“Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek’e ne buyurulur? Saygıdeğmez kendileri, heykelde cinsellik görüp ‘böyle sanatın içine tükürüyorlarmış’. O tükürük, kendi yüzlerine dönmez mi? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, Tayyip Erdoğan, bale sanatı için ‘belden aşağı’ deyimini kullanmıştı. Görebildiği tek şey belden aşağı’ydı, baleden aşağıydı da ondan. Bu başkanlar kendi meşreplerince ‘Müslüman’dır ve inançlarını ne derekeye düşürdüklerinden [derekeye düşmek: küçültmek -buster] haberleri yok. Hiç yok.”
Hulki Aktunç, 2000(?)
Önce alıntıyı mı açıklamalı, bu serinin birincisinin 2018 yılında yazıldığını mı, yoksa Hulki Aktunç’un neden benim için dirim ortağı olduğunu mu emin değilim. O hâlde emin olduklarımdan başlayayım.
*Yukarıdaki alıntının dünyanın en nahif kitaplarından birinde (Erotologya?) geçmesine bayıldım.
*O kadar unutmuşuz/özlemişiz ki bilindik insanların kendi yazar kimlikleriyle hükümet kanadından asıl isimleri eleştirebildiği ve bunun için hapse falan atılmadığı dönemleri, vay anam o günler neymiş böyle ya diyerek okudum. Çok güldüm.
*Bende bu kitabın Sel baskısı var. 2000’de kitaplaşmış ama belki de daha önce kaleme alınmıştır. Ama hadi 2000 diyelim. Bu da demek oluyor ki biz 25 senedir “bu zihniyet” ile yönetiliyoruz. Tükürük henüz geri dönmüş değil, ya da Ankara özelinde kısmen dönmüş denilebilir.
*Her zaman demişimdir, Atam sağ olsun, gene iyi yıkılmadan/parçalanmadan bu zamana kadar durabildiğimiz.
Bilemediklerim:
*Hulki Aktunç’un telifini elinde bulunduran YKY, acaba yeni baskılarında hâlâ bu eleştiriyi tıpkı basıldığı şekliyle tutuyor mu yoksa çoktan sansürlendi mi…….
***
Seriye kendimce 2018’de başlarken şöyle demişim: “Olur da devam eder diye numaralandırdım. Aslında ‘numaralandırma’nın kendisini sevdiğim için, yoksa özel bir nedenle değil.” Ama benim için, hayatımda Hulki Bey’in özel bir yeri var.
YKY ile ilk seslendirmeleri yaptıktan sonra, yeni(den) basılan kitaplarının tanıtımı için Hulki Aktunç eserleri okumam istenmişti. Büyük Argo Sözlüğü haricinde de kendisinden o zamana dek pek bir şey okumamıştım. (Bu gibi lakırdıları benim için söyleyebilmek, dile getirebilmek ne kadar zor bir bilseniz şu anda benle gurur duyardınız canım okur, eskiden çok utanırdım herhangi bir şeyi bilememekten.)
Biraz göz gezdirdikten sonra teklifi kabul ettiğime pişman olmuştum, dedim eyvah, bu adam seslendirilemez. Denemeleri en azından yani: O paragraf içinde paragraflar, nota bene’ler, günlükler, parantez içleri, açıklamalar, ses değişmeleri, bilgiler… Epey bir aktörlük… Hadi ben kendimce yapsam gene olmaz, dinleyicinin o geçişi anlaması lazım. Baştan allah baştan… Yok, okuyamıyorum. Okumayı unutmuşum. İnadına da zor (seslendirme açısından) metinler seçmişiz sanki, kısa ama zor… Derken derken okumaya başlıyorum, Hulki Aktunç’u ama. Bana birini çağrıştırıyor, çözemiyorum. Ama her alışverişimde kendisini yokluyorum.
