Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak
Saat üçe doğru bir temmuz gününde,
Yani beni düşüneceksin, ya da bir başkasını
Gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
İncecik parmakların saçlarının içinde.
O zaman kim bilir ben nerde olurum?
Vücudum çıra gibi tutuştu tutuşacak.
Bir kahveye de gidip oturamam
Dost yüzünden, ağaç gölgesinden, senden uzak.
Aklına eserse çık gel evinden
Güneşin sıcaklığını, rüzgarın kokusunu
Anasının memesi gibi emsin derin,
Bacakların görünsün basma eteklerinden.
Boş, dünyanın güzelliği de boş
Arkadaşlar da, hayal kurmak da boş, düşünceler de
Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak,
Gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
Saat üçe doğru bir temmuz gününde.
*
5- BİR DAMLA DENİZ
Bir damla deniz, işte görüp göreceğin
Ey yoksunluklardan yola çıkan kişi!
Altmış yıl yaşadın, altı günlük ne kaldı?
Ne kaldı anılardan, acılardan başka?
Ve umutlardan? Bir çıkmaz sokakta
Belki de iki gün sonrası.
Yağmur çizgilerinde izlerken geçmişi şimdi.
İşte mutluluklar, bir damla deniz.
İşte sancılar, kıvranmalar yüce dağlar gibi.
İşte doğa, dişilik kokan doğa, çayır kokan…
Bulut kokan, kuş kokan, rüzgâr kokan…
Gökte ayrı dünyalardı, şimdi.
İşte kadınlar, bir bardak şarap gibi sıcak.
Ne gül, ne zambak, ne karanfildi onlar,
İnce kamışlar gibi gergin, tüy gibi yumuşak,
Sel sularında yansırdılar.
O kadınlar da akıp gittiler şimdi.
Yaşam dediğin çaba mıydı, özveri miydi?
Yoksa yüce dağlardan gelen göçük sesleri miydi?
O uzak dağlar ki, denizdeymiş gibi kütükler kayar,
Şimşekler fışkırır katır nallarından.
O mavi güneşleri bile göremezsin
Sen yaşamı çoktan yitirdin şimdi.
*
4- İKİNCİ KİŞİ
Bazı karşıma çıkıyorsun,
Tanıyacak gibiyim seni.
-Gel biraz konuşalım, diyorum.
Cevap vermiyorsun.
-Ellerin titrer miydi eskiden?
Dumanlı mı görüyordu gözlerin?
Padişahlar gibi hayal mi kurardın?
De bana, diyorum, susuyorsun.
-Kitap okumayı severdin,
Kırlarda dolaşmayı, bahçeler
Bilmediğin kadınlar gibi miydi?
Söyle, diyorum, duruyorsun.
-Atlarla, insanlardan daha çok
Yoldaş mıydın çocukluğunda?
Neyledin hepsinin yokluğunda?
Diyorum, ağız dil vermiyorsun.
-Nasıldı ilk gurbete çıkışın?
Kıyısına ilk vardığın deniz?
Koynuna ilk girdiğin kadın?
Ağzına ilk sürdüğün kadeh?
Nasıldı delice çalıştığın,
Delice eğlendiğin geceler?
Bir tutam yonca gibi tertemiz,
O kıza aşık olduğun günler
Nasıldı, diyorum, gülüyorsun..
-Yorgunum şimdi, yorgunum çok!
Bir de sen cevap vermiyorsun.
Kolundan tutmak istiyorum, fayda yok;
Bırakıp beni gidiyorsun.
*
3- ELDESİZ ÇAĞRI
Sen yağmur sonraları toprağın tüttüğü o yerdesin,
Acıyeşilin güneşle oynaştığı o yerde.
Dokunduğu kıyıları ırmaklar bırakır gelir.
Sen gelmezsin! Senin yüce dağların var, kar suları iplik iplik
çağlar gelir.
Kokusu çiğdemleri bırakır rüzgârın ardına düşer.
Sabahlar gecelerin bittiği yerden kopar gelir.
Sen gelmezsin!
Eldesizliğin karanlığında bin kez yokluk vardır,
Duvarsızlık ötesi şaşkınlık, ölüm ötesi gülünç.
Yine de dümen suyunda yelkenlilerin inanç uçar gelir.
Sen gelmezsin!
Gel seninle pazar sabahlarının aklığında
ırmak boylarına gidelim.
Karışalım toprağın tütenliğine yağmur sonrası.
Mutluluğun sessizlikle seviştiği o yerde.
Sen gelmezsin!
Ellerimiz bir büyüklükte değil, birleşemez.
