*Arkadaşlarım bazen bir şeyler anlatırken hızlanmamı istiyor. Onları anlasam da aslında ben yavaş anlatmıyorum. Yaşadıklarımız o kadar sürreal ki, olan biteni dışımdan tekrarladığımda aklım ulan sen ne saçmalıyorsun falan diyor.
*Babanın kravatını bağlamasıyla annenin bağlaması arasında anlam veremediğim bir fark var. Sanki karakterlerini ele veriyor. Baba biraz daha erkeksi, saygın bir yakışıklılık katarken, anne daha bir sevgi serpiştiriyor bu bağlama meselesine. Aynada ikisini de görüyorum.
*Kullandığım kurşun kalemime haberim olmaksızın koyu yeşil renkte ojeler sürülmüş. Kimin sürdüğünü çok merak ediyor ve bu meraktan ötürü başka kalem kullanamıyorum.
*Alanım dışındaki bir lisansüstü programa dahil olmak istediğimden, o alana dair başarılarımı içeren bi’ portfolyomsu hazırlayıp mülakat sırasında hocalara sunmuştum zamanın birinde. İçlerinden biri yalnız burası yazar olma yeri değil demişti hahahahha. Vay benim güzel hocama bak ya, ben yazar olurum diye gelmiştim halbuki =(
*Yudum’a gelen eleştirilerden biri de kızın neden daddy issuesu olduğuna dairdi. Bu saçma yorumu kafama taktığımı bir sene sonra fark ettim. (Çünkü boş zamanlarımda Yudum’u romana çevirme hayalleri kuruyor, bir heves dosyayı açıp kapıyorum.) Yudum’un babasıyla temelde bir sorunu yok, annesini özlüyor ve babası kadar kolay hayata adapte olamadığı, arkadaşları arasında çok sevilmediği ya da ne bileyim belki de sadece ergenliğinden ona tavır alıyor. Hepsi bu.
O dönemki hislerimizin bu kadar kolay unutulması hem biraz biraz üzüyor hem de epeyce ürkütüyor. Elbette insanlardan benim kadar dikkatli okumalarını beklemiyorum ama bu kadar da yüzeysel bakılmamalı sanki. Hadi yazıyı boşver, birlikte bir film izlesek bu kişilerle neyi yorumlayabileceğiz ki ardından diye düşüncelere gark oluyorum.
*Eski basketbol arkadaşım Simay ile yıllar sonra karşılaşmamız ilginçti. Artık lezbiyen olmuştu ve sanat sepetten para kazanacak kadar yaptığı/yapılan işlere kafa patlatıyordu. Bu genç yaşında uğraştıklarına hemen özendiğimden, içimde merak olmuştu acaba bende de biraz gaylik olabilir mi diye. Simay yüzde 100 hetero olduğumu iddia etse de ben tersi olabileceğini ve bunun farkında olmayabileceğimi düşünüyordum içten içe. Kadınları anlıyordum, biraz ağlak bi’ tiptim. İçimde türlü şüpheler vardı.
Bu konuşmadan birkaç yıl sonra, o dönemki öğretmenim Liz ile günlük laklakımızı gerçekleştiriyorduk. Bana göre komik olan bir mevzudan bahsediyordum: Vallahi Liz, şampuanım bitmiş. Farkında bile değilim. Gittim işte markete. Döndüğümde bin saat falan duşta kaldım. Allahın belası saçlarım bir türlü durulanmıyordu çünkü. Gerçi, binlerce seçenek içinde gidip dünyanın en dandik şampuanını almak tam da benim başarabileceğim bi’ iş. Çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Çıktığımda Koreli ev arkadaşıma dert yandım. Kendisinin duş alma sırası geldiğinde bir anda bağırıp, E oğlum sen saç kremi almışsın, dedi. Aydınlandım. Gülmeye başladım.
Liz şaşkınlığından sıyrılıp, aklımdaki soru işaretleri bilmeden kaldırdı: You’re soooooo, sooooo man coniboi, ya.
*Teoman’ın şarkısında der ya Şebo, “Artık kendini kandırma,” diye. Boşluğuma mı denk geldi ne oldu tam bilmiyorum, bin senedir duyduğum laf pek ağır geldi. Zoruma gitti resmen. Duşta ağlayayazdım.
*Simple Twist of Fate cover’larını ararken hayatında hiç Bob Dylan şarkısı dinlememiş insanın kanalına denk geldim. Bunu utanmadan söyleyebilen birinin 250 bin kişilik bir ekibe seslenmesini daha da acayip karşıladım. Amerikalı bi’ de eleman. Kardeşim algoritmanı sikeyim, vallahi helal olsun yani nasıl başardı isen hahahaha.
*Bahsettiğim Koreli arkadaşım geçtiğimiz hafta İstanbul’da idi. Her gerçek kankalıkta olacağı gibi biz de birbirimizi boyuna kullandık. Kâh benim onun gitaristliğini sömürmem kâh kendisinin zaten tatilde -hem de biricik kardeşinin yanında- olması hasebiyle vuku bulan gevşekliği sayesinde bir sürü insanla tanıştık. Bir sürü yer gezdik, yedik içtik, o ve bu derken gitmeden önceki gün bombayı patlattı:
Meğer bizim lavuk 200 küsür serilik fantazya roman yazmış internete, takma isimle. 2 sene boyunca neredeyse günaşırı 5’er sayfalık biraz felsefe, biraz korku, biraz bilim kurgulu kısacası tipik Asyalı işi bir mevzuya girişmiş. 100 bin kez tıklanmış ya da indirilmiş. Okunmuş, hakkında yorumlar yapılmış. Üstüne bi’ de para almış. Hemen ekledi sonra. Bu biraz basit bir şey aslında, sen böyle şeyler yazmıyorsun ama hani örnek olsun, yapılabiliyor diye söylemek istedim sana.
Bunu o kadar kıskandım ve o kadar takdir ettim ki, inanamazsınız. Ben… Günaşırı… Yazmak… Hem de 4-5 sayfa… Ben… 2 sene içinde zannediyorum yataklara düşerdim, depresyonlar çekilir olmazdı hiç. Ama takma isimle yazacağım bestseller’ım için belki de bu tempoyu kotarabilirim. Bekle beni Rowling =P
*Gitarist dedik de… Kendisine sevgilim dememden hoşlanmayan müzisyen bir arkadaşım vardı. Sevgiliye dair her şeydik ama sevgili değildik. Yeni ilişkiden çıkmıştı. Beni sevdiğini düşünüyordum. Çok hassastı. Üzerine titrerdim. Başka üzüntülere gebe olduğu için bunun farkına varmaz, sevenin sadece kendisi olduğunu sanırdı. Güvenmezdi.
Bir gün üniversitedeki ayrıl-barış sevgilim aradı. Görüşmek istediğini söyledi. Telefonu kapatınca, sevgiliye dair her şey olanı aradım. Etik olmaz gibi gelmişti saklamak. Dedim böyle böyle, görüşmek istiyormuş, önemliymiş. Bana neden soruyorsun ki bunu, dedi. Kendisinin de bu arada eski sevgilisi ile buluştuğunu ekledi. Telefonu kapattığımda çok üzülmüştüm. Kimseye anlatamadım. Çok hassastım. Üzerime titrenmesini isterdim. Başka üzüntülere gebe olduğum için beni sevdiğini sanırdım. Güvenmezdim.