Tuncay Abi, “Artık yaşım geldi herhalde,” diyor, bir zamanlar çocukların su tabancasıyla kovaladığı kediler kendisine hatırlatıldığında. Artık mahalledeki her kediye babalık yapıyor, suyunu mamasını eksik etmiyormuş.
Karısı (sizi eş ilan ediyorum!!!!) -Esra Abla- bana dönüp, “Sen de seviyor musun kedileri?” diye soruyor.
Biraz düşündükten sonra, “Bizim durumumuz biraz farklı,” diyorum, “teyzemden bize fırsat kalmıyor.”
Gülüşüyorlar.
“Hayır,” diyorum, “sandığınız gibi değil.”
Biraz sustuktan sonra devam ediyorum, “Birisi bir şeyi ne kadar çok, ne kadar büyük büyük severse, ötekinde sevmeye bir o kadar yer bırakmıyor. Ötekinin sevgisi hep biraz daha az, hep biraz daha yarım geliyor. Yetmiyor. Bu yetememeler büyüyor, büyüyor, ve en sonunda da insan artık -o şeyi- o kadar da sevmediğine inandırıyor kendini.”
Yine bir şey hakkında ne düşündüğümü o şey bana sorulmadan önce bilmediğim, ama dışa vurunca öğrendiğim bir durumla karşı karşıya kalıyorum. Kendime de mi bir özeleştiri geliyor buradan, farkında değilim.
Derken oğulları Ömer, eşi ve çocuğu teşrif ediyor masamıza. Derin. Beğendiği karşı cinsten insanlara karşı mesafeli davranıyor. Ama pek de sosyal biri. Kandırabilirim diye düşünüyorum. Onu çok çok ve büyük büyük sevilmeye değmeyecek biri olduğuma dair ikna turlarına başlıyorum. Hemen fırsatını bulunca kaçıyor. Daha ilk göbek atma şarkısı çalındığında pistin tozunu attırıveriyor anneciğiyle.
***
2019’dan beri görmediğim, babamın yakın akrabalarıyla onsuz vakit geçiriyorum. Kendimi çok anlatmıyor, daha çok onları, eski günleri dinliyorum. Beni gördüklerine mutlu olmalarına, gerçekten mutlu olmalarına, şaşıp kalıyorum. Çok çok sevilmemekle ilintili bir şey bu da belki diye düşünüyorum. Herkese yetebiliyorum.
Aklım Derin’de. Bir saniyede edindiği arkadaşıyla birlikte oynuyor. Derin beni çözmüş olmalı ki varlığım, yanında ettiğim garip danslarım onu rahatsız etmiyor ama arkadaşı bana şok içinde bakıyor. Zamanla uzaklaşıp onları kendi hâline bırakıyor, yenilgiyi kabul ediyorum.
***
Bir zamanlar abilik yaptığım bir başka baba-kuzen çocuğunun yanında alıyorum soluğu. O bana abilik ediyor artık, viski koyuyor önüme. Sevmem ama içiyorum. Zaten benim hiçbir zaman bunu bunu içmem ya da bunu bunu yemem demeyeceğimi biliyor. Eski bayramlarda tabağı bir tek ben mutfağa götürüyorum.
Masaya döndüğümde Derin etlerini püreye batırarak yiyor. Önce eliyle yemek istiyor ama teyzesi çatalı eline tutuşturuyor. Çatalı doğru düzgün tutamamasına, eliyle yemeye çalışmasına, etleri yemesine hatta karnını doyuruyor oluşuna bitiyorum. 2019 yılından önce böyle bir şeye sevineceğimi aklımın ucundan geçirmezdim diye aklımın ucundan geçiriyorum. Babamın bayram ziyaretleri, teyzelerin önemi, açıkta kalınca soluğun onlarda alınması demek buymuş diye düşünüyorum. Ne yazık ki teyzesi torununun mürüvvetini göremiyor. Üzülüyorum.
***
Derin masadan kalkıyor ve gelinin peşine takılıyor. Alıp getiriyorlar, gözleri yine onu arıyor. Büyüyünce gelin olacağına dair yeminler ediyor. Gülüyoruz. İçten. Her fırsatta soluğu yanında alıyor, nereye gidiyor, ne yapıyor merak ediyor. Seviniyor, seviyor.
Hep anlatılagelen, Seda Abla’nın annem o apartmana gelince duyduğu mutluluğu tahayyül etmeye çalışıyorum Derin’i izlerken. Kendi yaşına uygun bulduğu, güzel bir gelin komşusu olmak, her fırsatta kapılarını çalmak, ona öykünmek, onun gibi olmak istemek… Bunların hiçbirinin Disney karakterleriyle, peri masalı filmlerle, yok efendim Hollywood’un bilinçdışına bıraktığı mesajlarla alakalı olmayışını, her kız çocuğunun (daha bebekken, henüz Derin gibi 3 yaşındayken bile) bir gün gelin olmak isteyişini, ve bunun olağanlığını tecrübe ediyoruz. Yıllar geçse, kuşaklar değişse de insanların güdü sahibi oluşunu, bunun değişmemiş, belki de değişmeyecek oluşunun ve dahi değişmemesinin güzelliğini kutluyoruz biraz da orada.
Fahiş fiyattan satılan toplu fotoğrafta kameraya değil, geline bakıyor Derin. Güzelliği karşısında kayıtsız kalamıyor. Büyüklerden farkının da bu olduğunu ayırt ediyoruz birlikte.
***
Eve dönüş yolunda akrabalarım hakkında sorular soruyorum anneme. Önceleri hiç ilgilenmeyeceğim bu durum bilhassa dikkatini çekiyor.
“Özlemişsin galiba, ne oldu sana ya, eskiden buluşmalara gitmemek, evlerinde biraz zaman geçirmemek adına ayak direrdin,” diyor.
“Artık yaşım geldi herhâlde,” diye yanıtlıyorum.
Gülümsüyor.
“Hayır öyle değil,” diyorum, “akrabalarımı sevmemin, sevgiden bana düşen payı almamın yaşı geldi.”