Son zamanlarda yaptığım en popüler şakam liseye gidene dek nasıl da bir fanusun içinde yetiştiğim, benden olmayanları nasıl hiç mi hiç bilemediğim ve bütün bunları öğrenince yaşadığım o hayli uzun aydınlanma süreci üzerine olan… Görece hâli vakti yerinde, İstanbullu, Atatürkçü ve Sünni iki ailenin tek torunu. Bu yüzden hayatım boyunca pek bir zorlukla karşılaşmadım desem yeridir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi heteroseksüel ve erkek olduğum için -kavgaya karışmadığım zamanlarda- ne can güvenliğimden endişe ettim ne de birinden yoldan geçerken bir laf yedim. (Ki zaten Yeşilköy’de biri bana laf atacak olsa, o da anca dünyanın en güzel saçlı ve en rahat insanı Burçin olurdu, kulakları çınlasın.)
Bunların değilleriniyse (fakir-orta/Anadolulu/DinciKürtçü/Alevi) lisede, bazı aşırı terör eğilimi gösterenlerini de anca üniversitede tanıdım. Tahmin edebilirsiniz ki epey bi’ komiklikler, küslükler, yanlış anlaşılmalar da yaşandı bu süreçte. Biliyorum biliyorum, bilhassa komiklikleri merak ediyorsunuz ama bu detaylara pek giremeyeceğiz şimdi. Çünkü konumuz başlık, hatırlayın kuzum.
*
Günlerden bir gün, kendisine proje hazırlamamız adına içinde türlü 50 kuşağı Türk öykücülerinin bulunduğu listeden benimle en mi en (hiç mi hiç =P) alakası olmayan yazarı sanki bile-isteye getirip önüme koydu Arda Sedefçigil. Daha isminden hiç sevmeyeceğimi anlamıştım.
Okuyor, biraz ilerliyor, bir şey anlamıyor, başa dönüyor, senin ben kalem tutan parmağını şeklinde küfürler savuruyor, bir daha uzatıyor (çünkü o zamanlar çok sabırlı 1’isi bu buster), yeniden deniyor, sonunda anlıyor, bazı bazı ağlıyor, kendini eğitiyor, kendine uzak, belki sorulamayacak, sorulsa anlatılamayacak türden duygu ve dünyaların nasıl olabileceğini kavrıyor, edebiyatın bazen tam da bu olabileceği sonucuna varıyordum.
*.
Tesadüf bu ya, Füruzan’ı da Arda Sedefçigil’i de en son belki 10 sene önce gördüm.
Füruzan TÜYAP’ta benim kitabımı imzalamak için sırasını bekliyordu. (Hayır, anlatım bozukluğu yok.) Bilgi baskısı kitabı benim gibi bi’ kıtipiyozun elinde görünce nasıl da şaşırmıştı. (O zamanlar biraz da o şekilde görünmek için ekstra çabalıyor, o hâlivaktiyerinde imajımızdan bir nebze utanıyordum—ki buna sebep olanlardan biri de aslında kendisiydi.) Benim o tipime karşın Füruzan makyajlı, bakımlı ve çokça sevinçliydi. Belki de en başta düşündüğümün aksine bu kitabın, bu kondisyon ve okunmuşlukla, ancak ve ancak benim o an temsil etmediğimi düşündüğüm gibi bir ailede yetişmiş birinde olabileceğini biliyor, belki bu salak utanmalarımı anlamaya çalışıyor, hatta içten içe benimle eğleniyordu.
Kendisine oracıkta Arda’dan, Parasız Yatılı üzerine hazırladığım projeden, daha sonra tam da parasız yatılı okuyan bir kızla çıktığımdan, beni sevdiğinden ama bazen de nefret ettiğinden, onun arkadaşlarından şüphelendiğim için belki de başka birini bulduğumdan, ama sonra bu durumdan da utandığımdan falan bahsettim. Sonra saçlarımı düzelttim, ince sakallarımı Füruzan’ın makyajına layık hâle getirmeye gayret ettim.
Füruzan anlattıklarımdan pek bir keyiflenmiş görünüyordu. Zannediyorum kendi öykü kitabı için hazırladığım proje en az ilgisini çeken şeydi. Hakkında pek bir şey sormamıştı. Ben ise bir an susarsam sanki beni unutup başkalarıyla sohbet etmeye başlar diye çenebaz ceketimi giymiş karşısında dikiliyor, iki sene önceki onur konuğu Ferit Edgü’yü benim o parasız yatılı kız çok severdi diyor, şehirde geçen öykülerini okuyana dek kendisinden de pek bir şey anlamadığımı ekliyordum.
Füruzan, Edgü’yü sevip sevmediğine yahut anlayıp anlamamamın normal olup olmadığına dair bir kelam etmiyor, ancak Ada Yayınlarının edebiyatımız için ne denli önemli olduğundan, Ferit Edgü’ye sırf bu yüzden bile asla kimsenin sırt dönemeyeceğinden bahsediyor, öteki beklediklerini işaret ediyordu sonra.
Bir an için arkama dönüp gözlerine baktığımda her kitabı “dostlukla” imzalamadığını, en çok kendim için yazmaya devam etmem gerektiğini söyleyiverdi. Oysa yazdığımdan falan bahsetmemiştim daha, kendim bile yazıp yazamadığımı bilmiyordum hatta.
*
Arda Sedefçigil -belki amacı bu olmasa da- bana Türk yazarları sevdirmiş, Proust okumama vesile olmuş, yazma ediminde ikinci yol yordam gösteren kişiydi. Yazabilmek için önce okumam gerektiğini -o böyle dan diye söylemese de- kendisi sayesinde öğrendim. (Yazabilmek için önce yaşamam gerektiğini öğreten de Hemingway’di, kendisi dan diye söylerdi, tarzı böyle ne yapalım, hemen onu da analım.)
Ne yazık ki, Füruzan’ı artık göremeyeceğim. Yazarımızı dün (ben yazıyı bitirene dek saat 12’yi geçti elbette hemen iki gün oldu =() erken saatlerde kaybettik. Böyle durumlarda ne denilebilir ki, başımız sağ olsun.
Arda Sedefçigil’in ise yaptığımız araştırmalar sonucu İngiltere’de olduğunu öğrendik =P Umarım kendisini daha sonra tekrar görebilirim. Göremesem de üzerimdeki emeği inkâr edilemez. O yüzden, belki yapmamışsam, bu ölümler bize biraz da bu gibi şeyleri hatırlattığı için kendisine çok ama çok teşekkür ederim.
Berbat uzun anlatılarım içindeki kıvılcımları benimle paylaştığın, küstürmediğin, beni çabalamam için eğittiğin için çok teşekkürler sevgili Arda. Seveceğini düşündüğüm meşhur alıntı ile bitiriyorum:
“İnsandan insana şükür ki fark var.”
Füruzan dopdolu bir hayat yaşamış, bu dünyaya gözlerini huzurla kapamış olduğuna eminim, huzur içinde yatsın… Konuyla ilgili sorularımı bilahare ileteceğim:)