Geçenlerde arkadaşla sahildeydik. (“Arkadaşla”, kim bu arkadaş?!!!! Tanımazsın. İsmi ne!!111!!)
İnsanın bilime veya sanata adayabilmesi için kendini, bir şeyleri sorun etmesi gerekir kendine, dedim. Sorun edilmeyen yerde ikisi de olmuyor.
Biri, çocuğunu izlerken, aynada kendini ne zaman fark edeceğini “sorun eder”, ve bunun üzerine çalışmaya başlar, ve bu sorun edene eşlik eden bir beş kişi daha gelir ardından ve bu en baştaki kişinin teorisi geliştirilerek sanki dünyadaki en önemli şeyi araştırıyormuş hissi içinde bir sonuca varmaya çalışılır; ancak, önemli olan araştırmadır, çıkacak sonuç da değildir, çünkü bu sorunun birden fazla sonucu vardır, mesele o yola gidiştir. Çocuk ne zaman egolanır, narsisizm hangi yaşta başlar, tarak ne zaman kullanabilir, aynada ilk neresine bakar, kendini kaç aylıkken fark edip ayna karşısında durur veya çarpıp yere düşer vs.
Yazarken de öyledir, çizerken de.
Örneğin, bir ev kadının, hiç sigara içmemiş bir ev kadının bugün iş yapmıyorum ulan demesi, ve salonun ortasında domestos kafasıyla kocasından aşırdığı sigarayı içmeye çalışması, hatta yakmaya çalışması, hatta içine çekmeye çalışması bir öyküdür;
aldatmayı çirkin bulan kadının intikam için hiç gitmediği gece kulüplerinde kendisi ile sevişecek bir adam araması, girişi, alışık olmadığı tarzda içkiler içmesi, topuklularla ayakta durma çabaları, oğlanın arabasında eve giderken yaptığı vicdani hesaplaşmalar hep öyküdür, komik ve hüzünlü bir öyküdür de.
Çektirilmeye gidecek bir diş öyküdür, ya ölürsem kan kaybı içinde, ya sterilize edilmemiş iğnelerden AIDS kaparsam, hem de üstelik bakir iken daha!!! Hakeza yine aşırı gülünç ve hüzünlü bir öyküdür.
Bütün bunlar bir öyküdür çünkü dediğimiz gibi “sorun” vardır ortada, aslında bu sorun o kadar “küçük”tür ki, kimse önemsemez, hemen herkes yaşamıştır da bunları. Ama, onu yazarken öyle evrensel ifadeler takınır ki yazar kişisi, öyle kendini bir şey sanar (sanır!!!) ki, dünyayı değiştirdiğini filan. (Ki, dünyayı değiştirmek için abartılı laflarla yazılmış, yazıldığı çok belli, pohpohlonan yazarların yazdıklarından evladır canım öykücülerimin yazdıkları.) Halbûki, dikkatini çekeceği üç beş kişiden fazlası değildir, ama o sürece giderken kendinden tatmin olma hissi dünyanın en güzel sevgilisine sahip olsa bile vermez aynı duyguyu ona. Budur yazmayı sürdüren onun için. Hiçbir şeyden tatmin olamayacakmış hissi, ya da yazana kadar tatmin olup olmadığını bilememe.
Şöyle anlatayım, uzun zamandır o kadar az şeyi sorun ediyorum ki, bu yazıdaki yaratıcılığımı törpüledi, keskinleştirmedi, elimden aldı. Birisi bana küsmüş mü, varsın küssün, biri anama mı sövmüş, n’apayım sövsün, biri beni sevmiyor mu, kısmet. Vs, vs. Bütün bunlar, ülkedeki hiçbir şeyi umursamama, dünyadaki hiçbir şeyin ilgini çekmemesi paralel evrenler dışında, ki olasılığı nedir ki bunun, her neyse, yazacak her şeyi vakit kaybı olarak görmeme neden oluyor. Üstelik yazının yayımlanma süreci, ve o süreç içinde yazının “özü”nü bozmak zorunda kalmak, inanın beni geri iten şeylerin başında. Hatta belki de tüm bunlardan ötürü ben hiçbir şeyi sorun etmiyormuş gibi gözüküyorum; aslında belki de onca şeyi sorun ediyorum ki en sonunda hiçbir şeyi sorun etmiyormuş gibi gözüküyorum.
Hatta bu yazıyı da hiçbir şeyi sorun etmeyişimi sorun edişim üzerine yazdığıma göre, içimde bir şeyler kıpırdanmaya başlamış demek.
—-
Yazının başında çıtlattığım ise, konu ilişki denen nane olunca en nefret ettiğim ikinci durum, belki de birinci. Bundan sonra sevgilim olmayacağını düşünmeme vesile olanlardan. Yani evlenmek filan demiyorum sevgili okur, sevgili diyorum. Ya ben öteki türlüsüne rastlamadım ya da “sevgili” senin/benim yapmak istediğin şeyleri hep ikinci plana atan bir kişi. Düşmanın ama sen ona sevgili diyorsun. Sen kitap okumak istiyorsun, o dışarı çıkalım diyor. Sen kitabı tercih ettiğin için sana küsüyor. Demek dışarı çıkmak onu tercih etmek idi; ama kitabı okumak “kitabı” “ona” tercih etmek, “kendini” “ona” tercih etmek değil. Elbette bunların üzerine, sen dışarı çıkmayıp onu küstürdüğün gibi, kitaba da konsantre olamıyorsun. Ya da bu telefonlar, tam film izlemek istiyorsun en önemli yerinde mesaj vs. Sevgili, özellikle eş, eğer bir şeylerle uğraşmak istiyorsanız çok büyük bir yüktür sevgili okurlar. Onlar her şeye karışır, onların bir hayatları yoktur, onların hayatları sizsinizdir ve üzerinizde baskı olurlar. Elinizi ayağınızı tutarlar. Bakın Marie Curie bile, “Madam” sıfatına kocası Pierre Curie öldükten sonra erişti. Kadın kurtuldu da rahatça kendini bilime verdi.
Ama ne yazık ki, ben de biliyorum kendimi, bunlardan olmadığımı, adanmışlık duygusuna erişemeyeceğimi, biliyorum ki, güzel bir kadın bana iki kırıtsa aklımı başımdan alacağını, hatta bununla da kalmayıp onunla ilgili hayaller kuracağımı, hatta ve hatta ona öyküler yazacağımı, acılar çekeceğimi yalancı, hatta ve hatta hiçbir şey yaşamamış olmamamıza rağmen özleyeceğimi bile biliyorum. Bütün bunları bilmek bir yandan beni gererken, öte yandan yazdırmaya değecek bir şekilde ilgimi çekmiyor.
Baştaki “nereye”yi yazmadığımı fark ettim, ki anlamışsınızdır sanırım. Bir ilişki içindeyseniz, sürekli hesap vermeniz gereken biri vardır, bu anneniz babanızdan tam kurtulmuş ya da hatta kurtulmamışken sevgili denen her şeyi açıklamak zorunda olduğunuz er kişisidir gene. Diyaloglar şöyledir:
-Nereye?
-Eve.
-Nereye?
-Dışarı.
-Nereye Dışarı?
-Taksime.
-Taksimde nereye?
-Falanacaya.
-Kimle?
-Tanımazsın.
-Adını söyle.
-Ya sen bana güvenmiyor musun?
-Adını söyle.
-Adı.
(Kızsa kavgaya gider, değilse de kesin sarhoş olup oradaki kızlara yazarsınız. Tersi erkek için de mümkündür elbette, cinsiyetçilik yaptığımız yok. Hahaha.)
Ya sana ne, ya kalk gel, ya da on kere sorguya çekme. Çağımızın insanlarında şöyle bir olgu var. Kendilerini kıskanç göstermemek adına saçmalamak.Yani bir insan bu kadar saçmalayabilir. Açık açık kıskan daha iyi. Hem dışarı çıkabilirsin sorun olmaz, ama ben senin ağzına sıçarım kafası çok tehlikeli bir şeydir sayın ilişki yaşayacak veya yaşayan insanlar. Adam gibi dışarı çıktığında ne ara ne sor, ya da baştan gitmemesini talep et. Öff, o kadar iğrenç ki ilişkiler için bir daha yazmak istemiyorum resmen. Hahaha.
Gerçekten gülüyorum sayın okur, yok uzun süredir sevgilim de yok, neden olmadığını da anlıyorum. Herkes ayrı rahatsız, ayrı güvensiz, kendisine köle arıyor, sevgili değil de. Ki dediğim gibi “kendime köle arıyorum” deseler amenna. Hiç sorun değil, ama öyle gibi göstermeyip sonradan ona evrilenler pek gülünç doğrusu.
Sevgili adsız, yorumunu "yayımla" yerine "sil"e bastığımdan, (yanyanalar) sildim, özür dilerim.
Teşekkür ederim benzetmen için hahaha. Severim kendisini ama çok da dillendirmem.
Bana sen diyebilirsin, fark etmez, yani beni insan yerine bile koymayabilirsin o bile fark etmez. Sonuçta nedir yani bu resmiyet? Kimi kandırıyoruz.
Vallahi neden böyle düşünüyorum bilmiyorum, ilişkiler hep biraz muğlak. Ben hoşlanmıyorum ya da böyle durumlardan. Bilmem. Sen ne diyorsun bu konuda? Sence de sıkıcı değil mi bu şekilde işlemesi bazı şeylerin?
İnsan yerine koymama çabasına neden gireyim ki mesela muhabbet kuşuna muhabbet kuşu deriz, kelebeğe kelebek insana da insan:) biraz önce söylediğim şeye tekrar dönmüş oluyorum böylece neden insan yerine koymayayım 'insan yeri' nedir? Böyle biliyormuş gibi konuşmuyorum kendi kendime düşündüklerimi ve fikirlerini okuyarak düşündüklerimi yazıyorum.Siz kelimesi de sen kelimesi de bişey farkettiriyo mu bence hayır hiç hem de sadece kelime olarak sevmiyorum kısa oluşu ve 'z' ile sonlanışını sevmiyorum:D Onun dışında ilişkilerin böyle işleniyo oluşu evet bana da uygun değil ama işte bana uygun değil ve öyle ilişki kuruyorlar diye öyle kuracak değilim ki kuramam ki.Ben diyorum ki gözlerimiz onların içinde üstünde bişey var mercek gibi 'ben' dediğimiz şeylerden biri o öyle görüyoruz merceğin derecesi arttıkça daha ayrıntı renkleri bile bir rengin birçok tonunu görüyoruz.Benim için ilişki bu gözlerin içindeki benle insanların gözlerinin nasıl bir merceğe tonalarının ne kadar çeşitli olduklarını anlama biçimi ve o gözlerle onların anllatığınca hayal edebilme biçimi bilmem anlatabildim mi ama evet senin dediğine geleyim bahsettiğimiz o ilişkilerden ben de hoşlanmıyorum ama bana ne ki onlardan onların gözleri öyle benimki böyle anlatabilsem keşke daha iyi ama normalde de zorlanırım zaten anlatırken
Hahahah, çok iyi anladım ya, merak etme =) İşte ne güzel, ben seviyorum böyle konuşmaları her şeye rağmen inanmak önemli. Gözlerin değişmemesi önemli. Umarım hep öyle kalırlar ne diyeyim, gertçekten umarım =) Öteki türlü ziyan oluyor insanlara.
Bilmem ama gözün gözüm gözler bence fazla alıcı almadığında bakmadığınd görmeye çalışmadığında ziyan olur.Benim yaşamım sonuçta ben görüyorum ben kokluyorum benim yolum değil mi alıcılarımı açıp hissedebildiğim kadar hissetmek ama bunun yolları da değişir değişir bir zaman o yolda bir ağaca odaklanırsın bir zaman uçan koca bir arıya ama önemli olan uçan arıdan biraz korkarken korkmana rağmen arıya bakmak nasılmış rengi diye diğer arılardan farklı ne var diye ve arıya bakarken korkarak bir araba sesini niye duymayayım ya da biçocuk bağrışını ya da ellerimin üşüdüğünü yüzüme dokundararak daha bi anlamayı yani ilşkiler bi kısmı ilişki bu yaşadığımız neyse o gibi oluyo bazen benim için ama böyle düşünsemde hissettiğim hep böyle olmuyo bazen eksik bazen kafamdaki şeyin isteğini hissediyorum bazen üzüledebiliyorum sonra da diyorum ki heh bunları niye ayrı tutuyosun ki kat öncekilere hepsi işte hepsi diyorum.Ne bileyim düşünüyorum filan ama neyse bu da ama da kalsın 🙂
Valla görmeye çalışıp da göremeyen gözler de vardır bence peşin hükümlü olmamak lazım hahahaha.
Aslında bence tam da bu yüzden zor işte. Bütün bunları düşününce, okurken bile zorlandığım şeyleri yaşama uydurmaya çalışmak kesinlikle zor. Çok zor.
Evet, zor ama keşfetmek güzel sanki herşey bilim, müzik, yemek yapmak,takı yapmak, yazı yazmak ulaşmak daha iyisine ulaşmak için geçen sürede istikrar herşey kendi keşfimiz icinmis gibi,keşif yaparken çıkan ürünler de yine keşfetmek yolunda güzel gidiyor.Böyle tıkandım biraz sonra çok minik bi muhabbet sonrası eve koşarak geldim bunu buraya yazmak istedim.kendimizi keşfetmek değmez mi herseye ki tam böyle değil aslında sorum ama aktaramiyorum yazarsan ,güzel olur mutlu olurum:)
Hahaha, çok güzelmiş ya, yani koşarak gelip, buraya yazmak istemen, bu inanılmaz teşvik edici bir laf.
Şimdi biricik adsız,
Ne demek istedin ne yazarsam? Sana cevap mı, yoksa yeni yazı mı anlamadım. Ama bir yeni yazı yazdım, onunla yetinebiliriz diye düşünüyorum şimdilik. Gene görüşeceğiz, hoşça kaal =)