“Güzel denen şey, biraz da o şeyi güzel bulduğumuz ya da güzel bulmaya hazır olduğumuz için güzeldir.”
–C. S.
İpek’ten bir mesaj. Can’da indirim var. Koş. Koşmadım, ağır ağır, hantal hantal yürüdüm, sürüm sürüm sürüdüm ayaklarımı. Son günlerine dek. Kitaplar, okunmamış kitaplar çoktandır baskı oluşturuyordu üzerimde. Bakasım yoktu, hızlı hızlı aşağıya indim. (Elbette indirimler internetteydi.) Birden, eski Can Yayınları kapağına sahip o kitabı gördüm. Üzerinde bir daktilo, kalem, not defteri, sigara, küllük, çay fincanı… Pencere önü, Nişantaşı’nı, Umut Sarıkaya karikatüründeki Mecidiyeköy’ü andıran bir manzara; masa, solmuş mu açmakta mı olduğu belli olmayan bir çiçek ve hava… Günübirlik. Hemen aldım. Bazen de yalnızca kapağına ve yazarına göre yargılanmalı bazı kitaplar dedim.
*
Lisedeyken Cemal Süreya en sevdiğim şairdi. Zannediyorum Bayan Nihayet‘le alakası vardı meselenin. Mızlı, hatta Orhan Veli ile. Ama daha çok kendisinin yazdığı 99 Yüz, Onüç Günün Mektupları ve Şapkam Dolu Çiçekleriyle. Bildikleri karşısında ezildiklerimle… Duysa üzülürdü, eminim, ama, nedense şiiriyle alakalı olmamıştı lise sonrasında kendisine dair hiçbir şey. Çok iyi bir denemeci, düzyazı ustasıydı Cemal Süreya Bey. Buna rağmen satır aralarında bana pekâlâ zorlama snobluk gibi gelen yaklaşımları da mevcuttu. Handiyse, yaşayamadıklarının (yahut yaşadıklarının) bir tür -dilim de varmıyor ya, birden demek en iyisi- ezikliğini sezinlerdim yazılarında.
Mesela, kendi şiirleri çok baskı yapmıyor, ama “prangalar” eskiten Ahmed Arif baskı üzerine baskı yapıyor diye, 71 Darbesinde bulur kabahati. (Ya da mahareti.) Arayış içinde olan okuru tavlamıştır bu başlık der. Çünkü şiir eskidir. Yanlış bir bakış açısı değildir tabii. Ama eski dosta da bu hem söylenmez hem de azıcık düşününce yalnızca sebebi bu değildir sanki.
Ya da üstte linkini verdiğim yazıdaki gibi Orhan Veli’nin en iyi/en devrimci/en yüce şair algısına tümden karşıdır. Beş on yazıda bir kendisini anar. Gıcıktır, sindiremiyordur.
Yahut ne bileyim, Edip Cansever ile atıştığı bir dönem olsa gerek, “şiirimizdeki uzun şiirler” gibisinden, besbelli Cansever’i hedef alan, ama sonradan yok efendim, kendi üzerine alınıyor bu dediği satırları mevcuttur. Savunur da kendini enikonu.
Ancak,
O kadar çok okur, çeviri yapar, edebiyat üzerine -bana kalırsa- dönemdaşlarından daha çok düşünür ve bu yüzden de daha çok bilir ki, bu yazdıklarını bir süre sonra görmezden gelir, hatta, tebessüm ederek okursunuz. Ben, bu sanat sepetle kafayı bozmuş tüketici ben, bu internet çağında, hâlâ daha Süreya’nın bildiği çoğu ressamı inceleyebilmiş değilim. Satırlarında geçen bazı şairlerin adını dahi duymuş değil(d)im. Bazı düşündüklerinin henüz çeyreğine bile sahip değilim. O yüzden şair Cemal Süreya birçok arkadaşının gerisinde kalsa da, denemeci, düzyazıcı, nesirci Cemal Süreya kadar iyi yazan da pek kimseler görülmemiştir edebiyatımızda.
Birkaç alıntısı ile bitirelim.
“Kitap demek her şeyden önce edebî kitap demektir.”
-Vassilis Alexakis.
“Rubai yazanlarda bir şeye dikkat ettim, bunların çoğu hep aynı şeyi yazıyor.”
“Türk Dil Kurumu’nda çok değerli dil uzmanları var. … Geçenlerde Birinci Dil Kurultayı’nın tutanaklarına göz gezdirdim. Bir de son kurultayınkine. Niye saklayayım, içim sızladı. Birinci kurultaydaki coşku yerine siyasal parti kongrelerindekileri anımsatan dil dışı tartışmalar vardı sonuncusunda.”
“Biliyorum, titizliğe vakit mi var gibisinden söz söyleyenler de çıkacak bu lafıma karşı. Olsun. Söyleyeceğim çünkü Fethi Savaşçı yazdıklarını ayıklasa daha güzel şiirler yazacak.”
(Birileri yazdıklarımı eleştir dediğinde aynı ben de böyle oluyorum, hatta okutmayın bana diyorum bu yüzden.)
“Sözcüklerin şiirsel soy ağacını bilmeden, yaşamadan, bu tür deneylere giren genç şairlerden söz ediyorum. … Türkçe’den bir kıl kopar, içinde güneşler, dünyalar, ırmaklar vardır. Ama Türkçeden koparacaksın…”
(Enis Batur da dahil, yapıbozumcu furyaya kapılan herkese sallıyor.)
“Yabancı bir sözcüğün Türkçesini söylemek utanılacak bir şey değildir; üzülecek bir şey de değildir. … Kimseye yeni bir dil öğretmeye kalkan yok, kendi dilimizi öğrenelim.”
“İbni Haldun iktidar mı dinden, din mi iktidardan çıkar sorusunu günümüzdeki gibi çözümlemiştir.”
“Şair gerçeği olduğu gibi, hatta daha güzel, daha çirkin, daha coşturucu, daha yalın, daha karışık, daha aydınlık gösteren adamdır.”
“Yayımcısının ısmarladığı kitapları yazan bir yazarın emeği, ürettiği şey baştan itibaren sermayeye bağlı olacağı, sermayenin isteklerine uygun olacağı için üretici bir emektir.”
(Sanatsal değildir diyor.)
“Yapıt çevrilmekle korunmuş oluyor.”
(Zannediyorum en çok bu sözü hoşuma gitti ve düşündürdü. Gerçekten de bazı yazarlar kendi ülkelerinde bile bilinmezken ya da çok tutulmamışken bambaşka bir ülkede, örneğin Türkiye’de, çok sevilmiş olabiliyor. Zambra bu örneklerden biri.)
“E Yayınevi’nin tutunuşunda bile gerçeküstücü resmin bir payı olmamış mıdır acaba?”
(Buna çok güldüm. Ya kardeşim buna da mı taktın, yeter artık ya hahaha. Ötekileri tutan mı vardı?)
“Baudelaire de Belçikalıların insan olduklarından kuşkulanıyordu. Yazmıştır da bunu.”
(Hüseyin Rahmi sırf delilik günümüzde piyasa yapıyor dediği için geldiği nokta. Hahahah.)
“Çünkü yalnız denemeyle anlatılabilen şeyler vardır. Yalnız şiirle, yalnız öyküyle, yalnız romanla anlatılabilen şeyler olduğu gibi.”
(Kalbim……)
“Aydının işi düşünmektir.”
“Dostoyevski’nin bir yapıtını okuduktan sonra bir sıkıntı ortamına girmişimdir, baş ağrısı çekmişimdir.”
-Bertolt Brecht
“Baudelaire de Belçikalıların insan olduklarından kuşkulanıyordu. Yazmıştır da bunu.”
Kıkrkrkrkkrkr🤭
Baudelaire, Süreya ve ‘de’ bağlacının verdiği güvenle hınzırca kıkırdarım buna.
Ennnnnn sevdiğin ülke ve insanları diye yorumladım hahahha
Ben de “e yayınevi” hakkındaki Yorumuna bayıldım:) “ Var olmanın Dayanılmaz hafifliği’nin” kapağı Geliyor gözümün önüne:)
Hahahah, üstad 90’da öldüğü için İletişim’in yükselişine yetişememiş, yoksa es geçmezdi =P