Ben her şeyden önce iyi bir izleyici, okur ve dinleyiciyim. Belki kimileri benden daha iyi yazıyordur ama daha iyi okurlar mı bu çok şüpheli. (Evet, izlemek ve dinlemek de okumak ile çok bağlantılıdır sevgili okur, hatta en çok bununla bağlantılıdır.) Bu yüzden IMDB’de yalnızca bin kişinin oyladığı bu uyarlaması çok bilinen ama kendisinden hiç söz edilmeyen filmden bahsedeceğim sizlere, ve el verdiğince neden daha iyi olduğunu anlatmaya çalışacağım. Ve artık neden çok çok çok az film izlediğime ya da izleyeceğime dair kararımı açıklayacağım.
- Sweet November 1968 versiyonu yapmacıklıktan çok uzakta.
Otursun bu filmi herkes seyretsin diyemem ama biri sözgelimi bana dese ki Sweet November’ın 2001 versiyonunu (ki öbür versiyonu çok bilinmediğinden böyle de demezler ya, neyse) çok seviyorum, ben de muhakkak 1968 versiyonunu da seyredip öyle karar vermesini öneririm. Bir kere haksızlık etmek istemem ama Anthony Newley, yani Charlie; Keanu Reeves yani Nelson’dan çoooooook daha düzgün ve gerçek bir karakter. Çok daha iyi bir oyuncu Newley, özellikle romantik komedi ve türevi özelinde. O salak kazaklarından tutun da, yüz üstü bir şeyler okurken havada ayaklarını oynatmalarına, boktan şiirlerinden gerçekten bir şeyler hissettiği yazmalarına hepsine ama hepsine bayıldığımı söylemem gerek.
Zaten burada en önemli şey de aslında iyi bir yazarın kalemimin ürünü olmasında senaryonun, bir yeniden uyarlamanın değil. Hani evin güzelliği, New York manzarası, müziği, şiiri onu bunu geçiyorum. Ağlamalar daha ciddi, aşklar daha susuşlu, kıskançlık daha bariz. Sevgiler gösterişli değil, öpüşmeler abartılı olmak zorunda değil. Taksiden çiçekler gelmiyor, ya da Sara kız arkadaş için filozof bozması laflar etmiyor. (Aşağıya videosunu bırakacağım.) Her şey çok olağan ve Sara’nın tam da olmasına izin verdiği ölçüde ilerliyor. Sara’nın davranışlarını ve Charlie’nin tutumunu gözlemlememe izin veriyor film. İzleyicisine bir fikir üretmesine izin veriyor. Bu da beni en çok tatmin eden yanı filmin ya da metnin. Artık hangisi ise doğrusu.
- Sweet November 1968 versiyonu daha karakter odaklı ve ne istediğini biliyor.
Dediğim gibi Raucher iyi bir yazar. İyi bir yazar olmasının ötesinde de anlatısında fazlalıklara yer vermiyor. Biz, Sara’nın bir sorunu olduğunu öteki filmi izlediğimizden tahmin edebiliyoruz ya da gereksiz dostane yapısından daha başında izlemediysek de. Ama yine de onun “hakkında” hiçbir şey bilmiyoruz. Yani kafadan çatlak mı, yoksa hoppa biri mi, yoksa hastalıklı mı bilmiyoruz. Ve bu 2001 versiyonundaki gibi kör göze parmak dercesine sokulmuyor. Bazı sezdirmeler (hatta bazen fazla bile olmuş olabilir) olsa da vejetaryen Alonzo ile olan konuşmaya dek Sara hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Tek bildiğimiz çok otoriter, sabit, kadın olmaya çalışan ama çocuksu olduğu. Bunu da Charlie’yi “Kasım” ayı sevgilisi yapmak için sevgilisi olup olmadığını anlamak adına sorduğu sorularda, daha en başında görebiliyoruz.
Ama 2001 versiyonu Sara ne yapıyor, gelin hep beraber görelim, kusma garantili bir oyunculuk ve diyalog:
Ya da dediğim gibi Sara’nın kanser olduğunu biz kendisinden öğrenirken, 1968 versiyonunda bir başkasından öğreniyoruz ve bu o karakterin bir yeri olmasını sağlıyor filmde. Abartılı oyunculuklar ve aşk gösterişleri yok, sunulan gerçek bir sevgi var, kabulleniş var. Olmuyorsa da çekip gitme var. “Kanser” gibi çok büyük ve herkesin uğraştığı bir sorun yok, “adı bilinmeyen, bir yerlerde yazan ama zaten de o adı pek de mühim olmayan” bir mesele, gerçek bir mesele var. O mesele ile benim bağlantı kurmama (relate) gerek yok. Beni ağla ağla ağla diye zorlamasına gerek yok.
- Sweet November 1968 versiyonunun sonu çok daha güzel.
Hatta bir romantik komedide olabilecek en güzel son diyebilirim. Film gişe yapmış mıdır bilmiyorum, bakmıyorum ve ilgilenmiyorum da ama bu filmin sonu bana aslında neyi sevdiğimi ve neyi görmek istediğimi hatırlattı tekrar.
Örneğin, bu film 2023’te çekilseydi ne olurdu diye düşündürdü. “Aralık” yani Gordon geldiğinde Sara ne olur gitme diye Charlie’nin ayaklarına mı kapanırdı, Kasım, Aralık’a bir yumruk mu sallardı? Ya da daha kötüsü giden yine 2001 versiyonunda olduğu gibi Sara mı olurdu gözlerini bağlayıp, yani bana bakma diyip giden? Hayır. Bunların hepsi yanlış ve çiğ bir son olurdu ve Sara gibi görev bilinci ile hayatını sürdüren birine bu yakışmazdı. Kasım nasıl “Sweet” ise Aralık da “Lovely” olmalıydı Sara için. Bu, bütün olan-biten nihayetinde Gordon’ın suçu değildi ve olamazdı da. Sara ailesinin yanına dönemezdi. Bu rutin’ler onu hayatta tutandı ve ele geçirilmeye izin veremezdi.
Biz işte bu sonları kaybettiğimiz ya da değerini bilemediğimiz için zannediyorum hep yavan şeyler izliyoruz son zamanlarda. Kötü diyaloglar okuyoruz, güzeli kötüden ayırt edemiyoruz. IQ seviyemiz her geçen gün daha da düşüyor.
Yeri gelmişken söyleyeyim. Benim için iyi bir sanat yapıtını kötü ya da çiğ olmaktan uzak tutan iki tarz var.
1- Anlatılan sıradan ise bunu en gerçekçi şekilde ve gereksiz detaya girmeden sunmak ve okuyucuya düşünme süresi bırakmak.
2- Anlatılan olağandışı ise de bunun büyüsüne kapılıp kibirlenmemek, akıcılığı bozmamak, abartmamak ve düşmemek. (Gerçi bu akıcılığı bozmamak ile aynı gibi görünüyor ama değil çünkü akıcılık iniş çıkışlarla bozulabilirken, giriş çok iyi, gelişme eh, sonuç kötü gibi bir düşüş bahsettiğim.)
Bu ikisinden biri de artık çok nadir meydana geliyor. Çünkü zannediyorum bir an önce bitirmek için çekildiği ve yazıldığı, özellikle film birden çok etmene bağlı olduğu için git gide daha kötü bir duruma gidiyor sektör. Aktörler de süper kahraman filmlerinde yer alıyor sadece.
Aslında itiraf etmek gerekirse bu kadar kaliteli kameralardan, yüksek bütçelerden ve bu kadar genç görünmelerden sürekli “iyi” bir şey çıkacağını beklemek de delilik bir yerde. Nadir de olsa çıkıyor, evet, haksızlık etmemek lazım. Hatta ben bu versiyonunu bilmeseydim mesela, bir kere daha izleyebilirdim Kasım’da Aşk Başkadır’ı bir gün (çünkü bana fikir, hastalığı öğrenene dek güzel geliyor) ama artık hiçbir şeye olmadığı gibi kötü yazılmış herhangi bir şeyi okumaya/izlemeye/dinlemeye de tahammülüm yok. Uyarlamalara, kiralık kalemlere, robotikleşmeye, politik doğruculuğa, kör göze parmağa, hiçbir his uyandırmayan ve sadece zaman geçirilen ve doğru müzik ve oyunculuk sosu ve kamera açısı ile içimizde azııııcık hisler uyandıran işlere ise hiç.
Ben sezdirmelerden, doğallıktan ve gerçek yazarlardan yanayım.
Sadece bu yüzden bile sevebilirim seni Sweet November 1968.
2001 yapımını izlemiş ama pek de bayılmamıştım, ama senin karşılaştırmana göre 68 yapımını sevebilirim gibi geldi, bakacağım, teşekkürler:)
daha yazar kokulu kesinlike Eren ya, şiddetle tavsiye etmem ama bir gün, o gün geldiğinde kesin anlarsın zaten, oturup izleyince insan neleri özlediğini anlıyor sanırım =)
Özellikle son zamanlarda yapılan filmler sanki zaman kaybı hissiyatı verdiği için film izlemek istediğimde hep geçmişte yapılmış genellikle 2000 öncesine bakar oldum. Daha dünyalı:)) daha hayattan geliyor. 1968 de yapılmış versiyonu izlemeyi düşündürdünüz. Normalde de diğer filmi hiç beğenmemiştim ve devamlı övülünce “yaa bir dakika, nasıl?” şaşkınlığı da yaşıyordum her tavsiye listesinde gördükçe.
Çünkü konu aslında çok güzel, ama sürekli aşağıya doğru gidiyor 2001 versiyonu. Yazma işi ile haşırneşir olan herkes ne dediğimi az çok anlayacaktır. Sonra bu filmle beraber daha yerine oturdu her şey.
Her 2000 sonrası film için ben de aynı şeyi diyemem ama bir şeylerin eksik ve daha kötüsü zorlama olduğu çok bariz gibi, teşekkürler =)