*Denizden çıkınca yapılan ritüellere bitiyorum: Sözgelimi çıkar çıkmaz saçları taramak. Kalpler falan fışkırıyor gözümden insanları böyle gördükçe.
*Yahut denizden sonra içilen cigara çok övülür bizim cenahta. (Sigarayı bırakmış eski tiryakilerle konuşun. Muhakkak en çok denizden sonra sigara içmeyi özlediklerini söyleyeceklerdir.) Çok anlayamasam da -ve bana pek öyle gelmese de- sanki ben de seviyormuşum gibi bir hisse kapılırım. Yanımdakilere bu ritüelden bahsederim. Bende pek öyle olmasa da ben de denizden sonra arada tüttürürüm derim. Herhalde küçükken bir romanda falan okudum da etkilendim, belki Hemingway falan idi derim.
*Genç annelerin ya da yaşlı ablaların çocukları/kardeşleriyle sanki dünya yokmuşçasına kumda oynamaları beni inanılmaz neşelendiriyor.
*Bazı bazı tam tersi de olmuyor değil tabii:
Kendi kendime güzel güzel eğleniyorken, daha konuşmayı sökememiş ama yürümeyi öğrenmiş, üryan bir erkek çocuğu bitti dibimde. Kaybolmuştu. Ağlıyordu. Tam yanımda daha da ve iyice yüksek sesle zırlamaya başlayacaktı ki ben de beş yaşına falan geri döndüm. (Şebnem’i ağlattığım zamanlara.) Suçlu hissettim o bağırdıkça, biraların etkisiyle terlemeye durdum. Neyse buster, dedim, oğlum büyüdün artık sorabilirsin derdini -kardeş o da!!!- sen bir baba yaşındasın, bırak abiyi…
Derken derken ablası çıkageldi kumların ardından. O da 4 yaşında falandı, yani benden bir yaş küçüktü. (Anca görüldü yüzü, bu kadar bebek olduklarını bilmiyordum 4 yaşındakilerin.) Çıplak bebeğe derdini sormadığım ve onu daha daha ve çok daha zırlatacak bişi’ yapmadığım için memnundum. Sonra çıplak dostuma baktım. Ablası elinden tutuyor, annesine götürüyordu. Nasılsa, bir anlığına, üryan bebek de solundan dönüp bana baktı. Gözlerimi yere indirdim. Ellerime baktım. Kimse tutmuyordu.
*Bazen, bilhassa yazın, canım 2’si 1 arada çekiyor. Nedensiz. Kaffe falan olmadığının farkındayım ama çekiyor işte. O neyse o, onu çekiyor canım, aşağılamalar yersiz.
*Yine kendi kendime D vitaminlenirken, 10’lu yaşların başındaki erkek çocuklarının Hal Hal şarkısını bilip söylemesine şaşakaldım. (Azra Erhat’ın ruhu şad olsun.) Barış abi kalp kalp dedim. Ve yine ergenlik öncesi/ergen erkek sesine biraz üzüldüm, feci gerçekten. Bu vesileyle anne babalara kolaylıklar diliyorum, çok bağırtmamada yarar var bu çocukları =P
*Bazen, bilhassa canım içki içmek istemediği zamanlarda, hiç ama hiç aklımda yokken çilekli süt almış kasaya ilerlerken buluyorum kendimi. Zannediyorum çocukluğumu, beslenme çantamı, Şebnem’i ve Yudum’u anımsatıyor bana.
*Babanın kravatını bağlaması ile annenin kravatını bağlaması arasında inanılmaz bir surat farkı var. Belki de o çilekli sütün de bu suratlarla bir ilintisi… Ne olabilirdim ne oldumu, ya da senden ne umuldu ne bulunduyu özetliyor bana. Belki de bir öykü başlangıcını. Bilemiyorum.
*Bir zamanlar müzisyen bir sevgilim vardı, kendisine sevgilim dememe zaman zaman çok kızardı. Başka bir sıfat yakıştıramazdım kendisine. Bir gün eski sevgilisinden gitar satın almıştı, o gün ve sonrasındaki birkaç hafta boyunca çok kıskanmıştım onu. Zannediyorum en son o gün birini çok ve uzun süre kıskanmıştım.
*Sulu yemeklere konan eti sevmiyorum. Bence kendi başına yenebilecek bir şey başka bir şeyle ziyan edilmemeli. Yine aynı şekilde, kendi başına yendiğinde eğer güzel olmayan bir şey ise bu, ZATEN kendi başına güzel olan başka bir şeyle karıştırılmamalı. Bu bi’ gastronomi katlidir =(
*Tek başına iş görmeye çalışan insanlara denk geldikçe onlara kıyamıyorum. Günlerden bir gün, devasa 4 kişilik şişme mi, plastik mi ne olduğu belli olmayan kano ile denize inmeye çalışan Zekeriya Bey ile tanıştım. Hiç kimseden yardım isteyemeyecek kadar gururlu ama bir o kadar yardıma muhtaç Zekeriya Bey’in imdadına 4 yaşında bir abla gibi yetiştim. Öyle ki, kanosunun ucundan birden tutunca, neredeyse yere kapaklanıp düşüverecekti. Yine de yüzünde güller açtı beni görünce, içten içe ağlaması durdu.
Bir önceki günden, üryan çocuktan tecrübeliydim, pek bir şey demedik, gözlerimizle anlaştık. Sahile varınca ve benim sandığından daha genç olduğumu fark edince yanımda ağlamasından utandı, ama hemen senli benli de oldu. Zeki diyecekmişim kendisine. Teşekkürler saçarken çocuğunun kendisini sattığını, yoksa buralarda tek olmadığını ima etti. Beraber kürekleme teklifini şimdilik geri çevirdim, yarın, belki kendi yaşıma gelince kabul ederim.
*Drone’la çekilmiş, ayak ayak üstüne atmış, uzaklardaki son derece korkunç ya da gülünç ya da güzel manzarayı izleyen kadın videoları bıktım sizden. Bana atmayın kardeşim şöyle şeyleri, manyak mısınız abi? (Retorik.)
*Arada sırada kafamı kitaptan kaldırıp denize baktığımda, büyüklüğü karşısında hayrete düşüyorum. Dedim bütün Balıkesir, hatta Türkiye, en sonunda dünya sığar Ege’ye. Sonra dedim bu zamana dek yaşamış tüm insanlar sığar aslında. Şuraya baksana. Eve gidince bir de baktım ki Marmara’ya bile sığarmış şu zaman dek yaşamış bütün insanlar, korkunç az; ve doğaya had bildirme yönünden insanın geldiği nokta korkuncun ötesi cidden.
***
*Altınoluk sakinleri Yanıyor Amca’yı çok iyi tanır. (Tanışmak için tık. Videonun en azından ilk saniyelerini izleyin ki, sesi ve tipi kafanızda otursun.)
Bayramdan önce yalnız, kimseye zararsız, öylece kitap falan okuduğum için bir köşede, o borazan sesi ile yanımda durmaya ve biraz biraz muhabbet etmeye başladı benimle Yanıyor Amca. Çünkü bu (yani yalnız ve tek başına tiplerle muhabbet) belli bi’ yaş üstü insanlar için gerekliliktir. (Yanıyor Amca kaç yaşında bilmiyorum [1] 60 da çıksa şaşırmam 90 da.) Bu başımda durmalarından şikâyet etmedikçe önemsememeye, önemsemedikçe herifin sesinden nefis keyifler almaya, keyif aldıkça -bir şeyler okurken bile- kulağımla yolunu gözlemeye başladım. Böyle olunca da, bana inanılmaz komik gelen olaylar yaşadım.
Sesi gerçekten çok “ünik” olduğundan ve her sene, ve sürekli aynı çıktığından bir defasında bir yeniyetme, “Ben bu abinin kendi sesini kullandığını bilmiyordum, ses kaydı sanıyordum,” dedi bana.
Harika biri olacağı şimdiden belli tam bi’ Egeli kız arkasından şöyle seslendi kendini duyuramadıkça (Hasan Amcanın tipini de göz ardı etmeyin lütfen):
“Yanıyor Amca… Yanıyor, dur kız… Yanıyor, kııııız, dursana.” Ben ona gülümserim o da bana gülümser, Yanıyor Amca kendi sesinden kızın sesini duyamadan geçer gider.
Bir başka harika kişinin şakası şöyledir: “Yanan Bey, bakar mısınız?”
Torunu Baran ile takılırlar çoğu kez, Baran da benle. Ailecek çalıştıklarından Baran’a dönünce diyeceklerini tembihler, hesapta ince sesini kullanarak:
“Babana söyle, de ki, dedeme karışma de, annene de söyle, tamam mı Baran?”
Hemen asabilikle, “Annemi karıştırma ya,” der Baran.
Bazen bana mı kendisine mi söylediği anlaşılmayan isyanlar eder Yanıyor Amca akılsız telefonu ısrarla çaldırılınca: “Kardeşim açmıyorsam sebebi var, allahallah.”
Yanıyor Amca (kesin sevmeyenleri mevcuttur) bu yazlıkçılığımda beni yalnız bırakmadığın için sana sonsuz teşekkürler ve sevgiler. İyi ki gelip başıma ekşidin, çok öpücükler.
***
*Lisansüstü programa dahil olmak istediğim, “hani bakın ben de boş adam değilim” diye o zamana dek yayımlanan çalışmalarımı gösterdiğimde hocalardan biri, “Yalnız burası yazar olma yeri/yazarlık atölyesi değil!!!11!!!” diye çıkışmıştı bana. Hâlâ çok gülüyorum. Acaba bu tür işleri yapabilen birinin bu kadar basit bir şeyi bilemeyeceğini, ne bileyim o yaştan sonra yazar olmak için edebiyatta yüksek yapmak istediğini mi düşünüyordu? Yoksa takılıyor muydu azıcık, çok da emin olamıyorum akademideki zümremizi düşündükçe.
Ve evet, her iyi okur iyi bir yazar olamayabilir, ama (neredeyse) her iyi yazar çok iyi bir okurdur. Ve edebiyatı bilmek, doktorlardan, profesörlerden ders almak hâlihazırda yazan biri için inanılmaz bir nimettir. Doğru, hocalarım haklı, edebiyat fakülteleri sizi yazar yapmaz ama azıcık kalem oynatabilen biriyseniz sadece öykü/roman analiz/inceleme derslerinde bile ne yapıp ne yapmamanız gerektiğini hemen öğrenebilirsiniz.
*Kitap okurken sağa sola not almak için kullandığım uçlu kalemime koyu yeşil ojeler sürülmüş. Kim sürmüş acaba çok merak ediyorum ve bu meraktan ötürü başka kalem kullanamıyorum.
*Yudum’a dair gelen eleştiriler beni çok eğlendiriyor. Bunlardan biri de kızın neden daddy issues’u olduğuna dairdi. İlla böyle mi olmalıydı, bıkmamış mıydık bundan artık?
Bu aptalca yorumu altı ay sonra kafama taktığımı fark ettim. Herhalde denizin ne kadar büyük olduğunu düşündüğüm o anlarda aklıma gelmiş olmalı. (Çünkü tam da böylesi bir dert o kadar büyük aydınlanma anlarına yaraşır olan, bizi yaşamaya devam ettirendir.)
Her neyse, Yudum’un babasıyla bir sorunu olduğunu çıkarmak için deli olmak gerekli: Yudum son derece hassas biri. Annesini özlüyor ve babası kadar kolay adapte olamıyor hayata, öfke duyduğu şey bu. Bir de üstüne, akran hatta hocaları tarafından pek sevilmiyor, zorbalığa uğruyor (o an için anlatmadığı bir sürü meselenin varlığını da yadsımamak gerekir) ve eğer Cânân gibi olabilirse, bir şekilde, kendi sorunlarını çözebileceğini düşünüyor. Ve daha küçücük biri ya. Minicik. Samimiyetle ifade etmem gerekirse, ya insanların beyni alınmış, ya çok kerhen, çok tembelce işler yapıyorlar bilhassa sevdikleri söz konusu olduğunda. (Burada sevdikleri benim, kerhen yaptıkları iş de benim için yazdığım öyküyü okumak.)
*Böyle bir şey yazmışım bir ara. Bilinçdışımda üsttekiyle bağlantılıdır diye buraya iliştiriyorum:
“Just because you don’t feel anything, that doesn’t necessarily mean it’s not sad.”
*İnsanların yazımı/dilimi kibirli bulduklarını yeni öğrendim. Bunun için güzel bir dosya hazırlıyorum. Yazmam gereken 10 tane yazı var ve bu uzun kısa kısanın da sonu. Öpücükler.
[1] Videoda söylüyor, ama yazarken bilmiyordum yani =P
Yaşasın tatil, çok tatiliş bir yazı olmuş:) ama beni hatırlamamışsın:))
Hahaha teşekkürler, çok teşekkür ederim :kalpkalp:
niye ya da neyi hatırlamamaşım ya, anlamadım =/
Bloga yazı girince hatırlıyorum mail atmayı demiştin ya:)