Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

En iyi 20 Türkçe Şiir (yahut en iyi 5)

Bir önceki çeviri şiirler çok tutunca bu defa tutturdular, Martinciğim o ulvi bilgeliğinle bize neden ışık olmuyor, küşayiş vermiyorsun, neden bir de bunun Türkçe sürümünü yapmıyor; hatta ve hatta bu defa neden bunları seçtiğini bize açıklamıyor, mevsimler gibi en güzele doğru şöyle bi’ numaralı sıralama yapmıyorsun dediler. Bize bir top 20 yap da keyfimiz, neşemiz yerine gelsin, ruhumuz okşansın, şâd olsun dediler. Çekiştirdiler. Ben de dedim elime mi yapışır… Neyse tamam, şaka olduğunu anladınız zaten. ŞAKA.

Neden bilmiyorum bu defa kendi kendime en iyi listesi yapmaya çalıştım. Hiçbir “en iyi” listenin nesnel olduğunu düşünmem, hele hele seçici kişi sayısı çoksa listenin iyiden iyiye bayağılaştığını da düşünürüm. (Böyle durumlarda en iyisi birkaç kişiden en iyi listelerini yapmalarını istemek ve onların karmasından en çok puanı alana ödülü vermek değil, listeleri tek tek ve ayrı ayrı yayımlamaktır esas olan.) Bereket, bu defa seçici kurulda yalnızca ben varım ve nispeten kolay oldu işim. Son 5, hatta 6-7 sıra için sıra için şunu söyleyebilirim, şiirin güzelliğinden çok benim bayılmam esas alındı. Bir film oylarken de öyle yapıyorum mesela. 9, aslında 10’dur. 10, benim beğendiğim 9’dur. 8 ise 9’dur. 7 cıvımıştır, 8 uzamıştır. 9 güzeldir ama içimden kalpler, böcekler, yıldızlar, coşkular çıkmamıştır, kısacası biriciğim değildir. 10 bebeğimdir. Şiir konuşacağımız yerde bebeğim filan demem pek hoş olmadı tabii ki, her neyse, bu pespaye durumu kenara bırakıyorum.

Bırak.

Başlık çok iddialı ama gel gör ki içerik o kadar da değil. Bu şiirlerin en az 5 tanesi Türk edebiyatında yazılmış en iyi şiirlerden olabilir. Bilhassa 6-7 tanesi gerçekten çok çok farklı ve özel olabilir. Ama esasında yine geçen ay okuduğum şiirlerden bir en iyi 20 listesi bu, başlık aldatıcı oldu ise özür dilerim.

Özür.

20 olmasına uğraşmadım, hatta 28 tane idi ama öteki 8’ini bu 20’ye uygun bulmadığım için eklemedim. (Gerçi eleme yolu ile uğraşılmış gibi oluyor ya, neyse.) Bir sonraki albüm için sakladım. Daha önce okumama rağmen bu listede olanlar da var, daha önce okuduğum ama bu 1-1.5 ay içerisinde okumadığım için listeye giremeyenler de var, benim de daha önce hiç okumamış olduğum -ve büyük ihtimal sizin de ilk kez göreceğiniz- şiirler de var. (Bu son dediğimi bazı şiirlerin gugılda olmamasından anladım.) En sevdiğim yerleri siyaha boyadım. Tam anlamıyla bi’ en iyi 20 olmasa da, bugün şu dakika itibarının en iyi 20’si budur benim için. Alternatif bir en iyi 20 demek istemiyorum ama eğer içiniz rahat edecekse öyle de diyebiliriz. Yok bu sizi tatmin etmiyorsa da, her halükarda öğreneceğiniz en az 2 harika pek de bilinmeyen şi–.. Neyse, sıktınız, başlayalım.

#20

Deniz – Orhan Veli Kanık


Ben deniz kenarındaki odamda,
Pencereye hiç bakmadan
Dışardan geçen kayıkların
Karpuz yüklü olduğunu bilirim.

Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
Aynasını odamın tavanında
Dolaştırıp beni kızdırmaktan
Hoşlanır.

Yosun kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz

(Şiirden önce mi yazsam sonra mı bilemediğim için kimilerinin önüne, kimilerinin sonuna düşüncelerimi eklemeye karar verdim. Bu şiirde kendimi Ayvalık’ta görüyorum, su tabancası var bir çocuğun çok büyük, trenlerde satılanlar gibi değil, pompası filan var, herkese bir sıkımlık veriyor. Ben alıp kaçmak istiyorum, bir yere gömerim diyorum, denize girerlerken de yanında getirmiyor, çok uzaklarda, sadece kafaları görünürken denizde, şezlonglara bakmazlarken alıp koşarım gibi hissediyorum. Kaçırırım yahut yavaş yavaş, kim görecek ki diyorum. Akşam şeytan sofrasından sonra rastlaşıyoruz. İlk defa balık yemişim. Tabancayı bana veriyor, çok kasılıyorum, düşürmeyeyim diye sıkı sıkı tutuyorum, pompasından su çıkarmak isterken yeşil yeri elimde kalıyor, kırdım sanıp koşup ağlıyorum.)

