“Halkın bir tek gün birkaç evi yağmalaması, tüm ulusun on beş asır boyunca üç kral sülalesi tarafından soyulmasının yanında nedir ki? Milyarlarca insanın mültezimler, vampirler, halkın parasını çarçur edenler tarafından soyulmasının yanında birkaç kişinin servetini kaybetmesi nedir ki?” -Jean-Paul Marat *Bu aralar yatıp kalkıp Charles Dickens okuyorum. Charles aşağı, Dickens yukarı. Aşırı sevmekle çok uyuz…
Tam ben de böyle hissediyorum #3 – Thomas Bernhard ve otobiyografik beşlemesi: Soluk (Bir Karar)
Soluk – Bir Karar (Çev. Ebru Omay) “İnsanlar ölümü, yoksulluğu ve bilisizliği (cahilliği) aşmakta aciz kaldıklarından, bunları düşünmemekte uzlaşmaya varmışlardır.” Sevgili Ebru Omay’ın bilisiz çevirisini çok beğendim. (Parantez içini ben ekledim.) Ölüm ve yoksulluğu aşma sanırım her kültürde aynı anlama çıkabilir. Daha sağlıklıyız diyemesem de artık daha yaşlı ölüyoruz (kimileri buna ölemiyoruz bile diyor) ve…
Tam ben de böyle hissediyorum #2 – Thomas Bernhard ve otobiyografik beşlemesi: Mahzen (Bir Vazgeçiş)
Mahzen – Bir Vazgeçiş (Çev. Mustafa Tüzel) “Ansızın duyumsadım ki varoluşum yeniden yararlı bir varoluştu.” Bu eskiden değil, tam şu zamanlarda daha çok hissettiğim bir duygu durumu. Sanki yaşamamın bir yararı yok gibi. Bakın değeri ya da öneminden bahsetmiyorum. Düpedüz kimseye yarar sağlamadığından… Hastanedeki hastabakıcıları düşünüyorum, hemşireleri, hatta o uyuz doktorları… Hepsinde, hepsi de, bu…
Tam ben de böyle hissediyorum #1 – Thomas Bernhard ve otobiyografik beşlemesi: Neden (Bir Değini)
İstiklal’in tam da eski İstiklal gibi olmadığı ama yazarımızın anca yetişebildiği o dönemde, polislerin etrafını sarıp sarmalamadığı bir YKY varmış. İnsanlar önce Can’a sonra buraya gider, Galatasaray ya da Çiçek Pasajı’nın önünde sevgili ya da arkadaşlarını bekler, aldıkları kitapları gösterir, hediyelerini verirlermiş. Sonra çay-kaffelerini içer, onu-bunu yer, birbirlerini önemser, -utanmıyorlarsa- gözlerinin içine bakarlarmış. Genelde renkli…
Geçmiş Zaman Olur Ki #6 (yahut şimdiki zamanda bir “A Complete Unknown” öngörüsünün yansımaları)
Aslında kronolojik bir sırayla gidiyordum bu seride ama başlıkta da bahsi geçen, canım ciğerim biricik Dylan’ımı anlatan A Complete Unknown düzenimi bozdu. Olsun. Geri döneriz. Tıpkı bu yazılara döndüğümüz gibi. O zamanlar çocukmuşuz derim ben, biraz utanırım, utançla yaşamaya alışkınım, geçer gider. Ama böylesi filmler çekmek, üstelik I’m Not There’in yapıldığı yerde, ne bileyim korkutucu…
Hikâyelerine Bayıldığım Çiçekler ve Sembol ve Mitleri
Ya da en güzel 10 çiçek hikâyesi. Ya da sembolü. Bugün hem dayımın ölüm yıl dönümü hem de annemin doğum günü. Bu acılar, bu acılar bizi bitiren. Bir de şarkı var: Akasyalardan bahsediyor, ama oraya başka bir yazıda değineceğim. Söz verdiğim yazı beş ay sonra sizlerle efem. O yüzden beş değil 10 çiçek yazdım. 1-…
Editör Ceketim #4 – Charlie Brown Serisi & Can (Mundi) Yayınları
İngilizcelerine sahip olduğum kitapların, bir de Türkçeleştirilmiş baskılarını okumayı pek tercih etmiyorum. İstisnalar olmuyor değil tabii. Kendimce büyük bi’ Peanuts hayranı/koleksiyoneri olduğumdan, Mundi’nin yayımladığı, kapakları hapharika (yeni bir pekiştirme sıfatı) 6 kitaplık o seriyi; o renkleri, o puntoları, o büyüklüğü, o baskı kalitesini görünce paraya kıyıp, satın almıştım. Bir yerlerde, kafamın başka hiçbir şeyi almadığı…
Bugün de babam ölmedi.
Oysa her gün ölüyor. Bilinmeyen bi’ numara aradığında. Çoktandır görüşülmeyen biri ya da. Herhangi bir cevapsız aramada. İki veya daha fazlaysa… O kişi annemse hele. Hatta telefonla arıyorsa bile. Telefon uzaktaysa. Telefon elimdeyse. Bir korku… Telefonum herhangi BİRİ tarafından çaldırılıyorsa. Hep bir korku. Babamdan uzaktaysam. Yetişemeyeceksem. Bir yardımım olmayacaksa, tüm öteki ölenlerde olduğu gibi… Sürekli…
Keşke Ben Yazsaydım #4 – Lars and the Real Girl (2007)
Kıskançlık. Eskiden izlediğim ve sevdiğimi düşündüğüm filmleri izlerken hissettiğim. Bazen zamanı, bazen gençliği. Bazen kendimden bile kendimi. Ve bazen de, Lars and the Real Girl gibi filmlerin özelinde, yazarı. Nancy Oliver’ı. Hakkında hiçbir şey bilmeden izlendiğinde harikaydı film. Olacaklar bilinerek izlendiğinde, daha harika. Elbette benim kıskançlığım zararsız türden. “Eğer şöyle bir şey yazmış olsaydım, hayata…
İki Satır, İki Satırdır: Bir Edip Cansever Savunması
Denir ki şairler âşık olduğu kişiyi değil, âşık olma ediminin kendisini sever. (Nasıl kelime oyunları ama, yani biraz düşününce.) Sevdiğini yüceltir, mektuplarını kafasında yarattığı o kişiye yazar. Ahmet-Mehmet, Ayşe-Fatma, Maya-Mira, Ada-Su aslında önemsizdir. Buna çok fazla katılsam da, yaşanan hayal kırıklıklarından sonra şairin iyiden iyiye içe, içine, en derine, özüne dönmesinin, küskünleşmesinin, yalnızca ve yalnızca sanatına…