Gözlerimizin rengi ayrı, kara gözlerinde
çakışır yıldızlar.
Meryem Anadan inmesin, günahla gölgelenir.
Sen gelmezsin!
Niçin yaşadığımız belli değil, bu yaşantı başka.
Yaprakların inceliği ıslak da ondandır.
Tırtılların beyazlığına inat, yeşilin karası.
Kâğıdın yırtılmasındaki keskinlik yaşantıya inat.
Sen gelmezsin!
Bir gün ister istemez koyup gideceğim.
Ötesinde bırakmaların, toprağın tütenliğinde.
Mutluluk sessizlikle birleşecek böceklerden.
Bulutların ordusallığında kavuşmalar akıp gidecek.
Sen gelmezsin!
*
2- BİR MUTSUZLUK TÜRKÜSÜ
Sana ırmaklardan bir rüzgâr saç gönderdim,
Bir çift göz gönderdim badem çağlasından,
Bir çift dudak gönderdim, sıcak bir ten
Ayvayla sedef karışmasından.
Sana gençliğimi gönderdim, en etkeni renklerin
Ve çıplaklığı ki, giysilerin en hası.
Küçük yürekler gönderdim sana, gelincikler
Her biri yağmurlarda birer sevgi damlası.
Sana mutsuzluğu, acıyı gönderdim, ozansın,
Sevişmek denli bunlar da gerek.
Eksik olursa sızı, sap yiyip saman çıkarır
Ateşle dağlanmamış yürek.
Sana gecelerden, kara içkiler gönderdim.
Külebi, yakınma ustası, iyilik bilmez ozan!
Doğanın çirkefi bile aranır, anlayacaksın
Şu dünyadan göçtüğün zaman.
*
1- S.
I.
Bütün arkadaşlar Batıya gitti
Ben buralarda kaldım S.
Ama çok şey öğreniyor insan
Öz yurdunda kalırsa.
Sabahları işe giderken
Ceketimin yakasını kaldırıyorum.
Gözlerim yaşarsa da
Biliyorum, daha gencim, bu soğuklar üşütmez beni.
Buz gibi havayı çekiyorum ciğerlerime
Beyaz bir duman yükseliyor geri verirken.
Ama ne soğuk, sokaklar ne soğuk.
Otobüs bir türlü gelmiyor.
İki yanıma bakarak geçip gidiyorum,
Çocuklar koşarak uzaklaşıyor,
Kızlar daha güzel oluyor üşürken.
Dört duvar ortasında akşama kadar
Çalışmak benim işim.
Caddeleri, ağaçları,
Kırları unutuyorum;
Şöyle ayda yılda bir
Eğer kente inersem
Alacakaranlıkta,
İncecikten yağmur yağarken,
Hafif hafif başım dönüyor
Bir hoş oluyorum.
Sonra yine ev yine sen,
Solgun bir lamba altında oturup çalışmak.
Ara sıra gözlerimiz birbirini bulursa
Birden ısınıyor içim,
Birden ışıyor kitabın yaprakları,
Yaşadığımı hatırlıyorum
Bakıp gülerken.
Daha çok soğuk günler göreceğiz S.
Karanlık gecelerimizi yıldızlar bile ışıtamayacak.
Öyle halsiz düşeceğiz ki geceleri,
Özlem duyarak aynı yatakta
Birbirimizden habersiz uyuyacağız,
Sabahları biz çıktıktan sonra
Odamıza güneş girecek
Daha çok soğuk günler göreceğiz S.
Ömrümüz böyle geçecek.
II.
Bu sabah evden çıkarken
İçimde bir garip hüzün vardı,
Söküp atamadım ya S.
Geçmiş günler aklıma geldi.
Beni dünyaya bağlayan
Şu zayıf kollarındır,
Düşünmen, gülmen, konuşman,
Çocuksu hallerindir.
Sadakati seyrettim gözlerinde
Yıllarca sabrı tahammülü.
Bulut oldun yağmur yağdırdın
Karanlık günlerimde.
On iki sene dile kolay
Başka türküler çağırdığım çok olmuştur,
Bazı bazı yanan şu yürek
Allak bullak olmuştur.
On iki sene dile kolay
Bak, ikimizin de ağardı saçlarımız,
Aldırma oynaşıyor ya sokakta
İki erkek kedi gibi çocuklarımız.
Başka türküler çağırdığım çok olmuştur
Bir tanesi var ki o da sensin.
Bırak yine çağırayım S.
Nasıl olsa güzelsin.
Çok güzel bir derleme olmuş, kaleminize sağlık
Ben teşekkür ederim, çok sağ olun🥳