Temelde üç tane yazar için, onlara beğendirmek için kaleme alıyorum öykülerimi. Başlıkta adı geçen Raymond Carver da bunlardan biri. Ötekiler, daha önce isimlerini çoğu kez zikrettiğim gibi, Hemingway ve Tomris Uyar. Çünkü bu üçlü kurmacalarının yanı sıra kurmaca hakkında yazdıklarıyla (hatta belki de en çok bu hususta yazdıklarıyla) çokça eşlik/hocalık etmişlerdir bana.
Raymond Carver’ın iki makalesini, seçme yazılarının bulunduğu Ateşler isimli kitabından okumuş ve büyülenmiştim. O kadar sevmiştim ki, isminin geçtiği her şeyi satın almaya, indirip okumaya, defterime söylediklerini yazmaya başlamıştım. Yıllar yıllar sonra, 2022’de, Can Yayınları biz okurlarına bi’ kıyak yapıp bu makaleleri topluca, Ayça Sabuncuoğlu çevirisiyle yayımladı.
Ben de yeni bir deftere daha düzenli bir şekilde geçtim kelamlarını. (Kelam lafı rastgele seçilmedi canım olur.) Sonra baktım olacak gibi değil, aşağıda göreceğiniz üzere sınıflandırarak dosyaladım bazı satırları.
İşte o kelamlar yekpare biçimde internette de dursun diye burada paylaşıyor ve bazıları hakkında [içinde] kendi kendime konuşuyorum.
Sevgiler,
-buster.
***
Kullanmayı sevdiği alıntılar
*John Gardner:
“Öykünün sonunda okuru şaşırtma umuduyla önemli ve gerekli bilgileri ondan saklama stratejisi hilekârlıktır.”
“Eline geçirebildiğin bütün Faulkner’ları oku, sonra da Faulkner’ı bünyenden atmak için bütün Hemingway’leri oku.”
“Öykünün ya da roman bölümünün sömestr boyunca on kez gözden geçirilmesi gerekebilir. Bir yazarın ne söylemek istediğini bulmak temel ilkemizdir. Gözden geçirmeye, sonsuz gözden geçirmeye inanırım.”
“Yazarın duyarsızlığı, özensizliği ya da duygusallığı yüzünden öyküdeki kelimeler bulanıksa, o zaman öykü müthiş bir yetersizlikten mustariptir. Ama daha da kötü bir şey, ne pahasına olursa olsun, kaçınılması gereken bir şey var. Kelimeler ve hisler dürüst değilse, yazar sahtekârlık yapıyorsa, umursamadığı ya da inanmadığı şeyler hakkında yazıyorsa o zaman kimsenin umurunda olmazlar.”
*Azize Teresa: “Kelimeler eylemlere yol açar… Ruhu hazırlar, kıvama getirir ve şefkate yönlendirir.”
*Ernest Hemingway: “Yazar, okuru deneyimin parçası yapmalıdır.”
*Ezra Pound: “İfadenin temel kesinliği, yazmanın BİRİCİK ahlakıdır.”
* Çehov: “…ve birden her şey gözünde berraklaştı.”
* Geoffrey Wolff: “Ucuz numaralar yapmayın.”
[Raymond Carver bunu günümüze şöyle çeviriyor]: “Numara yapmayın.”
*Babasının verdiği tavsiye: “Bildiğin şeyler hakkında yaz.”
*Sherwood Anderson:
“En kötü otel hayatı bile aile hayatıyla kıyaslandığında çok iyidir.”
“Yeniden deniyorum. İnsan tekrar tekrar başlamalı… Sadece çok kısıtlı bir alanda, sokaktaki evi, köşedeki eczanedeki adamı düşünmeye ve hissetmeye çalışmalı.”
“Yola döşenmiş taşlara benzeyen birkaç öykü yazdım. Yerleri sağlam, orada kalacaklar.”
*V.S. Pritchett: “Kısa öykü geçerken göz ucuyla bir an için görülen bir şeydir.”
*Sean O’Faolain: “Öykülerin parlak bir hedefi olmalıdır.”
*Isaac Babel: “Hiçbir demir doğru yerde konulmuş bir nokta kadar güçlü saplanmaz kalbe.”
***
Edebiyat, kitaplar ve yazarlar üzerine
*Gerçek sanat duygularımızı açığa çıkarır.
*Kötü yazı her yerde ortaya çıkabilir. Kötülüğün en yaygın biçimi yazarın dili yanlış kullanması ve ne söylemeye çalıştığı hakkında özensiz olması ya da dili sadece … bilgiyi aktarmak için kullanmasıdır. … Şiirdeki ya da öyküdeki duygu düpedüz yutturmacaysa, uydurma bir şeyse ya da sadece karmaşık ve vıcık vıcıksa; yazar aslında şu ya da bu şekilde umursamadığı bir şey hakkında yazıyorsa ya da yazacak pek bir şeyi yoksa ve bunu başlı başına bir üstünlük olarak görüyorsa [kendisinden] hesap sorulacaktır.
*Son tahlilde, bir öykünün insanı heyecanlandırması, onu bu türden bir derlemeye katmak ya da her şeyden önce öyküyü bir dergide yayımla[t]mak tek geçerli ölçüttür.
*Zayıf karakterlere sahip, yöntem ve teknikten ibaret öyküleri sevmiyorum. … İnsanların kurmaca yazarken yüklendiği abartılı dile de güvenmiyorum.
*Bir öyküde etkileyici olan nedir? Bizi ne ikna eder? Bu öyküden neden etkilendim ya da sarsıldım? Ne hatırlıyorum? Bu öykülerden ne hatırlamalıyım? Öyküdeki ses ne kadar ikna edici? [Bu kısım bana harikulade geliyor.]
*Dünyada pek de önemi olmayan mantıksız eylemlerin yapmacık, delice, saçma sapan, aptalca bir dille yazıldığı günler gelip geçti demek yerinde olur. [Maalesef hâlâ bazıları bu şekilde prim yapıyor RC =(] Geçtiği için de hepimiz minnettar olmalıyız. … Kısa öyküler, evler -hatta arabalar- gibi, kalıcı olmalı. Güzel olmasalar da bakınca insanın hoşuna gitmeli ve içlerindeki her şeyin işlevi olmalı.
*Kısa öyküler çoğunlukla hiç bilmediğimiz şeyleri bize anlatmakla birlikte -bu da iyi bir şey tabii- aynı zamanda, belki de daha önemlisi, herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı şeyleri de anlatmalıdır.
*Kendi öykünüzü yazmaktan sonraki en iyi şey, başka birinin öyküsünü okumaktır.
*[Yayına hazırladığı antolojiden bahsediyor] Umarız okurlar bunların [antoloji için seçtiği öykülerden] birçoğundan etkilenir ve belki de gülme, ürperme, hayret etme fırsatı bulurlar- kısacası, duygulanırlar, hatta belki de burada yansıtılan hayatların bazıları akıllarından çıkmaz.
*Sevdiğim yazarlara ve yazılara gelince, nefret etmekten çok sevdiğim [beğendiğim/hoşuma giden olabilirdi] örnekleri bulma eğilimi gösteriyorum.
*Hiçbir öğretmen ya da herhangi bir eğitim düzeyi, her şeyden önce yapısal olarak yazar olmaktan âciz birinden yazar yaratamaz.
*Ama çok çalışmayanlara ve yazma eylemini neredeyse hayatlarındaki en önemli şey saymayıp nefes, yiyecek, barınak, sevgi ve Tanrı’yla eş tutmayanlara asla, asla olmayacaktır. [Asla büyük yazar olamayacaklardır demek istiyor.]
*Tıpkı yaşarken olduğu gibi, yazarken de özensiz olmaktan vazgeçin.
*Mızmızlanmaya ya da aşırı bencilliğe yüz çeviririm. Çokbilmişlere de vakit harcamam. Tehlikede olan bir şey, cümleden cümleye ortaya çıkan önemli bir şey olmalı.
*Anlatıcının tutkuyla arzuladığı bir şey var: Öyküler yazılmak zorundaydı.
*Gir, çık, oyalanma. [Bunun İngilizcesi çok tatlı ya onu da yazmak istiyorum: Get in, get out. Don’t linger. Go on.]
