Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Din Kültürü ve The Cave üzerine

Bu bahsedeceğim konu epeydir aklımda ve dilimde olduğu için önce blogda benzer bir şey yazıp yazmadığımı arattım. Ne garip ki -garip mi gerçi gerçekten, çok da emin değilim- yazmamışım.

Hemen söylüyorum: Din kültürü hiçbir zaman seçmeli ders olmamalıdır (tam tersine ahlak bilgisi seçmeli olabilir bak, nedenlerine geleceğim), muhakkak okutulmalıdır. Ama elbette hakkı verilerek. Ben, ve eminim ki benim gibi sanat sepet işleriyle uğraşan insanlar, bu hakkıyla 12 sene (şimdi kaç sene bilmiyorum) boyunca okutulamayan bölümün ceremesini çekiyor(uz).

*

İnsanlar x senede İngilizce öğretemeyen sistem diyor da, elbette hiçbir yerde din kültürüne dair böyle bir eleştiriye rastlamadım, kendi dilimizde öğreteceğimiz bir konu için üstelik. Göremedim çünkü insanlar din kültürünün aslında hayatımıza ne derece nüfuz ettiğinin farkında bile değil. İngilizce işin içinde daha çok olduğundan bunun eksikliği hissediliyor, peki ya dinin? Yani aslında kültürün? Elbette ot gelip saman gitmeye antlar içtiğimiz için hayır.

*

Bir dönem İngilizce öğretmenliği yapıyordum. Sonra sonra artık bu işte iyice kaşarlaştığım için öğrenci seçer hâle gelmiştim. Sözgelimi, daha yüksek maaş almak, yurtdışına gitmek gibi dertlerle kapımı aşındıranlara ya beş katı fiyat çekiyor ya da en başından dürüstçe bu işi yapamayacağımızı söylüyordum. Çünkü İngilizce (ya da aslında herhangi bir dil) salt daha fazla para kazanmak için öğrenilmez ya da bu şekilde zaten zaten “öğrenilemez”. Bu bir motivasyonsa eğer, bu motivasyona ben yokum güzel kardeşim. Ama bu parayı, daha iyi araştırma yapabildiğin için kazanıyorsan, kendini, dünyayı, kültürü daha çok geliştiriyorsan, işte ona varım. Orada bir birlik sağlayabiliriz.

*

Beni bu doğrultuda en çok şaşırtan o zamanlar 14 yaşındaki bir erkek çocuğuydu. Anne babası kötü ayrılmış, babası kendinden birkaç yaş büyük kızlarla ilişki yaşama derdinde olan, annesi çoktan başkasıyla evlenmiş-çocuk yapmış ve arada kalmış, kısacası günümüz problemlerinin hemen hepsine sahip o çocuk, pedagogun da ailesine sunduğu bir yıl okula ara vermesi (gap year) yönündeki tavsiyeyle kurumumuza gelmişti. Seviyesini anlamak için sorduğum birkaç sorudan sonra İngilizce’yi niçin öğrenmek istediğini sordum kendisine. O da, olağanca dürüstlüğüyle, benim şu ana kadar duyduğum en iyi motivasyona sahip cevabı verdi bana: “Ben çok YouTube ve Twitch yayını izliyorum, onları, konuşulanları, şakaları anlamak istiyorum.”

Bu çocuk öteki açgözlü insanların içinde bir nimetti. Kendisiyle bir sorunu vardı. Dünyayı anlamak, ne olup bittiğini çözmek, daha çok kaynağa erişmek istiyordu. Kalkıp sarıldım kendisine. Duymak istediğim cevabı nihayet alabilmiştim.

*

Din kültürü konusundaki düşüncelerim Notre Dame’ın Kamburu’nu okuduğum ve Frollo’ya âşık olduğum zamanlarda değişti. Aşklarımdan çok bahsetmesem de (bu bahsetmeyen hâlim, evet) şurada kendisine azıcık da olsa yer vermişim. Eskiden koyu bir ateisttim. İnsanlığın bütün sorunun din ya da din kaynaklı olduğunu düşünürdüm. Çözümünün ahlaklı ama dinsiz topluluklarda olacağına dair bir Beyaz Türk inancı taşırdım. (Aslında Beyaz Türk olmayı seviyorum, hemen o ekibi gömdüğümü sanmayın. Zaten sorunlardan biri de bu. Sanki bir yanlışımızı kabul ettiğimizde gelmiş-geçmiş ve geleceğimize sövüleceği inancını taşıyoruz.) Ama yirmili yaşlarımın başında Claude Frollo ile birlikte bu düşüncelerim değişti. Kendisi birçok eğitim almıştı, din bunlardan sadece biriydi. Oysa dine ne gerek vardı? Ateist kafamdan bu düşünceleri atamıyordum. Ama… Frollo eğer benim sevdiğim bir karakterse ve din eğitimi almışsa, yoksa gerekli de olabilir miydi?

*

Araştırmalara giriştim sonra. Din nedir, neden önemlidir, dinler, tek tanrılılar, çok tanrılılar, tarih öncesinden kalanlar, günümüz insanına yansımaları, onlar-bunlar-şunlar. İngilizcelerini de arat. Enter.

Nihayetinde varılan nokta ilginçti elbette. Eğer dine dair bir kültürün yoksa, bu kültür sana bilmemkaç senelik öğretim hayatın boyunca verilmediyse, sistem sana matematik sorusu çözdürdüyse o derste (ki ben şanslıyım bu konuda, görece iyi öğretmenlerim oldu) sen ne yaparsan yap, ne kadar dil bilirsen bil, o kültüre dahil olamazsın, olamıyorsun, ve bilmediğin sürece de olamayacaksın.

Bu yüzden, ancak ve ancak, sana öğretilen, beş vakit duyduğun dine yakın eserleri anlayabilecek, ya da ya da, ekonomik kültüre dair çıtırçerez işlere yönelecek, ya da ya da ya da, birilerinden duysan, araştırsan ve hatta hatta sevdiğini sansan da neyi sevdiğini anlamadığın, altmenini hiç çözemeyeceğin kitaplarla, filmlerle, oyunlarla vaktini öldüreceksin demektir.

*

Yazının başlığında ve fotoğrafta gördüğünüz, yine hikâyesi güzel bir oyun beni bu düşüncelere ve bunları yazmaya sürükledi. The Cave yine benim geç oynadığım ama inanılmaz keyif aldığım oyun oldu. Oyun seçerken birkaç kriterim var çünkü:

1- Hikâyesi güzel olsun, olmuyorsa renkleriyle coştursun.

2- Çok sürekli ve hızlı bir şekilde aynı tuşlara basarak birilerini “öldürmeye” çalışılmasın.

3- Biraz da kafayı kullandırıcı olsun.

4- Haritası eşşek gibi olup, sadece bir iş için oradan oraya koşuşturtmasın.

5- Milyonlarca alternatif son ve yol sunmasın.

Bunları sağlayan her işe varım. The Cave’in şakaları, mesajları, açılışı, alternatif kapanışları (5. öncülü sağlamıyor sanmayın, buradaki iş başka) karakterleri ve biriciklikleriyle beni bitirirken, aklıma yıllar önce bana gelip İngilizce öğrenmek isteyen o çocuğu getirdi. Bu çocuk, diyelim ki İngilizce’yi öğrenmiş olsun, Hıristiyanlığa ne kadar hâkim ki ne anlayacak bu eserden? (Bakın İtalya’ya gitmelerden ve oradaki mimariden, Fransa’dan ve resimden ya da heykelden falan bahsetmiyorum, düpedüz en son, en interaktif sanat eserinden, yani bilgisayar oyunlarından söz ediyorum.)

*

Ekşi sözlükte bile bahsedilmediği için biraz oyunu ve karakterleri ve neyi temsil ettiklerini açmak istiyorum. Aslında tam manasıyla anlayabilmeniz için oyunu bir kere bitirmeniz gerekiyor ama daha en başında yedi karakterin olması ama üçünü seçebilmeniz ve biri olmadan ötekinin olamaması size verilen ipuçlarından.

Çoğumuz Se7en filmini seyretmişizdir. 7 rakamının birçok mitte olduğu gibi Hıristiyanlıkta da yeri ayrıdır. Evet oyunu en az üç kez bitirmeniz gerekiyor böyle olunca ama tam da bu zaten oyunu bir üst mertebeye çıkaran hususun başında geliyor. Çünkü oyuncular mutlu olacak diye, hikâyeden, yani mitten tasarruf edilmiyor. Ve bu tür sanat eserlerinde hiçbir şey ama hiçbir şey tesadüf eseri orada durmaz. Oyundaki her karakter bir ölümcül günahı/erdemi sembolize ediyor. Konuşan “cave”, yani mağara ise bu günahlardan -eğer arınabilirsek- geçeceğimiz yolculuğu, arafımızı… En sonunda karşımıza çıkan ve bize en çok istediğimiz şeyi, arzu nesnesini veren (çünkü aslında biz kendi yaşamımızın yarışmasında gibiyiz oyunda) resepsiyonist ise elmayı veren şeytanı sembolize etmekte.

*

Karakterler ve günahları:

Superbia (Pride) – Kibir: Maceracı

Avaritia (Greed) – Açgözlülük : Bilim insanı

Luxuria (Lust) – Şehvet: Köylü

Invidia (Envy) – Haset: Zaman Yolcusu

Gula (Gluttony) – Oburluk: İkizler

Ira (Wrath) – Öfke: Keşiş

Arcedia (Sloth) – Tembellik: Şövalye

Eğer oyunun sonunda size sunulan arzu nesnesini iade edebilirseniz, bunların tam tersi yedi mükâfatlandırıcı, erdemli son ile karşılaşıyorsunuz, sırasıyla sadece Türkçelerini yazalım bu defa: Alçakgönüllülük, Cömertlik, İffet, Nezaket, Ölçülülük, Sabır, Sebat.

*

Yani yani yani, ezcümle, bu yedi günahı ve erdemi bilmezsen, bu öğretilmemişse, bu din kültürü derslerinde yalnızca tek bir din, İslam ve peygamber hayatı anlatıldıysa ve İhlas suresi ezberletildiyse, biz İngilizce bilsek dahi bön bön izler, bir şeyleri sever ama o sevdiklerimizi hiç mi hiç anlayamadan yaşarız. Eğer bu şekilde devam edilecekse, din kültürü dersi hemen ve kati surette seçmeli olmalı. Ama mitolojiden başlayan ve günümüze dek ilerleyen din kültürüne ben varım ve hatta artırarak söylüyorum ki bu münasebette dinin kültürü, en az İngilizce kadar önemlidir.

Not: Ahlak öğretilmese de olur deyip nedenlerini sayacağım demişim, saymamışım. Kısaca, bu ahlak kuralları yukarıda saydığım gibi bir dine mahsus olabilir, ikincisi coğrafyadan coğrafyaya değişebilir, üçüncüsü tıpkı din kültürü dersinde tek bir dinin öğretilmesi gibi manipüle edici/kısıtlayıcı olabilir.

 

, ,

4 responses to “Din Kültürü ve The Cave üzerine”

  1. Eren Avatar

    İlginç bir konu gerçekten, çoğu inançsız kişi bunu duygusal sebeplerle bu duyguda (dünya kötülüklerle dolu, inanç sahibi biri bunu yapıyorsa ben inançsızım gibi), en azından neye tepki duyduğunu bilmelisin. Maalesef okullarda din kültürü dersinin içeriği çok zayıf, yani din Hacca gidenlerin yapmaması gereken şeylerden daha derin bir konu. Öncelikle din nedir mesela, nasıl ortaya çıkmış. Bence bir takım temel bilgilerin dışında bu ders merak uyandırmalı, felsefi bir derinliği olmalı…

    1. buster Avatar

      Hani düşün edebiyata, resime, Vatikan’a, Yunanistan’a falan girmiyorum yani hahahha. Kardeşim ben bunları neden kendi kendime araştırarak öğrenmek zorundayım yani, Hicri takvimin başlangıcıymış, yok hendek savaşıymış buymuş-şuymuş, resmen sıfır faydalı bilgi ile geçiştirilen yıllar, yazık =//

  2. Yorumbilgi Avatar

    Öncelikle güzel bir yazı olmuş elinize sağlık. Din toplumları geriye götürüyor mu gerçekten.

    1. buster Avatar

      Ben öyle bişey demedim ama sen de zaten reklam şeysi imişsin sanırım =//

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »