Şöyle öğle aralarıma eşlik edecek, evden çalıştığım zamanlarda arkada çalsa yetecek türde bir dizi arıyordum. (YouTube’a ödediğim her kuruşun bu bakımdan helali hoş olsun, gerçek bi’ hazine.) Hazır basketbol sezonu da bitmiş, ve biz oyunu iyiden iyiye özlemişken aklıma Koçum Benim geldi. Tam da dizinin olduğu dönemler ben de basketbol oynuyor ve severek izliyordum. (Yani sanırım.)
Ama babam, dayım ve annem ve hatta teyzemden duyduğum Koçum Benim’in biraz biraz Beyaz Gölge çakması olduğu, o kaliteye yaklaşamayacağıydı. Yine de o dönemler, en azından bizim evde, Beyaz Gölge izleyemeyeceğim için hanımların, Ahhhhhh Koç Reevessss canım Koç Reeves‘lerine, ya da beylerin yaptığı Vay benim Jackson’ım, ay canım Coolidge’ımlarına anlam veremiyordum.
Binlerce kez üst üste izlememelerine ve epey bir sene öncesinden bahsetmelerine rağmen (dizi ABD’de 78-81 arasında, zannediyorum bizde 80’lerin ikinci yarısında yayımlanmış) hep mi hep gülümseyerek, müthiş bir sevgiyle anılır. Ben de nasıl olmuşsa yemişim Koçum Benim’i, Beyaz Gölge’yi açıyorum dedim. Şu abimiz sağ olsun izlemeye başladım.
*
Spor dizi/filmlerinde en sevmediğim ve katlanamadığım oyuna son derece uzak ama rol yapmaya yetenekli oyuncular tarafından oynanmasıdır. Bu dizide o yoktu. İzlerim ya ben bunu dedim. İlk bölümü sadece dinlemiştim.
İkinci bölümden itibaren dizinin aslında basketbolla çok da alakalı olmadığını, çok daha fazlasını vaat edeceğini anladım. Bölüm Jackson’ın alkolik olması üzerineydi. Dizinin çekildiği yıllarda bilhassa profesyonel basketbolcuların alkol problemleri olduğunu bilmem bizim White Shadow’a yükselmemi sağladı. Sonrası ise “yok çok abartmışlar, oha çok doğru, inanamıyorum, bu nasıl bir realite” şeklinde tepkilerim ilerledi, değişti ve gelişti.
Diziyi bir süre sonra (3. bölümden falan sonra herhalde hahaha) blog’a yazacağımı anlayınca her bölümde değindiği sorunları not alır hâlde buldum kendimi. Ve tam da o notlar arasında kendisi ile bu kadar iyi yüzleşebilen, sorunu bu denli net bir şekilde ve televizyonun televizyon olduğu yıllarda ortaya koyabilen, neredeyse belgesel dürüstlüğünde çekilen bölümlere şahit oldukça da yazının başlığı aklıma düştü. İşin ilginci, ben bu diziyle büyümüş bir toplumun yanına yaklaşamayacağımızı düşünürken neredeyse George Floyd olayının aynısının 81 yılındaki “Cops” bölümünde aktarılması ve 40 senedir hiçbir şeyin değişmemiş olması da kafaları karıştırmıyor değil hani. Belki de biz hiç öğrenemiyoruz. Belki de toplumun “hepsinin” öğrenmesi şart değil, topluma karşı sorumlu olanların buna eğilmesi yeterli, bilemiyorum.
*
Demin de dediğim gibi, belgesel objektifliğinde (belgesellerin ne kadar objektif oldukları da malum ya, neyse) konu edilen, o dönem için ABD’de sorun olan sorunlar şöyle sıralanmış:
*Alkolizm
*Sahte gebelik (pseudocyesis) [Genelde daha parlak bir erkeği kaybetmemek uğruna kadınlar tarafından uydurulan ve lise döneminde daha çok görülen hede.]
*Kızların cinsel geçmişinin erkekler tarafından sorun edilmesi [Senden önce senden sonra sendromu, bazen geçmişin de gelecek için öneminin vurgulanması ve bazen de geçmişin gelecek için bir sorun olmaması öğüdüyle geçen bir bölümdü.]
*Homoseksüellik, aseksüellik [Bilhassa soyunma odasının paylaşıldığı sporda, konu muhattabının kendini müthiş kötü hissettirmesi mü-kem-mel bir şekilde ele alınmış.]
*ABD’deki Latin gruplar ve sorunları [İşçi aileler ve bir gruba ait olma çalışmaları, sadece bu uğurda işlediği suçlar.]
*İnanan Yahudi yalnızlığı ve bir şekilde gruptan dışlanması [Zenciler ve Latinlerden sonra ancak gelebilecek azınlık olmasından mütevellit bir yalnızlık. Çünkü genelde aileleri düzgün insanlar ve daha zenginler ve daha kafalılar. Bir şekilde onlar kurtarırlar mantığı var ötekilerde. Elbette büyürken inandırıldıkları dinin de etkileri yok sayılamaz.]
*Kumar, uyuşturucu, haplar, iddia [Çok fazla bir şey yazmaya gerek yok.]
*Cinsellik öğretmeni, cinsel yolla bulaşan hastalıklar [Bu bizim gibi ülkeler için hâlâ büyük bir tabu. Sağlık dersleriyle bir dönem verilmeye çalışılsa da daha önemli matematik sorusu çözme uğruna çok kolay harcandığı da görülmüştür. Hâlâ doktora gitmekten utandığı için insanlar internette dolandırılabiliyor ve cinsel organlarında daha büyük sorunlara yol açabiliyorlar.]
*Irkçılık [Dizide işlenen en güzel bölümlerden biri. Lisede işlemediği bir suç yüzünden hapis yatan ve bu yüzden beyaz düşmanı olan karakterin hikâyesi anlatılıyor. Basketbol koçlarının neden beyaz olduğu, yine zencileri beyazların yönettiği ve ırk ile ne kadar çabuk ötekine düşman olabileceğimizin -o bize ne tür iyilikler yapmış olursa olsun- gösterildiği bu bölüm, American History X’ten sonra en iyi ırkıçılık karşıtı anlatımı olabilir.]
*SJW [Tanıma aşina olmayanlar için tohumları o dönemden atılan, sosyal-adalet-koruyucusu yani bizim duyar tayfa. Bizim duyar tayfadan farkı, orada gerçekten kasılacak bir duyarın olması ve bunun gökten indirilmemesi, o adaletsizliklerle savaşa savaşa bir şekilde sosyeteye yedirildiği anlatılıyor.]
*Hırslarından arınmak, hayallerinin kadının o kişi olmadığını anladığında gelen aydınlanma [Hepimize bir dönem olmuştur, kimisini hırs hâline getirmiş ve elde edemedikçe konumunu yükseltmişizdir.]
*Ölüm felsefesi
*Sağırlık [Nedense körlük ya da benzeri sorunlar kadar ilgi çekmeyen durum. Başka Dilde Aşk‘a da selam olsun.]
*Erkekler arasına kadın girince yapılan saçmalıklar [Bu çok açık olsa da ben bu durumu yıllar önce atlattığım ve belki birilerine bir yerlerde faydası dokunur diye anlatayım. Eğer sevdiğiniz bir kişi, sizin sevdiğiniz arkadaşınızı tercih ediyorsa ve onunla sadece yattıysa bu sizin için mükemmeldir. Hem hemen öğrenebilirsiniz ne haltlar karıştırıldığının hem de hayatınızdan kolayca çıkarabilirsiniz o kişiyi. Arkadaşınızı, özellikle erkekler için söylüyorum bunu-kadınlar daha düzgün davranabiliyor bu durumlarda, kesinlikle ama kesinlikle hayatınızdan çıkarmamalısınız. Hatta ve hatta diyebilirim ki yaptığı bir iyiliktir bile size. Emin olun yapmaması sizin için hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.]
*Erkeklerin x kadar kızla oldum yalanları [Lisede ayırdına vardığım hede. Sıra arkadaşım yüksek ihtimal akrabalarından, sağdan soldan duyduğu hikâyeleri bize anlatırdı ve ben de bir gün beni de orospuya götürmesi için yalvarırdım ona. O gün geldiğinde ya ortaya çıkmaz ya da hep bir mazereti olurdu. Bu işlerin ve daha sonra başıma gelecek, tecrübesiz olduğum işlerin bir şekilde kendimin çözmesi gerektiğini anladım sayesinde. Teşekkürler Ramus.]
*Sapık orta yaşlı kadın öğretmenler [Erkekler kadar kadınların da olduğunun gösterilmesi, tıpkı bir zencinin size ırkçılık yapabileceğini göstermesi kadar önemliydi bu şovda. Erkekler psikolojik olarak etkilenmedikleri ya da öyle sandıkları, ya da seks yapmak, milli olmak toplum ve genetik bir miras olduğu için çok ortaya çıkmasa da bu sandığımızdan daha fazla var yaşamımızda, atlamadıkları için Beyaz Gölge’ye teşekkürler. Ah Gaye hocam ahhhhhahahaha.]
*Rusya-ABD soğuk savaşına neredeyse tarafsız bakış [Beni en çok etkileyen sanırım bu bölümdü. Sovyetlerin ABD edebiyatını ABDlilerden daha iyi bilmesinden tutun da, daha çok dil bilmelerine, daha donanımlı olmalarına, daha çok gezip görmelerine dek kendi eksikliklerini yine Soğuk Savaş’ın Soğuk Savaş olduğu yıllarda çok önemli gibi geliyor bana. Buna rağmen Sovyetlerden bir oyuncunun kendisini özgür hissetmemesi, Amerikan Rüyasının aslında pek de öyle olmadığının kendisine anlatılmasına ve hatta şahit olmasına rağmen “bir rüyanın olabilmesinin önemi”ne değinmesi inanılmaz sarsıcıydı.]
*Dindar ve laik insan bakış açısı [Koç Reeves’in basketbol ile ilgilenen, tutulduğu kadının rahibe çıkması şoku ve önyargılarının kırılması.]
*Öfke kontrolü, baba dayağı, utanç ve nefret
*Öğretmenlerin ilgisiz öğrenci depresyonu ve psikolojik yıpranma [Bu da yine en sevdiğim bölümlerden biri, hem önceki işim olmasından hem de devlet okullarındaki zorunlu görev yapan arkadaşlarımızı anlatmasından ötürü.]
Beyaz Gölge’ye dair sevdiğim şeyler
*Emoji ile değil vücut dili ile beğendiğini gösterme [Bu, çok güzel olmuş bir kızın fotoğrafını sosyal medyada görüp alev atmaya pek benzemeyen bir şey. Ben bile -çünkü yok Instagram’ım- durumu artık yabancıladım ama her şahit olduğumda ne çok şeyi özlediğimin farkına vardım. Bir insana gerçekten kızmak, gerçekten sevmek, gerçekten beğenmek ve gerçekten nefret etmek gibi duyguların törpülendiği bir dünyada yaşıyor olmak son derece acıklı geldi bana, hemen o yıllara ışınlanmak istedim.]
*Freud’un gerçekleşen rüya kabustur lafına atıf [Burası biraz spoiler’ımsı. İkinci sezonunda eyalet şampiyonu olan takım için o dönemki kız arkadaşı tarafından Koç Reeves’in yönetilen ee şimdi ne olacak, hedef de gerçekleştirildi üzerine girilen depresyon.]