*En iyi kurmacalarda başkarakter aynı zamanda “etkilenen” karakterdir, öyküde başına fark yaratan bir şey gelen kişidir. [Burada RC, Camus’nün belirttiği ortak hisse atıf yapıyor.]
*Donald Barthelme’i taklit eden Donald Barthelme gibi bir etki bırakıyor. [İyi bir yazarın, bir süre sonra neden iyi bir yazar olmayı sürdüremediğini açıklarken.]
*Yaptığın şey önemlidir.
*Çok sevdiğim ya da özel olarak [bence burası bilhassa diye çevrilmeliydi] sevmediğim ama değerini anlayabildiğim şiirlerin püf noktalarını anlamak [belki idrak etmek olabilirdi] için onları ikinci, üçüncü ve dördüncü kez okumama rağmen ilk seferde bana bir şeyler söyleyen şiirleri severim.
*Dişe dokunur kurmaca insanlar hakkındadır.
*Yayınevinde editör var mı diye sormak istiyorsunuz. (Kötü düzenlenmiş bütün kurmacalar için genel isyanı.)
*Okur tarafından katkı olarak sunulan diğer anlamalar ve hissetmeler her zaman bir yazıya eşlik eder. Bu kaçınılmazdır, hatta arzu edilir. Ama yazarın vermesi gereken asıl yük depoda bırakılırsa, o zaman o yazı, benim düşünceme göre, büyük ölçüde başarısız olmuştur.
*Yazarlar yazar; bazı durumlarda akıl ve hatta sağduyu onlara bırakmalarını söyledikten çok sonra bile yazmaya devam ederler. Her zaman bırakmak için ya da pek fazla veya pek ciddi yazmamak için yığınla neden vardır – hem de iyi, inandırıcı nedenler. (Yazmak şüphesiz ki ilgili herkes için derttir, kim başına dert almak ister ki?) [2024’te bu durum biraz daha mana ve aynı oranda manasızlık kazanıyor.]
*Sözünü ettiğim şey biçeme yakın, ama tek başına biçem değil. Yazarın, yazdığı her şey üzerindeki özel ve belirgin imzası. Bu onun dünyası, başkasının değil. Bir yazarı diğerinden ayırt eden şeylerden biri bu. Yetenek değil. Ondan ortalıkta bolca var. Ama olaylara özel bir bakış tarzı olan ve bu bakış tarzına sanatsal ifade veren bir yazar. O yazar bir süre ortalıkta olabilir.
*Bir yazar aptalca görünmek pahasına bazen sadece durup şuna ya da buna -günbatımına ya da eski bir ayakkabıya- mutlak ve basit bir şaşkınlıkla bön bön bakabilmelidir.
*Şunu belirtmek gerekir ki kurmacada deneyim özgündür, zor kazanılır ve sevinç yaratır.
*Bir satırda görünüşte zararsız bir diyalog yazmak ve okurun tüylerini diken diken etmek mümkündür. [Zafer Aracagök’ün çevirisini daha çok beğeniyorum bu hususta, o, “omuriliğinden aşağıya bir ürperti yollamak mümkündür” diyor.]
*Baştan savma ya da gelişigüzel yazıdan nefret ederim.
*Yapılmakta olan şeye böylesi özen gösterilmesine saygı duyarım.
* Düşünsem yine şaşkına dönerim, ama düşünmüyorum. Beni ilgilendirmez. Ama yazı içimizdeki kadar iyi yazılmazsa, o zaman neden yazılsın ki?
*Gerilim olmalı, bir şeyin an meselesi olduğu, belirli şeylerin aralıksız hareket halinde olduğu hissi verilmeli, yoksa çoğu kez ortada öykü olmaz. Kurmaca bir yazıda gerilim yaratan şey, kısmen somut kelimelerin bir araya gelip öyküde olayların gözle görülür gelişimini oluşturmasıdır. Ama aynı zamanda dışarıda bırakılan, ima edilen şeylerdir, olayların pürüzsüz (ama bazen kırık ve sallantılı) yüzeyinin hemen altındaki arazidir.
- Becerilerinin, yeteneklerinin en iyisini kullan.
- Gerekçe gösterme.