#19

(Din ile en son bizim kuşağın haşır-neşir olduğunu ya da olacağını düşünüyorum. Daha doğrusu mesele edinecek, araştıracak veya araştırıp inanmayacak yahut araştırıp inanacak, ya da sadece mitolojisi için bile okuyacak gibi bi’ haşır-neşirlik demek istediğim. Z kuşağının -hatta sadece Z demeyelim, şu anda hemen hemen herkeste böyle olmuş durumda bu- sorunlarından biri çok fazla bilgiye ve çok fazla kişinin bilgisine maruz kalmaları diye düşünüyorum. Ben herkesi dinleyemem, buna zamanım yok, bunu istemiyorum, yukarıda da yazdığım gibi demokrasinin iyileri sıradanlaştırdığına inanıyorum. Sözgelimi dünyadaki 5 milyar insan mı benim öykümü sevsin yoksa saygı duyduğum bir yazar mı deseniz, tabii ki saygı ve/veya sevgi duyduğum yazar derim. Çünkü o çoğunluğun bir anlamı, bir karşılığı yok. Bir karşılığı olmadığı gibi bir özü de yok. Ne kadar popüler bir şey hazırlarsam, o ortalama insan da onu o kadar beğenir ya da beğenecek demektir, bu da sözümona başarıyı getirir. Bu başarı ise beni kesinlikle memnun etmez, mutabakat ile alınan başarı hiç de başarı değildir, çoğunluk da başarı değildir, önemli olan başarılı olanın sizi başarılı bulması, hatta belki kıskanması, olmayanın ise belki size özenmesidir. Ancak bu beni tatmin edebilir, hatta ancak bu tatmin edici olmalıdır. Ne diyorduk, son inanan… Evet, son inananların çocuklukları ve rüyaları ile ilgili bu da, hâlâ anneyi arama bir yerde, sonra kavuşma.)

Ahret – Ziya Osman Saba

Bir garip dünyada ben yadırgadım yerimi.
Yıllardan sonra bir gün, görüp çektiklerimi,
Tanrım bir meleğine emredecek: -Yetişir!

Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım.
Beni bekleyedursun artık ılık yatağım;
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir.

Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik,
Başım bir defa olsun dönmeyecek geriye. 

Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak. 
Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak: 
Görmeyeli ne kadar büyümüş oğlum” diye.

#18

(Efendim söylenenlere göre Garip’i ortaya çıkaran şiir buymuş, en azından hatıralar bunları söylüyor. Oktay Rifat bu şiiri okuduğunda -ki en başta bu ne biçim iş filan der diye de çekiniyormuş Horozu- birden kalkıp sarılıvermiş Orhan Veli kendisine. İşte bu demiş, işte bu. Ben de sonunu okuduğumda aynı hislerle yandım.)

Saksılar – Oktay Rifat Horozcu


Pencerede saksılarım var benim de;
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Acep neden sade yaz günleri taşır
Bir demet çiçek gibi sevgilim.
Çiçekli bir şemsiye elinde?

Ah! Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Muttasıl ağlamak geliyor içimden.

#17

(Bütün dünyadaki acıları yüreğimde hissettiğim o kısa dönemi hatırlıyorum. Sanırım en güzel olduğum zamana denk geliyor. Her şeyin beni üzdüğü, bütün o üzülenleri üzenleri üzmek için bütün gücü içimde hissettiğim, elimden bir şey gelmeyince, farkında olmaksızın, çeşmeler ve gözlerin birbirine karıştığı zamanı. Bir daha bu şekilde hissedemeyecek olmam sanırım sorunum. Sömürün sonu yok somun.)

Gözyaşı Eylemi – Fazıl Hüsnü Dağlarca

Milyarlarca acının yanındayızdır,
Kimse değil ki tek.
Ben bütün yoksulluklara, açlıklara ağlayacağım
Göz göz, 

Yürek yürek.

Dağ elden, ova ayaktan sonra,
Çağlar üzre oluşan bir eylem var.
Ben bütün ezilmişlere, sömürülmüşlere ağlayacağım.

İçimde
Çağlayanlar yangınlar.

Kilitlese de yıldızlar geceyi
Doğar gelecekler günden.
Ben bütün tutsaklıklara, haksızlıklara ağlayacağım.

Gücün yeterse
Gözyaşını kaldır yeryüzünden.

#16(Şiir hakkında söylenecek pek bir şey yok, ben art arda söylenmiş güzel seslerin ve o seslerin adlarının, zihnimdeki akislerinin bile şiir olacağına inanan biriyimdir. Buradaki lirik hava beni gerçekten mest ediyor. Çocukken küçük dolabımızdaki meyve bölümünün tıkabasa dolu hali zihnime düşüyor, Sadık eniştenin bir yere giderken manav için arabayı köşeye çekmiş hali, elleri dolu hali bagaja bacak arası açık koşar hali… Şimdi Sevişme Vakti’nin eski baskısına Fethi Karataş’ın çok güzel bir çizimi de eşlik eder bu şiire, bulabilirsem ekleyeceğim.)

Marikula Doğur – Sait Faik Abasıyanık

İstemem eski rüyalardaki kadın resimlerini
Tombul ve beyaz.
Bana bir taze dişin, yazın kumsalda kızarmış
Tüylü altın bacağın yeter.
Ve tren yollarında tüten öğlelerin
Kışın şarap içtiğimiz kahvelerdeki
Boyalı kadınlar rüyası… bitsin.

Ne su başlarında tavus tüyleri gibi çeşitli böceklerin hasreti
Ne çayır içinde gülüşen çocukların yırtık mintanları.
Sen: Taze dişlerinde hıyar kokusu…
Ağzında olgun domateslerin çekirdeği
Karpuz ve erik.

Doldursun bütün bu sahili Marikula
Çıplak dizlerinde ağları ördüğün zaman
Birdenbire sancılanarak yapacağın çocuklar.
Vapurlara seslenecekler Marikula:
– Hey, kaptan dur!
Her dokuz ay on günde ikizlerini
Sandallar boş bekliyor.
Balık yalnız tutulmuyor Marikula.

Bacakları çevik çocuklarım sendedir!
Doğur Marikula doğur!

ek

#15

Kara Dut – Bedri Rahmi Eyüboğlu

Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

(İkinci kısmını da çok seviyorum şiirin ama bu kadarını koymak istedim. Zamanında şarkıya da dönüştürülmüş. Rivayete göre annemler üç kardeş olduklarından anneannem onları böyle sever, çağırırmış. Karadut dayım, çatalkara annem, çingene teyzem. Hepsi de aşırı beyaz insanlar, ama işte diyorum ya o liriklik ve coşkunluk… Zaten kendisi biliyorsunuz ressam daha doğrusu ressam kişiliği çok daha ön planda şairliğine kıstasla. Ne zaman okusam sanki eksik olan parçalar bir bir toparlanır, gerisi hep hüzün olsa da gözlerimi kapadığımda herkesi yanımda hissederim, zaman susar, zaman şaşar, zaman yoktur. Anneannem konuşur, ben dinlerim.)

(Hamiş: Annem diyor ki şiirden değil şarkıdan, ayrıca şarkıyı da yanlış hatırlıyorsun o arım, balım, peteğim idi. Bu konuda kendisi ile iddialaşamayacağım. Ben bu muhabbeti anneannemle yaptığıma eminim, hem bu da olabilirdi süresince.)

#14

(Fazla kaçırılmış bir gecede, neyin fazla kaçırıldığı önemli olmayan yahut tam da fazla kaçırılması gereken gecede, fazla kaçırdığınız için ayıplanmayacağınız hatta bu gerektiği için tebrik dahi edileceğiniz işte bu gecede, sizi aramasını fazlasıyla istediğiniz bir kimsenin hayaleti ile yolculuğa çıkarsınız aramak adına, gelmiş sizin temas ettiğiniz her yere konmuştur, size ve tüm dizelere.)Hatıra – Ahmet Muhip Dıranas

Dün, bir gölge gibi geçti yanımdan
Oydu, bir bakışta tanıdım onu;
Rüyalarıma tayf halinde konan,
Peşime bir korku gibi düşen o.

Bazı yapraktı, bazı bir rüzgâr.
Dolardı aydınlık olup, odama.
Bahçemde süzülür giderdi bahar
Sabahının fecri vururken cama.

Ayakları kumda bırakmadan iz
Yanıma geldiği hep gecelerdi;
Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz
Uzak bir maziye dönüp giderdi.

Bir avuç ışıktı incecik yüzü,
Gözleri geceler gibi derindi;
İçine başımın her an düştüğü
Avuçları sudan daha serindi.

Geçerken dün yoldan, ruhumu saran
Bir gölge halinde ve ağır ağır;
Tanıdım; o, yâdı hoş zamanlardan
Seven ve yaşayan bir hatıradır.

#13

Bayram – Orhan Veli Kanık

Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye Nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.

Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!

(Bilenler illaki vardır. Fark edilmiştir bile buraya kadar okumaya bir şekilde devam ettiyseniz. Ben çocukluğun delisiyimdir, hastasıyımdır, çocukluğa dair her şeyi çok severim. Yani horoz şekeri, kayık salıncak, macun, zıpzıp ve simit denmesi başlı başına sevmem için yeterli iken, bir de en sevdiğim hayvanlardan birine ya da hayvana bunları tembihlemesi ve ondan istemesi beni mest eder her seferinde, eh sanırım bu yazı da şiirin ismine anca biter, o halde hepinize iyi bayramlar.)

#12

Sevgilerde – Behçet Necatigil

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı

(Şiir annemi anımsatıyor. Onun gibi sevmeleri zamansız, onun gibi zamanları zamansız, onun gibi sadık, onun gibi her şeye rağmen umutlu bir umutsuz, yakınları da tanımaz onu yahut farklı farklı tanır her bir yakını, veyahut zaten yakını yoktur, o herkese belli bir mesafede ve uzaktır, uzaktadır. Sevmek, seni seviyorum demek çok zordur onun için, sevilmelere karşı da çaresiz hisseder kendini, kafasını saklar her defasında. O ağlar, onun ağlaması beni de ağlatır, beni en çok başkasının ağlaması ağlatır. Konuşmadan, keşke başka şartlarda sen benim annem olsaydın ve ben de başka şartlar altında senin oğlun olsaydın derim. O da iyelik eklerini kendine uyarlayarak bana söyler. Anneler gününü kutlar, ellerinden öperim. Elden öpülmek için pek gençsindir bilirim… Olsun.)

#11

Birisi – Nahit Ulvi Akgün

Bir şey var aramızda 

Senin bakışından belli 
Benim yanan yüzümden. 
Dalıveriyoruz arada bir. 
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki, 
Gülüşerek başlıyoruz söze. 
 
Bir şey var aramızda 
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek. 
Fakat ne kadar saklasak nafile 
Bir şey var aramızda, 
Senin gözlerinde ışıldıyor, 

Benim dilimin ucunda.

(Liseden Nesrin geliyor aklıma, bölümleri seçmemişiz daha, bacağı bacağıma değiyor, bana annesinin yaptığı, ama kendisinin de yardım ettiği böreklerden, poğaçalardan yediriyor, ağzımın kenarından kırıntıları serçe parmakları ile topluyor. Çenemi seviyor elinin dışı ile. Bütün sınıf bize bakıyor okulun son günü, bütün sınıf Nesrin’in elinden annesinin yaptığı ama onun da yardım ettiği yemekleri yemek istiyor. Nafile. Gözümüz başkasını görmüyor.)

#10(Senelerce Balat’ta, git-gellerle, bir berber dükkânının üzerinde yaşadım. Bir berber bazen bir berberdi, bazen bi’ arkadaş, bazen küs bir komşu, bazen ona ağladığım, bazen Ankara havası ile oynadım, bazen toplanma mekânı oldu, kimi zaman çocukluktu arkadaşlığımız, çoğunlukla fiski, zaman zaman da v, öyle bir Mustafa abiydi işte ve dükkân. Bazen de kapı eşiğinde bana gelen vahiylerdi yeşil kapı…)

Berber Dükkanı Önünde Bilgelik – Ceyhun Atuf Kansu

Koyup gitmek var ya şu dünyayı
Kahveleri, tavşan kanı çayları
Kitapları, dergileri, ozanları
Çatılardan dökülen mavi şarabı
Bedava meyhanesinde gökyüzünün.

Rahmaninof teli ince ve gergin

Uyanışında bir bahar gününün
Tınlayacağı tutar kalbimizin
Kopar bir yerinden, taş damar.

Biliyorum başka dünya yok,
Varsa yoksa bu dünya
Biliyorum demir, kalsiyum, azot
Hepsi var yattığım yeni yerde
Ama ben yokum gül türküsü söyleyecek,
Hayat yok en güzel biçimi örgütlenmenin.

#9Cep – Asaf Hâlet Çelebi

seni rüyalarımda buldum
ve çok beğendiğim için
oradan çıkmak istemedim
şimdi derinlikte
—ve genişlikteyiz
ve bizzat
—-rüya
—–ben’im

kendi kendimi görüyorum
ve kendi içimde seyretmekteyim
bir cebim var ki
—karanlıktır
oradan oyuncak güneşler
——————–bahçeler
—————————–ve denizler çıkar
ve bıkınca onları başka bir cebime atarım

en güzel oyuncağım sen
bahçelerimin beni eğlendirmediği zaman
gel
–ve beni avut

(Asaf Halet Çelebi sık sık atıf yaptığım şairlerimizden bir tanesi. O sözümona metinlerarasılığı kendi çapımda yapmaya giriştiğim en sevdiğim kalemlerden zatıalieri. Bu oyunlu sözlerin içinde yine aynı temaların içindeyiz. Bu sefer rüya, oyun, kendilik iç içe girmiş, afili konuşmak gerekirse bir negatif diyalektik sağlanmış. O-onun değili, yani ve bu sayede, kendi olmuş. Afili konuşmayı kesmek ve şairane konuşmak gerekirse ben başkası değil, ve şairane konuşmayı da kesmek gerekirse, ben sendeki beni seviyorum, benimle oynar mısın, ben? Yani sen, ama ben?)

#8

Küçük Hanımın Gezmesi – Cahit Külebi

Doru atları tımar etti
Giyinip kuşanıp gitti 

Baktırdı kendine saatlerce
Rüzgâr çıktı saçlarını kaybetti
 
Bir gül buldu saçlarını ararken
Koklarken dikeni battı
 
Beyazcık parmaklarından
Gülün rengi aktı
 
Sinirleri bozuldu gül solunca
Ağladı attı
 
Eve döndü doru atlar yorgun
Soyunup yattı.

(Üzerine çok konuşmak istediğim, yine çok sevdiğim şiirlerden bir tanesi daha Küçük Hanımın Gezmesi. Ama şiir değil, şair hakkında konuşacağım. N’apalım, bu da böyle… Cahit Külebi için ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Zamanında yüksek lisans yaparken hocalarımdan, canım hocalarımdan biri Nezihe Meriç için taşralı demişti, havası için yani, belki de yazımı için, neyse. Ben de Cahit Külebi için böyle şeyler düşünmüştüm, ilk kitabını okuduğumda 18 yoktum, Varlık Yayınlarının kitapları set olarak satılırdı internette ve şanslı iseniz 2 liraya Aylak Adam’ın ilk baskısına filan bile sahip olabilirdiniz. İşte böyle zamanlarda tanışmıştım Cahit Külebi ile, o lot ile gelmişti bana, yollarımız kesişmişti, hiç okumak istememiştim bile, sadece istediğime ulaşmak için almak zorunda olduğum lotun içindeydi. Bir süre sonra merak sardı, açtım okudum tabii ki, saçma sapan siyasi şeyler dedim, atıp tuttum arkasından. Şiirde bunlara yer yok derdim bilmiş bilmiş, iç anadolu ezgilerini aşağılardım. Gel zaman git zaman kendisi ile yeniden karşılaştık. Sene bilmemkaç. Sanırım 2013 öncesi, çünkü şurada yazana göre Cahit Külebi’nin hakkı verilmiyor diye tutturacakmışım, bu yazı o zamanlarda yazıldı ise evet, 2013 öncesi. Sevgilimden ayrılmışım. Ahmet karşımda oturuyor. Ahmet iyi içer, Kanka yapacak bir şey yok, sanane yani abi, sanane diyor. Ağzına birkaç fıstık atıyor. Birasından büyük bir yudum alıp, bastırmaya çalıştığı hafif geğiriği içine atıyor, sol elini yumruk yaptığı yere doğru eğimli konuşuyor.

“Kanka Cahit Külebi ne demiş, Kamyonlar yine kavun taşır fakat içimde şarkı bitti.”

Sanırım edebiyat tam da budur. Ahmet’ten çok çok daha fazla zaman geçirdiğim, ondan çok çok daha fazla sevdiğim insanlar hayatımda oldu hep. Ama bu lafı etmesi Ahmet’i unutulmaz kıldı. Komik olan, kendisi edebiyattan filan da anlamaz ama sanırım Cahit abi memleketlisi. Yazınca, hatta sadece düşününce bile, ne anı ama diyor insan. Bu da o kitaptan lot sayesinde okuduğum kitaplardan.)

#7

Kurtalan Treni’ne Gazel – Atilla İlhan

kurtalan treni’nde unutulan bir kız çocuğu
yıllardan kimbilir dokuz yüz kırk üç müdür
sürdürür ömrü boyunca başladığı yolculuğu

kurtalan treni’ni sanki rüyasında görmüştür
kederli bir yağmur içinde bütün camları buğulu
yolcuları bakışarak bir vehameti bölüşür

gece rampalarında yalnız bir devin soluğu
uyku bastırmıştır cıgaralar söndürülmüştür
sessiz bir öfkeyle büyür dışarda simsiyah doğu

içkiye dalmış bir subay yok bir kadınla öpüşür
karısı süheylâ mı hâlâ okşayıp durduğu
çünkü beykoz’da bırakmış siirt’te hayat müşküldür

vagon penceresinden ayın gözlerinde doğduğu
o kız çocuğu sabaha karşı gizlice üşümüştür
dudakları masmavi dağ istasyonlarının soğuğu

ıslak bir gazetede tobruk nihayet düşmüştür
haydarpaşa’dan beri her yolcunun okuduğu
niğde’de elma sarılmıştır üstüne çay dökülmüştür

nedir tren düdüklerinin çığlık çığlığa sorduğu
bir şehri terk ederken susmak bu kadar güç müdür
kadere dönüştüren nedir sıradan bir yolculuğu

yıllardan attilâ ilhan dokuz yüz kırk üç müdür
hani kurtalan treni’nde o kızın unutulduğu
yoksa bütün unutulanlar zaten ölmüş müdür

(Bu şiiri bilhassa çok seviyorum. Elbette bana düşmez ama Atilla İlhan’ın en şiir şiirlerinden biridir. Bir kere tren dünyanın en şiir aracı olabilir, garlar dünyanın en hüzünlü yerleri olabilir. Sözgelimi bugünlerde yeterince ağlamıyorsak ayrılık sahnelerinde, tren olmadığı içindir. Yavaş yavaş ayrılan tren olmadığı içindir, peşinden koşan olmadığı içindir, son anda fikir değiştirip camdan bile olsa atlama ihtimali olmadığı içindir. Şiire dönelim. Yine en sevdiğim düş-gerçek karmaşası var, bir ses var ki bu bence en güzellerinden, bu şiirin sesi, çıkardığı ses. Yolcuların bakışma sesi, çay koyma sesi, sessizliğin sesi… Ben kendimi hep bir şekilde buralardan gider, sonra buralara döner halde bulduğumdan… Gitme, yolda olma hali, bir şekilde istenmeme, atılmışlık, vah efendimcilik de peşinden geldiğinden. Sonu da öyle biter şiirin… Burada konuşmuştuk ya, en son kişi sizi unuttuğunda bu dünyada yaşayan, o zaman ölüyorsunuz diye. Böyle galiba biraz da işte. Hüzün.)

#6

Uyanıklık – Asaf Hâlet Çelebi 

uykum geliyor
uykum geliyor
uzaklaşıyorum
———yaklaşıyorum
kendimden
—————kendime

sevdiğim havaları rahat dinliyorum

şekil keskinlikleri körleşiyor
ağırlıklar kalkıyor
çıkıyorum
—–bu âlemlerden
uykum geliyor
uykum geliyor

uyanık yollar yürüyorum
uykuda yollar yürüyorum
uykuda insanlar görüyorum
niçin gördüğümü bilemiyorum
————————————-uykum geliyor
————————————-uykum geliyor(Yukarıda bir yerlerde çok sevdiğimi söylediğim için tekrar etmeyeceğim. Aslında iki kişi almak istemiyordum buralara ama zaten ipince olan kitabının daha ince şiirlerini tekrar okuyunca almamak imkansız hale geldi. En sevdiğim mi tam emin olamamakla birlikte en sevdiklerimden biri diyebilirim Uyanıklık, yani insomnia için. Böyle bir dertten muzdarip olmadığımdan bana daha çok sara nöbetlerini, yahut aşka ilk düşülen anı, çok beğenilen bir sanat eseri önündeki kalakalma halini, Stendhal sendromunu anımsatıyor şiir. Bir anlık kasıntı, kalbin çok hızlı atması ve birdenbire kesilmesi, sonra sesin kesilmesi, o geçen sürede hissedilen çene ağrısı, kimse olmadığı için ne olduğunu da tam olarak bilememe, korkudan doktorlara gidememe. Çaresi olmayan bir hastalık. Aşkın bu olmadığını insanlar düşünse ya da sara nöbetini kulağa korkunç da gelse, sevilen havaları dinleme, ağırlıkların kalkması, bu alemlerden çıkma ve uyanık olduğu halde yollar görülmesine yol açıyor durum. Tıpkı ilk defa bir sanat eserinin önünde donan zamana şahit olman gibi.)
#5

(Sıradaki şiir bana çok -gene sizin bildiğiniz gibi A ile- çok ama çok dokanıyor. Genel olarak Cahit abi ne yazarsa bana dokunuyor ama bu bir başka dokunuyor sanki, böyle umutsuzun en umutsuzu, ölmeyi bile becerememek, onun bile eğreti durması derler ya, öyle belki. Daha başından, yukarıda bahsettiğim -yahut aşağıda tam olarak şiirlerin sıralamasını hâlâ belirlemedim ve bunları belirlemeden yazıyorum ki etkilenmeyeyim- sürekli hareket halinde olup, her yerde olma ve aslında hiçbir yerde olamamayı o kadar güzel dokunuyor ki, söylenecek pek söz kalmıyor. İnsan anca kendi kadar var oluyor dünyada. Yahut -abiliyor diyelim.)

Batı – Cahit Külebi

Sen bir gölge gibi şehirden şehire
Kendini kaybetmekten başka ne yaptın?
Kalabalıklar ürkütür insanı,
Düşünmeye, sevmeye fayda etmez.
Yalanlar, kötülükler, yüze gülmeler
Ve bağlanmalar bilinmeden
Ve ossaat kopup gitmeler
Ve düşüncenin düşünceye çarpması
Ve aydınlıklar pırıl pırıl
Ve sayrılıklar, umutsuzluklar, hayıflanmalar
Ve aydın yüzler, çakıp sönen
Ve şefkat ve kin ve keder.

Acı acıyı, geceler geceleri
Yalnızlık yalnızlığı yer bitmez.
Sen, seni kemirirsin, bitersin.
Kendini ısıran hayvanlar gibi.
Koca şehirler kıvranır durur,
Bir kurşun sıkmak istersin, gücün yetmez.

Hür deniz, dinleyen evren, çırpınan düşünce
Tanrıdan haber salar bu yana.
Ne korsan teknesi yelkenliler, ne buhar gemileri
Ne homurdanan uçaklar kulaç kulaç…
Gül yaprağından hiçbiri sağlam değil
Fındık kabuğundan fark etmez.
İnsanoğlu da sağlam değil
İnsanoğlu sayrı, insanoğlu mahzun
Bir kurşundur umut, attığın yere gitmez

#4

Aramızda – Nahit Ulvi Akgün

Yaşardın romanların içinde.
O insanlarla omuz omuza.
Gece yarısı atlardınız trenden.
Sabah başka şehirde.

Ellerini verirdin kimine,
Elbiselerini giyerdin kiminin.
Geçerdiniz aynı sokaktan,
Bölüşürdünüz aynı ekmeği.

Yaşadın mı kimbilir?
Bir şenlik gecesi başın havada.
Anlamayacaksın gerçekten öldüğünü.
Belki öldün bir romanda.

(Bu şiir gönlümün birincisidir aslında, ilk defa okudum ve çok sevdim, aslında, yani efendim doğrusunu söylemek gerekirse keşke bu şiir bana yazılsaydı da dedim, keşke birileri bana bu şiiri yazsaydı, keşke bir yerlerde birisi bana bu şiiri yazsa idi ve ben çok sevseydim dedim. Birini sadece bunu yazdığı için bile sevebilirdim yahut öldürebilirdim. Ki sevdim de. Bir romanda da öldüm, öbüründe de canlandım, bir şiirde boğuldum, ötekinde kurtuldum ama kendimi bunda kaybettim. Canım Ulviciğim. Canım.)

