Cemal Süreya bugün beni daha da üzdü, zaten hüzünlü bir gündü. Olmadı bu. Yakışmamış…
(Tevfik Fikret’i çok iyi bilmediğim için ben sadece Orhan Veli’ye değineceğim.)
Şiirlerini, mektuplarını çok sevsem de Cemalim Süreyam kusura bakmasın ama daha saçma çok az şey okudum. Bir de Orhan Veli hakkında. Ölüşüne bile kulp takmış usta: “Ölmeden şiirini oturtmak görevi değil mi şairin?” gibisinden bir şeyler de demiş. Peh! Adam sanki bilerek mi öldü. Düşmüş kuyuya. Ayrıca, sen en iyi şiirlerini 20’li yaşlarında yazdın diye, herkes en iyi şiirlerini o yaşlarda mı yazmak zorunda? Yazarların çoğunun en iyi eserleri, ölmeden hemen önce yayımladıkları. Yani belli bir yaş aldıktan sonra ölmek demek istiyorum, trajik olanlar hariç…
Şiirlerinden sadece iki tanesini söylemiş “eh güzel işte” diye Süreya. Gel de üzüm üzüm üzülme.
Biraz anlamaya çalışıyorum. Örnek aldıkları, etkilendikleri kişiler aynı bile olsa, şiire bakış açıları (en azından Orhan Veli ölene dek) çok çok farklı. Ama Orhan Veli hiç yapılmadık bir şeyi yapmaya çalışıyordu o sıralar. Bunu da atlamamak lazım. Yaşasaydı, şiirinin ne yöne gideceğini hiçbirimiz kestiremeyiz. Sözgelimi, Oktay Rifat ya da hatta Melih Cevdet’in çizgisi Garip çizgisinde değildir yaşamlarının ikinci yarısında.
Bay Süreya da tam da bunun üzerine, akımı değil, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ı överek “Orhan Veli’nin şiirlerini eleştiriyorum” diyor ısrarla. Yav adam 30 ve 6 yaşında ölmüş be adam. İlgili yazının yayımladığı 1967 tarihinde ise Oktay Rifat 53, Melih Cevdet 52 yaşında. Sence de onların daha güzel şiir yazmaları çok olağan değil mi be Süreya?
Üzüldüm, hani kalbimdeki yeri “çıt” etti Cemal Süreya’nın. Orhan Veli gerek çevirileri, gerek sevdiğimiz İkinci Yeni akımının oluşmasına verdiği katkı, gerek La Fontaine ve Nasreddin Hocaları ile büyük bir edebiyat insanıdır benim için.
Süreya’nın bahsetmediği ama bana göre epey “şiir” olan eserlerini koyarak bu bahsi kapayalım:
*Anlatamıyorum ve Bedava ve Hürriyete Doğru çok bilindiği için yazmıyorum ama onların da üstüne tıklarsanız göreceksiniz. Süreya’nın güzel buldukları ise: Dalgacı Mahmut ve İstanbul Şiirleri
*
Ayrılış
Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlıyamam
*
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikîler alıyorum
Kitabe-i Seng-i Mezar
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısiyle:
“Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı.”
Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? ilk göz ağrısı.
ikincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.
……….. çıkar
……….. dururduk mahallede
…………………. halde
……… yan yana yazılırdı duvarlara
……………. yangın yerlerinde.
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.
Beşinciyi geçip altıncıya geldim.
Onun adı da Nurinnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurinnisa.
Yedincisi, Aliye, kibar bir kadın.
Ama ben pek varamadım tadına.
Bütün kibar kadınlar gibi
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.
Sekizinci de o bokun soyu.
Elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik …….
Yalanın düzenin bini bir para.
Ayten’di dokuzuncunun adı.
iş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.
Onuncusu akıllı çıktı
…. gitti ………
Ama haksız da değildi hani.
Sevişmek zenginlerin harcıymış
işsizlerin harcıymış.
iki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
iki çıplak da, olsa olsa,
Bir hamama yakışırmış.
İşine bağlı bir kadındı on birinci,
Hoş, olmasın da ne yapsın,
Bir zalimin yanında gündelikçi.
……leksandra
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır.
Konyak içer sarhoş olur,
Sabahı da işbaşı yapardı şafakla.
Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
insanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.
Ne bir güzel var avutacak gönlümü,
Bu şehirde,
Ne de bir tanıdık çehre;
Bir tren sesi duymaya göreyim,
İki gözüm,
İki çeşme
Gülümsediğimin farkına vardığım anlarda
İnsanların beni deli zannedeceğini düşünüp
Gülümsüyorum…
Müşfik Kenter'dendi sanırım.Onun sesinden dinlemiştim "Anlatamıyorum"u.Zamanı çok kısaydı bizim saat dilimlerimizde.Ama sonra ne dinlesem yine de o tat kalmıştı bende.Hatırladım da şimdi yine,o tat geçen zamana rağmen aynı güzelliğinde. Bakıyorum da bu yazına:Hani yazmaktan vazgeçtim de şiiri…diyorum ki,keşke okumayı da biraz daha bilebilseydim.Okurken haklarını da verseydim.