*Birisiyle müzik dinleyerek ne kadar çok vakit geçiriyorsan, o kişiye tahammülünün aynı oranda azaldığının, söz konusu bireyle konuşacak pek de bir şey kalmadığının göstergesidir bu.
Belki de artık sesli sesli nefes alıp verişinden usandığının, “sevişeceksek sevişelim, yoksa yapacağım daha değerli işler var”ın dışa vurumudur biraz da. Sırf bu ihtimal yüzünden şu anda dinlemeyi hiç mi hiç istemediğim şu zırıltıya katlanıyorum çünkü eğer kaparsam seni dinlemek zorunda kalacağım ki bu başlı başına berbat diye bilinçdışından geçirmektir belki de.
Yani biri ile çok fazla müzik dinlemeye başlamak aslında seni artık çok sevmiyorum demektir dolaylı yoldan.
*Kapım çalındı. Kadir için süslenip püslenip gelen hoş bir kızcağız. Ah-uh edip yanlış apartmana girdiğini söyledi. Bu nasıl mümkün olabilir diye soruyorum kendime. Annem duysa çok kızardı Kadir olsaydım, demek ki hiç eve ya ayık getirmedim kızı ya da yanlış konum attım. Kötüsü, ilk defa geliyorsa da evime, sanki hayat kadını çağırır gibi bir çıkıp almayı akıl edememişim demektir ki bu en acısı. Hayır, sevgili okur, hayat kadını değildi elbette, cıvıl cıvıl bir şeydi. Utandı, kaçtı hemen. Ey Kadir, bu kızın travmalarından sen sorumlu olacaksın ileride biliyorum. Sen de şimdilik aptalsın, ileride akıllanman dileğiyle.
*Okuyamıyorsanız, çizgili bir şeyler edinip alışkanlığa dönüştürmeyi deneyebilirsiniz. Bir yandan manga okurken bir yandan da Morphology of the Folktale‘e düşmüş biri de yapıyor bunu. İşe yaradığına inanabilirsiniz. Ya da okumak üzerine olan bazı videoları izleyip kendinizi gaza getirebilirsiniz =P
*Manga önerilerinize açığım!
*Madame Bovary‘den sonra Anna Karanina’yı da bu geçtiğimiz süreçte yeniden okuyabildim. Levin ve Kiti’nin ilişkisi bana çok özlediğim şeyleri anımsattı. Önce bir alıntı girelim ki sonra yazacağımız şeyde anlaşılabilelim:
“Kiti’nin yaradılışında doğal olmayan, yapmacık şeyler ne denli az olursa olsun, karşısında örtüler birden kalkıp karısının ruhunun çekirdeği gözlerinin önünde parlayınca gene de şaşırıp kalmıştı Levin. Bu sadeliğiyle, ruhunun bu çıplaklığıyla Kiti, sevdiği karısı daha da belirgindi karşısında şimdi. Kiti gülümseyerek bakıyordu ona. Birden seyirdi kaşları. Başını kaldırdı. Çabuk adımlarla geldi Levin’in yanına, elini tuttu. İyice sokuldu ona. Karısının sıcak soluğunu hissetti yüzünde Levin. Acı çekiyordu Kiti, bu acısından da kocasına yakınıyordu sanki. Levin ilk anda alışkanlıkla, bunda kendini suçlu hissetti. Ama karısının bakışında, çektiği bu acı için sitem etmek şöyle dursun, onu sevdiğini söyleyen bir şefkat vardı. Levin, cezalandırmak için karısının çektiği acının suçlusunu ararken, ‘Ben değilsem kimdir bunun suçlusu?’ diye geçirdi içinden. Ama suçlu yoktu ortada. Karısı acı çekiyor, bu acılardan yakınmıyor, gurur, sevinç duyuyordu. Seviyordu bu acıları. Kiti’nin ruhunda çok hoş bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu görüyordu Levin. Ama bunun ne olduğunu anlayamıyordu. Onun anlayamayacağı bir şeydi bu.”
*Hayır aşk değil, bilemediniz. Aşk zaten aşkın içindeyken bile özlenir bir şey. Acıları sevmek, acıların varlığını oluşturduğu bilinci en çok özlediğim şeylerden kesinlikle.
Uzun zamandır insanlardan şu veya bu nedenden ötürü nefret ediyor, nedenini çözümleyemiyordum. (Herhalde benim de anlayamayacağım bir şeydi ama hahayt, anladım işte.) Aslında küçük küçük şeylerdi bunlar. (Çünkü artık kimse büyük büyük şeyleri kolay kolay yapamıyordu sosyal medya korkusuna.)
En sevdiğim arkadaşlarımın, zamanında tartışmalara önem veririm ben diyenlerin bugünlerde tüm bunlardan alabildiğine kaçındığını, tabirimi mazur görün, sikko bir pozitifçilikle yaşama baktıklarını gördükçe canım daha da sıkılmaya başlamıştı. Aman kavga etmeyelim dedikçe kişiliksizleşen, aman olay çıkmasın dedikçe birey algısını çöpe döken bu insanların ve düşüncelerinin bana ne yararı olabilirdi?
Buluştukça ve birlikte yalnızca müzik dinledikçe, ve yalnızca goygoy yaptıkça, ve yalnızca ikimizin de ucundan kıyısından ilgi duyduğu şeylerin videolarını izledikçe aslında onların varlığına tahammülümün kalmadığının ayırdına vardım.
Ecnebiler buna “embrace” der ya, biz belki benimsemek, memnuniyetle kabul etmek, ya da daha güzeli şamil olmak diyelim, işte sanki çağımız ve çevremiz bu şamil olamayanlarla çevrili. Bu türden, suçu sürekli başkasına atan, otta bokta püsürde çareyi arayan, gezegenlerin kendi hat’rına döndüğünü sanan bu bencilliği, gerisini hiç mi hiç önemseyen bommmmmboş bir adamsendeciliği kabul etmiyorum, edemiyorum. Benim Levinliğim tam da bu.
*Yukarıdaki alıntı hayranı olduğum Ergin Altay çevirisinden. Kendisi harika biri, uzun uzun ömürleri olsun. Okuyalım. Kendisine bir ekleme de benden: Yalnızca Amerika’da değil, çoğu başka ülkelerde de bu klasikler/yazarlar bilinmiyor. Bizim kadar değer verilip verilmeme kısmı ise zannediyorum cumhuriyetimizle, biraz Hasan Âli Yücel ile alakalı gibi.
*İşten ayrıldım. C-grubunda yaşanan iğrençlikleri paramın tamamını ay sonunda aldıktan sonra kaleme alacağım. Güzel haber ise şu olabilir belki, artık daha sık yazacağım. Bu ayrı kaldığımız bir aylık dönem gibi şeylerin bir daha yaşanmaması dileğiyle. İyi hafta sonları.
1 thought on “Kısa Kısa #29”