***
Dickens’larım için ikinci el (Aktunç bunun motamot çeviri olduğunu, “elden düşme” kullanmamızın daha mantıklı ve Türkçe olacağını söylüyor) sitelerini ziyaret ediyorum. Kargo ücretsiz olsun diye sevdiğim yazarları tek tek aratıyorum. Hulki Bey hep listede. Oluyor illa. Çok pahalı da değil eserleri, komik ve bilgilendirici de… Bu defa kısmet Erotologya’ya… Açıyorum iki roman arası. (Düzenli kitap okuyabilme tarifim: “Bir kurmaca, bir deneme, bir çizgili roman veya biraz şiir, bir kurmaca.”)
Gülüyorum, bilgileniyorum, garip garip sesler çıkarıyorum, ama bu üslup (yahut biçem, artık hangisini diyorsanız, günümüzde hangisi doğruysa) birini andırıyor bana. Sanki çok yakınlarımdan, sürekli okuduğum birini. Dickens ve sihirbazlık yorumuna ilişiyor gözüm… Ulan bu bizim drifter be diyorum, canım, esas dirim ortağım… O iç içelikler, bir şeyi anlatırken başka şeyi de anlatmalar, bunu ner’den biliyor bu düşünceleri… Bildiğin, bizim canım drifter. Gülümsüyorum. Çok seviniyorum.
***
Aktunç bu denemelerinde, isminden de anlaşılacağı üzere edebiyat ve hatta kültür tarihimizdeki (gerçi edebiyat ve kültür ayrı ayrı söylenmeli midir, ya da ayrı mıdır, neyse) erotik süreci, dili, pornografiyi, cinselliği, hemcinselliği (öyle diyor), yaptığımız dangozlukları (heykellerin kastrasyonu vb.) ve harikalıkları (‘dil’in müthiş kullanımı) gözler önüne seriyor, denilebilirse minik argo sözlüğü kıvamında bir kitap yayımlıyor. Bizim gibi kelimeli erotizm düşkünlerinin (ay ne diyor bu buster be?!) ağzının suyu akarak, kikirdeyerek okuyacağı bir eser bırakıyor.
Erotologya?’nın ilginçlikleri bununla da sınırlı değil elbette. Kitapta Adnan Oktar’dan, kendisinin çokça ve minnetle andığı Haydar Dümen’e; Can Yücel, Cemal Süreya (Aktunç kendisinden bahsederken burnunun direğinin sızladığını söyler), Tomris ve Turgut Uyar’a dek pek çok isimden söz ediliyor. (Zaten ve hatta umuyorum ki bunun salt pornografi kitabı olduğunu düşünmemişsinizdir canım okur.)
***
Aktunç’un en büyük hayal kırıklıklarından biri de Tansu Çiller’miş. Dayım gibi, kendisine oy vermiş olmaktan büyük üzüntü duyuyor. Doğrusu olabildiğince tarafsız birinden 90’ların başındaki siyaseti bir dinlemek isterdim. Neydi bu Tansu Çiller furyası mesela, Susurluk meselesi dışındaki kabahatleri neydi? İki üç sene öncesinin Meral Akşener’i gibi miydi yani o dönemler, merak ediyorum. (Akşener de İç İşleri Bakanıymış ya o zamanlar, neyse, bıktım bu sicili bozuk Türk siyasetinden.)
Bunlar dışında güldüğüm şaşırdığım bazı şeylerden daha söz ediyor Hulki Aktunç. Bizim canımızın başörtüsü oluşundan türbanın sembolizasyonuna, 19. yüzyılda kazandığı bir savaş sonrasında ölüleri affedersiniz götünden siken Osmanlı askerinden (aslında çok şaşırdım mı emin değilim, bkz Gladstone) argomuzda hacı anneye gitmenin geneleve gitmek olduğuna, bir dönemin yasakçı zihniyetli valisi Fahrettin Kerim isminin argomuza “rakı” diye geçmesinden enginarın vajinanın argosu olduğuna da pek “çok” şeyden…
Türkülerimizin nasıl da erotik olduğundan: Ah ne bileyim ben türküsü mesela (karşıdan gelen atlıyı/emmimin oğlu Rüstem sandım/elime bir şey verdi/turfanda salatalık sandım/içime bir şey attı/Silifke’nin yoğurdu sandım), ya da evlenmeyin bekarlar naylon kız çıkacak türküsünün aslında nasıl da geleceğimize işaret ettiği, şimdilik şişme bebek, elektrikli robotlarla işimizi gördüğümüze kadar uzun bir anlatısı da mevcut.
Canım Hulkiciğim için en üzüldüğüm nokta internetin yasaklanamayacak bir şey olduğunu sanması. Kısmen doğru, evet yasaklanamaz, ama yavaşlatılırsa, zaten yasaklanmaktan beter hâle getirildiğini en başta alıntılarını yaptığımız kişiler sayesinde gördük, görüyoruz, görmeye devam edeceğiz çokça.
***
Yok mu kardeşim şöyle açık seçik bir şeyler diyenler, hayydin sofraaayaaağğğ:
“Erkek de kadın da zaman zaman hoşlanır abartıdan. Kişi, kendisini abartır, cinsel gücünü, cinsel organını abartır, karısını abartır, kocasını abartır, komşunun tavuğunu da abartır ve kaz zanneder. İlle de Doğrucu Davut olmak gerekir diye düşünmüyorum. Sevgililerin, eşlerin, birbirlerini -kantarın topuzunu kaçırmadan- [okuduğum yazılarından birinde, bu deyişin yanlış olduğunu, topunu denmesi gerektiğini söyleyen de kendisiydi, tam cins adam hahahaa -buster] abartmaları, ilişkilerin hoş bir cilasıdır.
İşte Tolstoy da, Gorki’ye günün birinde (belki de böyle bir abartıya korkuyla baktığı için) şunları söyler: ‘Erkeği sikinden tutan kadın tehlikeli değildir. Erkeği ruhunun sikinden tutan kadın tehlikelidir.’
Tolstoy’dur bu, istediğini istediği gibi söyler. Erkeği ruhunun sapından tutabilen kadının tehlikeleri için, edebiyatçıların yazmadığı kalmamıştır.”
“Ehl-i aşkın arasında râz-ı pinhândır sikiş
Aşık-ı dîl-hastenin derdine dermandır sikiş
(Âşıklar arasında gizli bir sırdır sikiş
Gönül hastası âşığın derdine dermandır sikiş)
-Deli Birader Mehmed, Gazalî
***
Eski Türkiye’de buzdolabı mı vardı, yok efendim ekmek sırası mı vardı derken şöyle şeyler de olmuş elbette. 78 yılında Taksim’in bittiğini söylüyor Aktunç. Hani 2000’den sonra bitti, yok 2013’ten sonra bitti diyenlere duyrulur.
“Yaşım 17’ydi, sahnede habire değişen dekorlar, temalar, ışık düzeninin ‘teatral’ mükemmelliği, ses düzeninin görkemi ile ‘kızların’ ses ve ışığa birebir uyumu (vücudun başka boyutlarla uyumu) şaşkına döndürmüştü beni. Başka bir ülkedeydim sanki. Kızlar, işlerini çok iyi bilen ve çok güzel görünen kadınlar (çoğu yabancı). Heyecan duymuştum, dilim damağım kurumuştu. Yetiş imdada cintonik! [Yerim ulan seni – buster]
İzleyiciler de salt erkekler değildi. Kadın/erkek sayısı eşitti neredeyse.”
Bitmez kardeşim Taksim, olsa olsa şekil değiştirir.
***
Ve pek sevdiğimiz, en sevdiğimiz alıntısı ile bitirelim, kitap çok daha fazlasını vaad ediyor ama benden şimdilik bu kadar:
“Cinsellik, erkeklik değildir. Cinsellik, kadınlık da değildir. Cinsellik, yaşamdır, insanlıktır. Cinsellik, dişilik organı değildir. Cinsellik, erkeklik organı değildir. Cinsellik, girilen bir şey de değildir, giren bir şey de… Mutlulukla, mutsuzlukla çıkılan bir şey de değil.
Cinsellik, iki kişinin birlikte öğrendiği, beslediği, ürettiği, çoğalttığı mutluluktur: Ortak mutluluk. Verilen, kendisine verilmekle, veren vermekle kaldıkça, yinelerim, bir zamanlar Leyla Erbil’in yazdığı gibi (‘Gecede’), sümkürmek ile kendisine sümkürülmekten fark kalır mı cinselliğin?”