*Basketbol dışında hayat ve okumak [Bu özel olarak bahsetmek istediğim bir konu, bam telim diyebiliriz bu durum için sanırım. Thorpe basketbolu profesyonel oynamak için kısadır ama aynı zamanda resme müthiş kabiliyeti vardır. O zamana kadar hayallerinde hep basketbol olan bir çocuğu başka bir şeye ikna etmek -her ne derseniz deyin- zordur. Elbette bunu kendimden biliyorum. Ben de ortalama bir ikinci lig oyuncusu olabilirdim çünkü her şeyden çok basketbolu seviyordum. Ama o yol bile çok kolay değildi kaldı ki ikinci lig için bile ortalama bir guard boyuna yaklaşamamıştım. Günler günleri kovaladı. Matemetikçi oldum, okulsuz kaldım, şekerci oldum, yazmaya başladım, okumaya başladım. Derken ancak artık iyi bir izleyici olabileceğimi anladım. Hâlâ çok seviyorum ama o ayırdına varmadaki hüzün neredeyse hep benimle kalacak, bu bölüm benim için müthiş önemli ve müthiş gerçek, maalesef ve iyi ki.]
*Ampulün dışına çıkıyorsun çünkü üçlük çizgisi yok. [NBA’de ve dünyada üçlük çizgisinin geçmişi çok eski sayılmaz. 1980’lere denk geliyor. Ben de sokakta basketbol oynarken ampulün dışına çıkma vardı, sonra sonra bu üçlük dışına evrildi. Nedenini diziyi izlerken anlamam da acayipti. Başka bir çizgi olmadığı için eğer tek pota oynuyorsan ampül dışına çıkıyordun, bu kadar basit hahahhaah.]
*Yeter Anne dizisinde olduğu gibi bu dizide de konuk oyuncular basketbol ağırlıklı olsalar da çok dikkat çekiciydi. İki kere orijinal Harlem Globetrotters’ın dizide yer alması, dönemin ya da bir önceki dönemin basketbol ve koçlarından Red Auerbach, Bill Russell ve Elgin Baylor gibi isimlerin konuk olması hatta ve hatta son bölüm sürprizi Ella Fitzgerald harikaydı.
Koçum Benim vs. Beyaz Gölge ve Ezcümle
Koçum Benim vakıf lisesinde geçer, gençlerin pek de büyük bir sorunu yoktur, imkânları sınırsızdır.
Beyaz Gölge varoşlarda yaşayan, neredeyse her bir karakterin sorunlu olduğu konuları ele alır.
Yukarıda büyük harflerle yazsak da neredeyse çözümü olmayacak, bazen koçun da haksız olduğu ve haksızlığını kabul ettiği sorunları tartışır ve bu yönüyle Koçum Benim’den ayrılır. Ve hiçbir yönüyle “çerezlik” değil, aksine hayatın neredeyse kendisidir.
Koçum Benim’i ise tekrar bitirince gerekirse bir yazı daha yazılabilir. Ancak sadece bu yönüyle bile bu uyarlamanın bize hiçbir şey katmayacağı (ki katması da gerekmez) çok açıktır. Ancak ve ancak, kendisiyle, sorunlarıyla yüzeleşebilen, kabul edebilen ve gerçek yapımları izleyenler kendilerini ve olaylara bakış açısını değiştirir, değiştirebilir.
Eminimki Beyaz Gölge’de, Türkiye’de yaşayan insanların çoğunun daha çok kendilerinden birer parça bulabilecekleri hikâyeler mevcuttur.
Ezcümle, keşke keşke keşke, Beyaz Gölge’yi Türkiye basketbolu sevdirmek için değil biraz da hayatı öğretmek için kullanabilseymişiz, biraz da kendisi ile yüzleşmenin ne kadar önemli olduğunu belirtseymiş ve salt basketbol dizisi gibi ele almasaymışız diyorum şimdilerde. Dizi başka kanal olmadığından TRT’de ve dublajlı yayınlandığı için ne kadar sansürsüz hangi bölümleri yayımlandı tam bilemiyorum. Ama diziden çıkarılabilecek tek şey “çocuklar basketi sevdi, yeeeey” ise, bu yapıma çok büyük haksızlık edilmiş demektir.
Elbette bitirişimiz meşhur duş şarkılarından biri olmalıydı, en sevdiklerimden biri ile veda edelim.