- Bahane üretme.
- Şikâyet etme.
- Açıklama yapma.
*Kelimeler öyle eksiksiz olabilir ki yavan bile gelebilir, ama yine de alıp götürebilir insanı; eğer doğru kullanılırsa, bütün noktalara temas edebilir.
***
Kendi yazma deneyimi üzerine
*Kısa şeylerin [öykü ve şiirden söz ediyor] başına oturabilir ve çabucak yazıp bitirebilirdim. … Şimdi geriye dönüp baktığımda, o vahşi yıllar boyunca hüsrana uğramaktan yavaş yavaş kafayı yediğimi düşünüyorum. [Bu kısımda alıntılayacaklarım, ağzında gümüş kaşıkla doğmuşlar hariç, zannediyorum yazan herkes için bir dönem hissedilmiş şeylerdir.]
*O öyküyü yazmaya başladığımda Nelson’ın öyküdeki varlığı için hazırlıklı olamazdım ya da bunun gerekliliğini öngöremezdim. Ama şimdi öykü bitmişken ve ulusal bir dergide çıkmak üzereyken bunun doğru ve uygun olduğunu anlıyorum; Nelson’ın orada bulunmasının, hem de tekinsizliğiyle bulunmasının estetik açıdan doğru olduğuna inanıyorum.
*Bir türlü açıklama getiremediğim ya da hatırlayamadığım uzun zaman dilimleri var; yaşadığım kasabalar ve şehirler, insanların isimleri, insanların kendileri. Büyük boşluklar. Ama bazı şeyleri hatırlayabiliyorum. Küçük şeyler -birisinin bir şeyi belli bir şekilde söylemesi; birisinin çılgınca ya da alçak sesle attığı gergin kahkaha, bir manzara, birisinin yüzündeki hüzün ya da şaşkınlık ifadesi, bazı dramatik şeyleri de hatırlayabiliyorum- birisinin eline bıçak alıp öfkeyle bana dönmesi ya da kendi sesimin başka birisini tehdit ettiğini duymak. Birisinin kapıyı kırdığını ya da bir kat merdivenden düştüğünü görmek. Bu daha dramatik türden anıların bazılarını gerektiği zaman hatırlayabiliyorum. Ama sohbetlerin tamamını, gerçek konuşmanın bütün el kol hareketleri ve ince ayrıntılarıyla beraber, şimdiki zamana döndürebilecek türden bir hafızam yok.
*Bana öyle geliyordu ki, roman yazmak için bir yazarın anlamlı bir dünyada yaşıyor olması gerekliydi; yazarın inanabileceği, tüm ilgisini yöneltebileceği, sonra da tam olarak yazabileceği bir dünya. Hiç olmazsa bir süreliğine tek bir yerde sabit kalacak bir dünya. [Bu benim en çok istediğim şeylerden biri, bir sevginin bile varlığından emin olabilmek için bir süre sabit kalmak gerekli bana kalırsa.] Bunun yanı sıra o dünyanın temel doğruluğuna inanmak gerekiyordu. Bilinen dünyanın var olması için nedenler bulunduğuna, yazmaya değer olduğuna, süreç içinde yok olup gidemeyeceğine inanmak.
*İlk taslaktan söz ediyorum. Yeniden yazacak sabrım her zaman olmuştur. Ama o günlerde yeniden yazmayı iple çekiyordum çünkü vakit alıyordu ve ben bundan memnundum. Bir bakıma üzerinde çalıştığım öyküyü ya da şiiri bitirmek için acele etmiyordum; çünkü bir şeyi bitirmek başka bir şeye başlayacak zamanı ve inancı bulmam gerektiği anlamına geliyordu. Dolayısıyla ilk taslağı yaptıktan sonra esere büyük sabır gösteriyordum. Bir şeyi görünüşte çok uzun bir süre evde bulundurarak onunla oynuyor, şunu değiştirip bunu ekliyor, başka bir şeyi çıkarıyordum. Bu gelişigüzel yazma yöntemi neredeyse yirmi yıl sürdü. İyi zamanlar oldu tabii; sadece ebeveynlerin ulaşabileceği yetişkin zevkleri ve tatminleri. Ama o dönemden yeniden geçeceğime zehir yutarım daha iyi. [Sonu beni çok ağlatıyor, gülerken düşündürüyor.]
*[Yukarıda söylediklerini yalanlamasa da, bu yeniden yazmalar sırasında neyi bulmayı amaçladığını çok başarılı bir şekilde bu alıntının sonunda söylüyor.] Öykülerimle uğraşmayı çok seviyorum. Bir öyküyü en baştan yazmak zorunda olmaktansa, yazdıktan sonra kurcalamayı, şurasını burasını değiştirmeyi tercih ederim. … Elden geçirip yeniden yazmak benim için angarya değil – severek yaptığım bir şey. … Yazılan eseri gözden geçirmek bana doğal gelen ve yapmaktan zevk aldığım bir şey. Belki de beni yavaş yavaş öykünün değindiği şeyin kalbine götürdüğü için gözden geçiriyorum. Bunu bulup bulamayacağımı anlamak için denemeye devam etmem gerek.
*[John Gardner hakkında] Can alıcı bir şeyin, önem taşıyan bir şeyin başıma geldiğini biliyordum. Tam da söylemek istediğim şeyi söylemenin, başka hiçbir şey söylememenin ne kadar önemli olduğunu anlamama yardım etti; “edebî” kelimeler ya da “sahte şiirsel” dil kullanmamanın ne kadar önemli olduğunu. … Yazılarımda küçültmeler kullanmayı öğretti bana. Söylemek istediğim şeyi nasıl söyleyeceğimi ve bunu yaparken nasıl en az sayıda kelime kullanacağımı gösterdi. Bir kısa öyküde kesinlikle her şeyin önemli olduğunu anlamamı sağladı. Virgüllerin ve noktaların nereye konulduğu önemliydi.
*Ama o dönem boyunca öykülerimi hak ettiğimden daha ciddiye aldığı, daha ayrıntılı ve dikkatli okuduğu kanısındaydım, hâlâ da aynı kanıdayım. [Yine John Gardner hakkında. Kendi John Gardner’lerime, onlar kendini biliyor, bin kere yazdım, teşekkür etmeliyim belki de.]
*Hiçbir şey yazamazsam, ki genellikle böyle olurdu, [burası beni çok hüzünlendiriyor, çok çok çok iyi anlıyorum kendisini] bir süre yalnız başıma orada oturur ve her zaman evin içini kasıp kavuruyor gibi görünen gürültü patırtıdan uzak olduğum için şükrederdim.
*Karım çocukları okula bırakıp işe gitmek üzere evden yeni çıkmıştı. Bütün gün benimdi, yazmak için nadir bir gün ama yerine, postayla gelmiş bir kitabı elime alıp Vahşi Batı’daki kanun kaçaklarını okumaya başladım. [Hhahahahaha, bu da kesinlikle anlayabileceğim bir durum.]
*[Öyküsü] Satın alındı, dergide çıktı; bana öyle geliyordu ki bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
*Yazmak istiyordum, her şeyi yazmak istiyordum … tutarlı bir şey ortaya çıkaracak ve benden başka birinin ilgisini çekecek kelimeleri bir araya getiren her şey hakkında yazmak istiyordum.
*Eğitim alma arzusunun yanı sıra, çok güçlü bir yazma arzum vardı; öyle güçlü bir arzuydu ki, üniversitede gördüğüm destek ve edindiğim sezgiyle “sağduyu” ve “somut gerçekler” -hayatımın “gerçeklikleri”- defalarca bana vazgeçmem hayal etmeyi bırakmam, kuzu kuzu gidip başka bir şey yapmam gerektiğini söyledikten çok sonra bile yazmaya devam ettim.
*Yazı için on-on iki tane açılış denedim, başlangıçta bir tane daha, ama hiçbiri doğru gelmedi.
*Kurmaca eser yazmadığım uzun dönemler oldu. (O yılları geri almayı ne kadar isterdim!) Bazen öykü yazmayı aklımdan geçirmediğim bir-iki yıl geçiyordu. … Hayatımın koşulları düzelecekti ya da en azından gelişecekti ve başlayacaktım. … [kendini biraz da Donald Barthelme gibi tekrar etmekten de korktuğunu sezdiriyor] Böylece ben de bekledim. … Şiirler ve kitap eleştirileri, bir-iki tane de deneme yazdım. Derken bir sabah bir şey oldu. Gece iyi bir uyku çektikten sonra masama gidip “Katedral” öyküsünü yazdım.
*Bir öykü üzerinde çalışırken âdet olduğu üzere, bu seferki o güne dek yazdıklarımın en iyisi gibi geldi. [Herkese böyle olmaz mı ya da şöyle demek lazım belki de, böyle olmadan yazmak mümkün mü ki?]
***
Dostluk hakkında düşünceleri
*Fotoğrafa yeniden baktığımda içim ferahlıyor ve neredeyse dostluğun kalıcı bir şey olduğunu düşünme yanılgısına düşüyorum. … Dostluk hakkında düşündüğümde iç karartıcı bir konuya kafa yormuş oluyorum; dostluk, en azından bir bakıma, evlilik gibi -paylaşılan bir hayal daha- katılımcıların inanmak zorunda olduğu, gerçekten sonsuza dek süreceğine güvendiği bir şey.
*Dostlarımdan biri uğruna ölür müydüm? Tereddütlüyüm, ama cevap yine de ödlek bir hayır. Onların da hiçbir benim uğruma yapmazdı, ben de öbür türlüsünü istemezdim. Bu konuda birbirimizi gerçekten çok iyi anlıyoruz, başka birçok bakımdan da. Kısmen bunu gerçekten anladığımız için dostuz. Birbirimizi seviyoruz, ama kendimizi biraz daha çok seviyoruz. … Yazar olmayı seviyoruz. Dünyada olmayı yeğleyeceğimiz başka hiçbir şey yok, gerçi hepimiz zaman zaman başka şeyler de olduk.
*Kaçınılmaz olarak hayat böyle bir şey, çoğu zaman ortadan kayboluveren büyük zaman dilimleri…
***
Hemingway hakkında
*Ağır hasta, paranoyak ve kötümser olan Hemingway kurmacanın gerçek deneyime dayanması gerektiğini söylüyordu. [Tıpkı babasının kendisine dediği, ama onun sırf babası söyledi diye yapmayı ilk başta reddettiği gibi.]
*Hemingway bir işte çalışmak istemiyor, geç saatlere kadar uyumayı ve öğleden sonralarını bilardo oynayarak geçirmeyi seviyordu. [Şu anki ve belki de her zamanki ben gibi, tek farkımız bilardo yerine belki basketbol ya da daha az yorulmalı ise konsol oyunu oynamak olurdu.]
*[Yazarların öteki işlerle uğraşan insanlardan çok daha fazla cesaretlendirilmeye ihtiyacı olduğunu söyledikten sonra, Hemingway’in ilk karısının ona söylediği şeyi alıntılıyor]: “Tatlım, hayatında yaptığın en iyi şeylerden birini yapıyorsun…”
*Bencildi ve her zaman kitapları karılarından önce gelirdi. … Pek az kişi onunla gevşemenin gerginliğine uzun süre dayanabilir. [Burasına da bayılıyorum, burada geçen alıntıların çoğu Hemingway üzerine yazılan biyografilerden yapılan alıntılar.]
***
Okurken gözüme çarpan garip bir not
*Nabokov’un dedesi, Dostoyevski’nin ölüm cezasına çarptırılmasını onaylayan jüri üyeleri arasındadır.
Eline sağlık çok güzel olmuş, sonradan bilgisayara geçtim demişsin ama Keşke bunları yazdığın defterlerden de bir kuple :p koysaydın, resim yani:)
Ah be Erenim, yeni görüyorum yorumu, neyse ki çok bir şey kaybetmedi dünya benim korkunç el yazımı görmeyerek =PP
Karakter analizi yapacaktık ama..:))
kendi karakterimden bıksam da okurlarımı kıramam, gerçi takipçi diye yazmışım gene, bu laftan da bıktım hahahaha. al bakalım ne çıkacağım, herkes ne mal olduğumu bilsin artık anlamadıysa =P https://imgur.com/a/0BdBFiM