Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Barney’s Version: Duyumsamalar

Kimi arkadaşlarım neden hâlâ filmleri arşivlediğimi soruyor, kimisi hiç de çok okunmayacağımı bilmeme rağmen neden hâlâ yazdığımı. Onlara zaman zaman neden nefes aldıklarını sormak geliyor içimden. Sormuyorum. Ya da bazen çünkü ben malım bir tek siz akıllısınız demek de geçmiyor değil aynı içten. Susuyorum. Aslında temelde kimse artık cevap almak için soru sormuyor. Yalnızca kafasındaki şablona uyup uymadığını öğrenmek adına bir şeyler geveliyor, sonu gelmez cümleler kuruyor, susmuyor ve işlerine gelmeyen bir yanıtta konuyu uzattıkça uzatıyor, dinlemeyi bilmiyor-lar… Tam tersi, o bahsettiğim şablona uyuyorsa da (ya da siz uzatmamak için onun istediği cevapları verince de) sanki çok bir şey yapmış gibi ben zaten biliyordum havalarına girmekte pek de beis görmüyor-lar.

*

Epey bir süredir arşivlediğim film seçkimi Blu-ray ya da 4K versiyonları ile yeniliyorum. Yenilerken kendimle karşılaşıyorum. O zamanki buster’ı, o hâlâ çok sevilesi yanakları ve köfte dudaklarından öpüp okşuyorum. 2008’den beri izlediğim eski seçkilere göz atıyorum. Belki de bu blogu 2009’da açma cesareti gösterme sebebimin de o yıl olduğunu ve ne çok film izlediğimi düşünüyorum. Bazı notlarıma bakıyor, onların üstünü karalamayı seviyor ve bazen de bunları tekrar izlelere bakışıyorum.

Bir-ki, ve bir-ki-üç.

Kargacık burgacık el yazısı: “Rosamund Pike’ın sesiyle sevişmek istiyorum.”

Aynı filme ait bir not daha: Herzog. Altı çizili. (İşte aynen böyle.) Okumuş da unutulmuş. Neyse ki All the President’s Men hatırlanıyor. Ve yıllar, yıllar önce Dustin Hoffman için gönderdiğim selama bakılıyor. Bir şekilde -benim filmlere olan aşkıma dair oynadığı rol kutsanıyor.

Sonra tam o yıla, 2010’a gidiyorum. Düşüncede bilgelik, harekette bilgelik düsturunu edindiğim, yönetmen olacağım 2010’a. Dustin Hoffman yazısındaki yorumcu Mathilda’ya 14 sene sonra bir selam göndermeli hem diyorum, en azından onca gönderdiğimiz kargolar hat’rına. (O zamanlar YouTube’a giremiyor, ülkece “tunnel”lar kullanıyorduk, ey okur, bunlar neden bahsediyormuş deme.)

*

Elim gitmiyor tuşa basmaya. Kendimi sevmeye çalışıyorum. Bunu hak ettin, eğer 14 sene önce aldığın bu notlar doğruysa sevgili buster, diyorum, ya da ya doğruysa? Sonra nasıl oluyor, ne oluyorsa bir anda içinde buluyorum filmin. Zaman algım yitiriliyor. Babamla konuşmalar yapıyor, Bayan D.’yi, Bahar Ö.’yü ya da Gretchen’ı ne kadar da çok sevdiğimi hatırlıyor, üç evlilik de ben yapıyorum Barney ile birlikte.

Bu işlerin ne kadar zor olduğunu, ne zaman neyi yapacağını bilmememeyi, ısrar etmeyi ve elde etmeyi yeniden hatırlıyorum. Korkunç ve olası sonu, sevilememeyi, ve belki de kendini artık bırakamamayı anımsıyorum. Ne oluyor diyorum puroyu eline tutuşturduklarında Barney’nin, hayır, gerçekten şimdi mi…

Pıt pıt…

O kadar şey yaşadık bir senedir, şimdi mi başlıyor, şimdi m—

Pıt pıt pıt.

Hayır hayır, şimdi olamaz…

Pıtır pıtır.

*

Film bittikten sonra bu satırları nasıl yazacağım şekilleniyor aklımda. Yanaklarımı tuzluyorum.

Onlara veremediğim cevapları anımsıyor, zaman yolculuğu yapıyor, yanakları, dudakları ve sesleri duyumsuyorum. Bir gün belki siz de bir yerlerde Barney’s Version‘ı izlemiş kendinize rastlama ihtimali olduğu için arşivlerinizi sık tutar, ikinci izleyişinizde neleri kaybettiğinizi anımsarsınız diyor, daha iyisini yapamayacağım için Herzog’dan bir alıntıyla bitiriyorum:

“Unexpected intrusions of beauty. This is what life is.”

(Beklenmedik güzellikler. İşte hayat budur.)

-Saul Bellow.

Not: Evet küçük buster ve Mathilda, artık öğrenmişsinizdir zaten ama, oscar heykelcikleri bazen hiç de hak edenlere gitmiyor. Bakın, bu filmle aday bile olmamış Paul Giamatti. Hatta belki öğrenememişsinizdir ama, hiçbir ödül hiçbir hak edene gitmiyor, hatta ve hatta bazen aday bile gösterilmiyorlar oralara. Dünyanın bu hâline artık çoktan alışmış olmanızı diler, sizi yanak, dudak ve seslerinizden öperim.

,

2 responses to “Barney’s Version: Duyumsamalar”

  1. Esra Avatar

    İlk cümleleri okuyunca ilk yapmak istediğim o cümlelere sarılmak oldu. Vallahi nasıl diye düşünemedim, gözlerim kelimelerin üzeri denk geldiği anda kafamda görüntü belirdi. Hani böyle ama işte bu işte bu vallahi de bu diyerek insan karşısındaki arkadaşına gel bakalım şöyle yapar da kolunu uzatır, kafasını okşayarak sarılır ya öyle bir hisle o cümlelere sarılasım geldi.
    Neyse. Sabah sabah. Ofise gelip, ekranı açıp, ilk okuduğum cümleler bunlar olunca bir pazartesi sabahı.

    1. buster Avatar

      Çok iyi anladım ya ne demek istediğini. Ben de güzel bir şeye denk gelince hemen aşırı heyecanlanıp sağda solda gezinmeye koyuluyorum, kaffe falan pişiriyorum ya da çayın altını kısıyorum. (Çalışmayı zaten ekiyorum =P) Bu yorumu görünce de öyle oldum. Sarıldık. Cümlenin saçlarını düzelttik.
      Neyse pazartesi pazartesi iyi oldu bu, okuduğum ilk yorum olunca, teşekkürler =)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »