Tarihi devirler yazının bulunmasına göre tarih öncesi ve tarihi devirler olarak ikiye ayrılır. Düşününce üst başlığı tarihi çağlar/devirler olan bu şemanın, yazının bulunmasından önceki döneme göre “TARİH ÖNCESİ” denmesine karşın, yazının bulunmasından sonraki döneme tekrardan “TARİH ÇAĞLARI” denmesi biraz abes duruyor.
Aşağıda göreceğiniz tablo aslında biraz eskidi. İnternet’in bulunmasıyla artık DİJİTAL ÇAĞ’a girdik ve bu da tarihi olan çağın artık kapandığının göstergesi. Hani bizler okuldayken (ya da hâlâ öyleyiz ya da şu anda daha yeni okuma-yazma öğrenip de bunları okuyanlara -artık hangi yıldalar veya çağdalarsa- selamlar olsun) de tartışılırdı ya, önümüzdeki çağı ne başlatıp-ne bitirecek, ne kapatacak gibi sorular… Heh işte, artık önümüzdeki çağ yazının bulunuşuna göre olan çağ değil, Internet’in ve Sosyal Medya’nın çıkışına göre olacak olan, hatta olmakta olan çağdır. Facebook, Twitter, Snapchat, Whatsapp derken, günümüzde en yoğun kullanılan Instagram olduğu için, yaşadığımız devri henüz Dijital Çağ’ın Yontma Taş Devri klasmanında görebiliyoruz. Yani, yeni ve çok çok etkili (örneğin ölümsüzlük, hologram olarak hayatın devam etmesi vs.) bir şey daha ortaya çıkacak. Ve bu tarih öncesi dönemlerde olduğu gibi binlerce yıl sürmeyecek ve bundan sonrasına X ÇAĞI derken, X ÇAĞINIDAN ÖNCEKİ ÇAĞLAR klasmanında yer alacak iki devirden biri Facebook iken, öteki de Instagram olacak. Şu şekilde söyleyecekler belki de: Dijital Instagram Çağı.
Şimdi “maden” dönemine bile geçmediğimizi, ta en solda, taş devrinde, mağaralarında takılan insanların bulunduğu çağda olduğumuzu belirtmemiz lazım. Eğer Paleoltik çağ Facebook ise, Mezolitik dönemde olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu da en az milattan 8 bin yıl öncesine denk geliyor, -matematiğinize güvenmediğimden değil ama- bu demek oluyor ki 10 bin yıl öncesinden bahsedeceğim. Ve bunlar distopya filan değil, yaşadıklarımız, kazılarda ortaya çıkanlar vs vs. Bizim hayatımız eğer yaşadığımız gerçekse, var isek ve yaşıyor isek zaten, evet, distopya değil. Ya da buna bir tişörtte yazıldığı gibi “Orwell Yeniden Kurgu Olsun” mantığında yaklaşırsak, iyi bir yazarın kurgusunda debelenip duruyoruz da diyebiliriz. Bundan ötesi size kalmış.
Bu yontma taş devri dediğimiz -belki de demediğimiz- dönem insanların yerleşik hayata geçişin ilk müjdecisi. (Artık hepimizin birer mağarası var, yehuuuuuuuuuuuuuu! naraları atılan dönem) Mağarası olmayanları dışladığımız, ve en güzel kimin mağarası var yarışına girdiğimiz dönem olarak da adlandırabiliriz. Tüketiciyiz. Hiçbir şey üretmiyoruz, üretmeye çalışanlardan bir şeyler araklıyoruz, gülüp eğleniyoruz, hayatta kalıyoruz. Hayvan vs. artık ne varsa onu yiyoruz, ateşle de yeni yeni haşır neşir olmuşuz ve şeklen değişiyoruz. Eh, tabii ki de dil olmadığından ya da ortak bir dil olduğundan milletin mağaralarına çizdiği resimlerle anlaştığı ve birbirine haber verdiği bir dönemdeyiz.
Şimdilerde de durum pek farklı değil. Sözgelimi, sosyal medya baskısı yüzünden -sayesinde- bilmediğiniz yahut haberinizin olmadığı ve belki de ilgilenmediğiniz hatta ilgilenmek istemediğiniz şeyleri duymadığınızda size verilen aman ha nasıl olur da bunu bilmezsin, bundan haberin olmaz bakışlarını hemencecik üzerinizde hissedebileceğiniz, hemencecik öğrenmenizin adeta gereklilik haline geldiği o ortak jargonlardan söz ediyorum. (Dedeye sahip çıkma, yawru, virüs olabilir mi, su veren itfaiyenin hortumu vb vb.) Ya da artık bu da dile giriyor diyorsanız belirli durumları ifade etmek için kullanılan emojiler, yahut gifler, konuşmadan şekil vererek derdini anlatma ihtiyacını gideriyor diyebiliriz. Ve sizi belki şaşırtacaktır -ki hâlâ şaşırabiliyorsanız şanslısınız demektir- beni şaşırtmayan bir durum elbette ki uzakdoğuda yaşayan bir arkadaşımın anlatısından geliyor. Eğer Kore’de İngilizce bilmeyen biri varsa, abece’si de farklı olduğu için sizle emojileri kullanarak anlaşıyorlarmış. Bu yolla tabirimi mazur görün ama kız düşüren bile varmış. Yani google translate bile hak getire durum var. Tıpkı 1.5 yaşından önceki çocuk gibi. Düşününce çok da garip değil: “Aşağıda 10’da yemek yiyeceğiz”in prepositions’ında hata olmaksızın, kelime yahut dilbilgisi hatası yapmadan, şekillerle ifade artık edilebiliyor, hem de yazma derdinden kurtulmuş oluyoruz. Bir önceki cümledeki “artık” kelimesinin tatlılığı konusuna minik bir vurgu yapmak gerçekten boynumuzun borcu diyebilirim. Cümleye dönüp bakmak gerek.
Peki bu insanlar yazıyı bulmak, dili düzene sokmak için neden bunca çalıştı ve çabaladı, bunca gayret, kurallar, gramere harcanan zamanlar niyeydi, yani ezici bir çoğunluğun (indirme sayısına baktığımızda 2016’daki bir habere göre sadece android’de 1 milyar indirilmeyi geçmiş, eh bu hesapların aktif olarak da kullanılma durumları da göz önüne alındığında, bu iki sene içinde neredeyse 1 milyar aktif kullanıcısı olan bir uygulamadan bahsediyoruz. Örneğin, hadi orası da olmaz da durumu göstersin diye yazıyorum, karakter sınırı olan ama yine de genellikle fotoğraf üzerine keps şeklinde paylaşımların daha da sıkça döndüğü Twitter’ın kullanım oranı 300 milyonlarda, ki daha da eski olduğunu unutmamak lazım.) bundan memnun olduğunu varsayarsak?
Saatlerimi kitap okuyarak geçiremeyen ben, bir şekilde amcamın karısının çocuğunun hikâyelerini izler (Kİ BURASI DA AYRI ÖNEMLİ SEVGİLİ OKURUM LÜTFEN DİKKAT; ARTIK “STORY” YANİ “HİKÂYE” İZLENEN BİR ŞEY, SİZ BEN BU CÜMLEYİ YAZARKEN KULAĞINIZ ALIŞTIĞINDAN -ÇOK DA VAHİM BİR ŞEYDİR BU- BELKİ DURUMUN VAHAMETİNİN FARKINDA DEĞİLSİNİZ AMA HİKÂYELER, ÖYKÜLER ARTIK OKUNMUYOR, KISA KISA İZLENİYOR, KISA KISA İZLENEN ÖYKÜLERİMİZ VAR BİZİM, DAHA NE DİYEYİM Kİ), eski sevgilimin benden sonraki sevgilisinin yeni sevgilisinin bacaklarını kesebiliyorken, olmadı “keşfet”ederken (Kİ BUNLARI BEN KEŞFETMİYORUM ZATEN KEŞFEDİLMİŞ OLANLARIN SÜZGEÇTEN GEÇİRİLMİŞ VERSİYONLARINI AŞAĞIYA İNDİRİYORUM SEVGİLİ OKURUM) saatlerimin çoğunu hiç yorulmaksızın harcayabiliyorken, kitapların çoğunun satın alınıp okunmama nedeninin bu platformda paylaşılma hevesi, kendini kültürlü gibi pazarlama sanrısı olduğu çok açıkken, kimse içeriğini bilmez ama kapağını bilirken, herkes iç mimar, dekorasyon uzmanı, çok iyi fotoşopçu ve fotoğrafçı iken ben, neden dilde ısrar edeyim, ediyorum? Bu insanlar neden bunu kabullenemiyor bilmiyorum. Konuşmaya mecali olmayanların, olmayacakların, iki satır okuyamayacakların, düzenli ve sürekli asalaklaştırma merkeziyle hayatımızı elimizde tutanların, hiç merak etmezken, elimde somut bir fotoğraf albümüyle çıkagelsem “beğen”meyeceklerin, önemsemeyeceklerin, yorum yapmayacakların, dijital olanı sadece beni tanıyan başkaları da görebilecek-OLUR DA BEN DA ONA İADE-İ ZİYARET YAPARIM diye kendini gösterme çabası içerisine girmesinin anlamı nedir? Fotoğrafta beni beğenir, bana yorum yaparken bile kendini gösterme çabasıdır bu. Şu dediklerimi gerçek hayatta dinlemeyecek olup, yazılı halde önüne sunulunca okuyacak olanlar da aynı şekilde: “Bak, sana önem veriyorum ve yazını okudum ve gelip gerçek hayatta yüz yüze seninle bu konuyu tartışacağız, bak ben ne kadar da ilgili ve ne kadar da iyi bir insanım, hayatında benim gibi birileri olduğu için kendini şanslı saymalısın” sanrısından başka nedir, NEDİR Kİ?
Şuradaki mavili amca ile çubuklu anne mesela, kuşak farkından mı yoksa başka bir şeyden mi bilemiyorum, bu böyledir de diyemem, kestirip atamam (çünkü benle babam olsa örneğin, elinde telefon olan babam olabilirdi) doğrusu bu, maçı izleyin, sevinci paylaşın vb. şeyler de demiyorum ama herkesin yaptığını yapmıyorLAR. Burası oldukça mühim. Aynı onlar gibi değilLER, meselenin dışında bir uyumsuz ama insani olan belki de bu. Ve dahası canlı, ve dahası orada. Elinde belki belge yok ama, orada. Onlar orada değil. Orada olmak bizim işimiz, “orada” olmak değil. Sanırım mesele, biraz da bu.