#3 
(İnsanın dili varmıyor demeye ama eğri oturup doğru konuşalım. -Bu da ne biçim lafsa.- Yukarıda bayıldığım Orhan Veli şiiri vardı ya hani, çocuk olanı, bu işte o bayramda çocuk olanın çok çok daha güzeli. Biraz anlatımı ağdalı -bu daha da iğrenç bir kelime canıtın- ama hikâyesi çok daha anlamlı, bir kere tekrar çocuk olma değil, beden yaşlı iken çocuk olma hali mevcut. Doğaya kaçarken bilincini terk etmemesi mevcut. Sesi çok daha gür, daha ritmik, daha muzır, ecnebiler der ya hümor yapan bir hâl de var. Kısacası…
Daha şiir. Oh be, dedik sonunda. Masumiyetinizden öpüyorum.)
İthaf – İlhan Berk
 
Size kocaman hattı-üstüva ağaçlarının
Acaip, lezzetli yemişlerini tattıracağım çocuklar…
İçimde bir çırpıda genişleyen iklimlerin
Hasad ayını müjdeleyen seslerini duyuyorum.
Sizin için sandık sandık boncuk ayırttım
Duvarınıza resimler; adınıza mühür kazıttım.

Beni de aranıza alın çocuklar…
Size ip atıp düşüreceğiniz yıldızları düşürürüm,
Göz aynama değen gökleri kat kat eder
Bir yumak yapıp elinize veririm.
Cumartesi günleri sizi cinlerin en meşhurlarıyla tanıştırırım.

Su yollarına köprü kurmasını öğretirim
Her yanı bir göz aralığı kadar yırtık mendilimin
Size, bir ucunu niçin düğümlediğimi söylerim.
Dört yana dal budak salan arzuların
Kıvrım kıvrım gerinişlerinden bahsederim.
Nihayet bir leğende bir memleket düşünürüz:
Kâğıt gemiler yapıp yüzdürürüz….
Beyaz evler kurdururum uçsuz bucaksız
Ben bir dağdan bir dağa ünlerim
Size kuyudan ayı çıkarmaya yardım ederim.

#2
(Kendisi biraz benim yol arkadaşım gibi, en eski, en çok, en başka başka şeyler söyleyen, en duygusal, en içten, en boşvermiş, en içe dönük kişi o. En bir şey anlatmak istemeyen, yalnızca dert döken ama en çok da anlatan o. Öteki popülerlerden biraz daha farklı, imgeseli ile simgeseli birbirine girmiş… Bazen hanımına kendini sevdirmek için türlü numaralar yaptığını ama yine de yaranamadığından kendini şiire verdiğini de düşünürüm dostumun. Bu şiiri de pek bilinmez. Çünkü bir kitapta basılmamıştır, toplu şiirleri sırasında, hatta yanılmıyorsam Can yayınlarında bile değil, tekrar baskısı YKY’de yapıldığında ortaya çıkıp seçkiye eklenmiştir, zamanında dergiye yazdığı bu şiir. Bazen bu tür şeyleri, vallahi 10 kişi için bile okusa, çıkıp gün yüzüne koymak beni tedirgin ediyor. Acaba diyorum şiir orada unutulmak mı istiyordu ne, ner’den çıkmış yani? Çıkmış tekrar. Durduk yere saklanan mektupların ortaya çıkıp sizi dağıtması gibi. Turgut Uyar durduk yere ortaya çıkıp sizi dağıtan o gizli kapalı mektuplar gibi. Sizi onları yapıştırmaya iten bir bant, bir tutkal gibi.)
 

Eski Akşamlara Dönüş – Turgut Uyar
 
İnandım o zaman dünyamız güzelleşir
Çocuklar peynir ekmek yerler kapılarda
Üç aşağı beş yukarı dolaşır kızlar
—Sahi eskiden kızlar vardı
    başkaları isterse küçümsesin—
Benim koltuğumda gündelik ekmeğimiz
Göğsümüzde belli belirsiz ve güzel yıldızlar
Ben sana gülümserim sen anlarsın
Uzak kasabalarda düğünler olur
Şaraplar eskir fıçılarında
Işıklar bir yanar bir söner inandım
Geceleyin gene bildiğin gibi
Umarım beni bağışlarsın

Bakma belirsiz bir şeyler özlediğime
Bildiğimden değil
Senin gerçeğin hem eski hem güzel
Unuttuğum türküleri artık hatırladım.
Biri aşktı biri iyilikti biri yeşil
Ben bir alaca vakte dolanır gelirim
Ardımda bir şey komam hep yakarım
Seni kapımızda bekler bulurum
Ama uzağımızdan gemiler geçermiş geçsin
Işıkları pırıl pırıl yanarmış yansın
Sular varmış şehirler varmış ötelerimizde
Bildiklerimiz yalanmış bilmediğimiz yokmuş
Artık senin gibi inanmak istiyorum
Dünyada ne varsa bizim içindir

Ben bir alaca vakte dolanır gelirim
Seni kapımızda bekler bulurum
Tutar kucağından çocuğumuzu alırım
Tanrı bizi görsün kıvansın
Ayışığı ister olsun ister olmasın
Geceleyin gene bildiğin gibi
Geceleyin gene senin türkünü söylerim.#1 

(Eğer bu şiiri birinci seçmediysem, tamamen nesnel yaklaşmışım demektir duruma. Ki bu da hiç benlik değil. Bir kere benim gibi manyak haricinde kim Hâmit Macit Selekler’i, Turgut Uyarların, Oktay Rifatların ve yukarıda gördüğünüz bütün öteki şairlerin arasında birinci sıraya koyar ki? Ne bileyim ruhu hiç mi şâd olmasın mı adamın şimdi, Öyle Değil Mi? Nesilden nesile aktarılmasın mı, hep mi kaderi unutulmak olsun? Saçma sapan bir sene 2020’de -ki 2020’nin bir suçu yoktur- saçma sapan birinin yaptığı listede bile mi en iyi olmasın? Olmasın elbette, tamam, dediğiniz gibi olsun.
Pekiyi, desem size, sadece hiç birinci olmamış olması değildir kendisini birinci yapan, kabul mü? Bir kere masumiyet takıntılıyım ben, bu yüzden çok sevdiğimi söylüyorum size, yazdığım bir öyküye çok benzediği için de çok sevdim diyorum, zaten burada kafadan ruhdaş olduğumuz anlamını çıkarttım bile, anlamıyor musunuz? Ne diyordu, heh, dirim ortağı olduğumuzu çıkardım diyorum, artık anlasanıza. Sonra başka neler çıkardım, eski aşklar çıkardım, bize paralel dünyada yaşayan masum çocuklar çıkardım, yaz ayları çıkardım, özlenen insanlar ve durumlar çıkardım. Bu durumları yine not almak için kullanan ve kendi kendini düşten uyandıran bir yazar çıkardım, becerememiş, olamamış, olduramamış insanlar, çeşitli anlamlar, sözler çıkardım. Sözler çıkardım, sözler. Umarım dedim, bir gün mutlaka karşılaşacağız, dedim, kendi kendime söz verdim, sözler çıkardım, daha neler neler çıkardım, sözleri çıkardım, sözlerin hepsini çıkardım, oturdum yazdım, yırtılmış öyküleri çıkardım, hepsini, daha neleri neleri çıkardım.)

Öyle Değil Mi? – Hâmit Macit Selekler

Bu yazı bambaşka düşünüyorduk:
Geniş bir bahçede biz iki çocuk
Gibi dalacaktık geçen günlere.

Günler damla damla altın demekti;
Günler eriyecek, süzülecekti,
Dallar arasından durduğun yere…

Şüphesiz, şebnemler bırakır, geçer,
Serperdi rengini aylı geceler
Ümitli hülyalar kurduğun yere…

Zamanı o kadar içten severek,
İçimizden sesler “geçme!” diyecek
Gibiydi aydınlık geçen günlere…

Bu yazı bambaşka düşündük; zaman.
Gelmedi. Sen şimdi odanda uzan
Ve bir cümle kaydet küçük deftere

Ele ne geçti ki umulanlardan?

 
, , , , ,

5 responses to “En iyi 20 Türkçe Şiir (yahut en iyi 5)”

  1. günay Avatar

    Ben bu tür değerlendirmeleri daha çok seviyorum. Yoksa diğer türlü baktığmız zaman çok fazla şair eklenebilir-çıkarılabilir. Bu şiirler arasında benim en iyiye doğru sıralamam şu şekilde olurdu:

    17-19-13-14-8-15-16-1-4-10-12-11-9-6-5-20-18-3-7-2

    Turgut Uyar'ın şiirini ya<dığınız için de ben kendi adıma teşekkür ederim, boşa gitmedi yani. bilmedğim bir sürü vardı da onu çok sevdim.

  2. buster Avatar

    Ben nedense hep değeri pek verilmeyen işlerin peşinden koşuyorum, yani ben bile vermezsem o değeri tümden kıyıda köşede kalacaklarmış gibi. Bir spor ekibinin gözlemcisiyim sanki, ya da kendimi farklı (iğrenç bir kelime daha) hissetmek için bilemiyorum, çok da düşünmemeye çalışıyorum.
    Galiba benimki biraz yazdığım gibi öznel+nesnel karışımı oluyor, sizinki öyle değildir demiyorum tabii ki de, yani belki sadece öznel veya sadece nesneldir, sadece kendi değerlendirmem bu şekilde. Teşekkürler ve bir şey değil bu arada =)

  3. Leia Avatar

    Nahit Ulvi Bey’i ben de pek bi’ sevdim. Hamit Macit Bey’in ruhunu şâd eylemene de ayrıca sevindim, ne şahane!

    Sevdiklerimi sıralayayıyım; ama öncelik sıralaması değil asla. İçinde, içimi buran ya da açan duygular olanları bunlar.
    20-15-11-12-5-1

    Ama!

    “Zaman.
    Gelmedi. “

  4. buster Avatar

    Vovovovovov, sevgili avareciğim daha yeni görüyorum yorumunu vallahi, umudu kesmiştim ahhahah.

    Şeyi çok seviyorum ben ya, böyle eşruh olma fikrini, bu satırlarda aynı olmasa da bir şey hisseden insanlarla ruhlarımızın bir şekilde bir yerlerde ahbap olduklarını düşünüyorum, daha doğrusu biliyorum. Edebiyat bazen bunu da yapıyor.

    Zaman. Yine gelmedi, neyse bakalım =/

  5. […] yine dillerden düşmeyen Sevda Peşinde’yi, yine aynı sebeple Hikâye’yi, şurada konuk ettiğim Küçük Hanımın Gezmesi’ni ve Batı’yı almadım. (Ki ikisini de çok […]

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »