Yazan herkesi kıskanıyorum. Ecnebilerin “writer’s block” dediği durum bu olsa gerek. Ama ortada bir “writer” yok ki, “block”u olsun değil mi sayın okuyucum? (Şimdi hepiniz kültürlü insanlarsınız, olmadı internet kullanıyorsunuz ama bu lafı da açıklayalım, çünkü bu İngilizceyi herkesin bildiği bir dil sanan insanları hiç sevmem. Yazar tıkanıklığı diyebiliriz duruma sanırım. Ha, neden İngilizce giriş yaptım en başta, sanırım Türkçede böyle bir şey yok diye. Her neyse, size ne istediğim gibi yazarım.) Ama, neden? Uzun zamandır yazmaya çalıştığım öykü bile yok. Karalamalar var hepsi hepsi, hepsi bu. Ve şu an, yazmakta olduğum şu blog yayınını bile yedibinyetmişbeşyüzaltıkere (hep abartınca bu sayıyı derim.) silip baştan yazmaya çalıştım. Yazamama sebeplerimi yazayım da, en azından bakıp neler yapmam gerektiğini hatırlarım, ya da neler düşündüğümü eninde sonunda:
1- Para, iş, gelecek kaygısı. Bir insanın yazabilmesi için hiç ailesi olmaması gerekir sayın okuyucum. Bunu yazın bir kenara, benden önce biri söylemiş midir bilemem. Söylediyse de umurumda değil. Bazen ailemi öldürmeyi düşündüğüm de oluyor. Ya da ben öldürmesem de araba kazasında ölseler. Ya da ne bileyim işte. Yapacak bir şeyleri, hayattan bir beklentileri yok. Pratikte bütün tanıdıklarımın ailesi ölü, ama yaşıyorlar. Benim hayatta bir amacım kalmasa ölmeyi yeğlerdim. Hele amacım başka insanların hayatları olduğunda. Yani demem o ki, şimdi senin bir çocuğun olduğunda bütün amacın o oluyorsa, sen bir birey değilsin demektir. Çok sevebilirsin ama bir insanı özgür de bırakman gerekir. (Bu arada ben 2010’dan beri ayrı yaşarım ya da daha önce hatırlamıyorum. Ama yine de bu iş böyle.) Onlar ölse hem bana yazacak konu çıkar, hem acı çektikçe daha iyi yazarım, hem de sürekli kendileri ürettikleri için ondan her şeyi isteme hakları olduğunu sanan ebeveynler etrafta dırdır etmez. Yani şu an, her şeyi bırakıp sadece yazmaya odaklanamıyorsam bunun iki sebebi vardır sayın okuyucum. Biri benim yüreksizliğim, öteki de hayatta bir yere gelemeyeceğin korkusu taşıyan ve bu korku yüzünden sizin de kendinize olan güveninizi sarsan bir aile. Neden bir anda kendimden bahsederken “siz” demeye başladım inan bilmiyorum sayın okuyucum, ama sen beni anlarsın, bilirsin ki ben hep böyleyimdir. Bundan başarısızım işte. Aile genelde ayakbağıdır. Büyük ihtimalle yıllar sonra bu yazdıklarımdan pişman olacağım ama bir “yazar” olarak söylüyorum ayakbağıdır. Yazmak para getirmez çünkü, istediğin, karının isteyeceği, çocuklarına yetecek, herkesi tatmin edecek kadar. Çünkü çok para kazanmak eşittir tatmin olmaktır bu dünyada. Yeni telefon, yeni araba, yeni mutfak, yeni ev, yeni takım, yeni saat ve benzerleri. Ama kendini bunlarsız da, sadece yazarak tatmin edebileceğini sanmak da hafiften saçmalıktır sayın okuyucum. Yazarlar saçma insanlardır, bir bankacı olsaydım örneğin hiç dert etmezdim ailemi, çünkü gideceğin bir iş yeri var, ve çalışacağın, ve molaya çıkacağın, ve eve döneceğin, ve haftada bir dışarı çıkacağın saatler ve insanlar belli. Ama yazar öyle midir sayın okuyucum, ilhamı filan geçtim, yazarın yeri olmaz, zamanı olmaz, saati olmaz, içilen içkinin, sigaranın, otun püsürün, sapkınlığın, her şeye karşı duruşun yeri zamanı olmaz. Sanatçı topluma karşıdır esasen sayın okuyucum, sanatçı etik değildir, sanatçı ahlaksızdır genelde. Kant’ı sever ama ahlaksızdır.
2- Yazdıklarını beğenmeme ve yazılanları da beğenmeme. Şimdi size beğenmediğim kitap listesi yapsam eminim beni taşa tutarsınız sayın okuyucum. Şeytan bu dersiniz, iblis bu. Beğenemiyorum, vallahi beğenemiyorum, artık çevirisinden midir, kendinden mi bilemem ama güzel kitap okumaya hasretim. Yani dikkatim başka bir şeye kayıyorsa o kitap güzel bir kitap değildir. Bu arada, genel kültür seviyesi ve güzel kitap okuma sayısı arttıkça hiçbir yazılanı beğenmiyor, hatta bu klasik olduysa benim yazdıklarımın nesiller boyunca aktarılması, kutsal kitap gibi ezberlenilmesi gerektiğini de sık sık düşünmüşlüğüm olmuştur. Ama kendi yazdıklarımı da görünce, bu dünyada yazmaya değer bir şey olmadığını anlıyorum. Ben de yetersizim, bu demek oluyor ki kimse yeterli değil. Hatta inanır mısınız sayın okuyucum, beğendiğim kitapları bile okuyamaz oldum korkudan yeniden, beğenmem diye. Aşk yazıyorsak örneğin, hep aynı şeylerden bahsediyoruz. Biçim, sadece yetmiyor anlatılmak isteneni anlatmaya. Ama aşk hakkında söylenecek yeni bir şey yok, ama bizi bu dünyaya bağlayan en önemli duygulardan biri de olduğu için insan sürekli aşktan bahsetmek, onun hakkında konuşmak istiyor. Ah, bizden adam olmaz müdürüm.
3- Sanırım bütün bunların içinde sevgisizlik en ön planda. (Üçe yazmamın nedeni sona saklamam. Ya, sus ya, yeter, her şeyin nedeni yoktur bu hayatta.) Sanırım yazmayı seviyorum ama artık bir iç rahatlaması, ya da görev aşkı ya da ne bileyim herhangi bir şey hissetmiyorum. Yazınca bir şeylerin değişeceğini sanmıyorum, insanların eskisi kadar bir şeyler okuduklarını sanmıyorum. İnsanların, üzerine bir şeyler yazılmaya değer canlı türü olduğunu düşünmüyorum. Tek bildiğim, yazmalıyım çünkü benden daha iyi yazacak kimse yok dünyada, ve benden daha iyi yazacak kimse olmadığı için de insanların beni okuması lazım. Ama beni okumalarını istiyor muyum, veya şöyle soralım, ben onlar için mi yazıyorum? Kesinlikle hayır. Öyleyse yazmak manasızdır ve absürttür. Peki neyi seviyorum bu dünyada başka, hiç. Okumak, bana para kazandırıyor mu, hayır. Film-dizi izlemek, müzik dinlemek? Kesinlikle hayır. Para kazanmazsam ne olur, dırdır ve baskı. Ve aç kalırım, ve aç kalırsam da ölürüm. Ve parasız insanı kimse sevmez, ve ben sevilmek isterim. İnsan sevilmek ister sayın okuyucum, ama sevildiğinden terk edilmek istemez. Sevdiği terk eder insanı bunu biliriz ama sevildiği de terk ediyor insanı sayın okuyucum, çok saçma bazen hayat. İnsan kimseye güvenemez sayın okuyucum. İnsan kimseyi önemsemez de esasen. İnsan sayın okuyucum, hiçbir şeye değmez. Sevgi demişken sadece yazıya olan sevgisizlik de değil, bir inanç boşluğu da insanı yazmaktan alıkoyan şeylerden biri. Çünkü, inançlı biriysen örneğin, bir iç rahatlığıyla yazabilirsin (ki ben bu yazarları hiç sevmem, “rahatsız” olmalıdır yazar, rahatsız etmelidir beni yazı.) ve potansiyelinin hepsini ortaya koyabilirsin, ama bil bakalım öyle midir bir şeye inanmayan adamın hali, nicedir? Sokaklarda öldürülme korkusu, öldükten sonra da yaşamaya devam edeceğini sanan insanla aynı mıdır? Sapıttım gene. Allah belanızı versin. Bakın Allah dedim, ama lafın gelişi biraz da. Biraz da çocukluk, bir şey söylemek isteği, küfürsüz, oysa küfür etmeyi bazen çok severim.
Bi kahve iyi gelir gibi sanki… Ayrıca okuyucu olarak, takdir etmem ve yazılanları beğenmem isteniyorsa ki konudan onu anladım, ne diye azarlanıyorum ben yaaaaa ! soru soramayacak mıyım, itiraz edemeyecek miyim?
Kahve iyi gelir. Camus demiş ya, "ya kendimi öldüreceğim ya da bir fincan daha kahve içeceğim," diye, öyle.
Bu arada ben kendi kendime konuşuyorum pek sevgili okurcum kahve telvesi, ben hep konuşurum kendi kendime, hata şu an bile konuşuyorum.
Biyerlerden aklımda kalmış belki dünya uzaylı bir çocuğun fen bilgisi ödevidir, diye. Bundan duyulan rahatsızlık neden? Varolmanın sancısı mı bu?
Uzaylı olana göre biz insanoğulları neyiz acaba, onlar da aynı soruları bizim için soruyorlar mıdır?
Bundan insan neden rahatsızlık duyar bilmiyorum, ben duymam şahsen, ama bu yaratıcı fikri ile hemen hemen aynı düzlemde, kısacası böyle söyleyince tanrıya bir hakaret olarak algılanabilir. İnsanları algılamak zor iş. =)
Aslında basit bir ağızla demek istedim aklımdakini uzaylı muhabbeti konusu zaten bu standart birşey biz de onlara göre uzaylı yani bunları geçip ilerlemek istediğim şey aslında merak ettiğim şey anlam insanoğluna yüklediğimiz algı neden birçok şeyi insan şöyle böyleye getiriyoruz ya da kendimize de aynı şekilde.Rahatsızlık ise ben de şöyle bi an gelen rahatsızlık zaman algısını bile değiştirecek rahatsızlık bi an önemin azalışındaki rahatsızlık.Çok bireysel yazdım zaten:)tanrıyı yüceltmediğim için hakareti de bu yönden düşünmüyorum.Sadece merak ve burayı okuduğumda sormak istediğim çok şey var:)
Hahah, yazdıklarınız inanılmaz gururumu okşuyor bilesiniz. Sormak istenilen şeylerin çok olması güzel, sorular da güzel; güzel, güzel de, her sorunun cevabını verecek kişi ben miyim, o kapasitede miyim orası meçhul =) Ama burası benim olduğu kadar, sizin de. Öyleyse istediğinizi yazabilir, sorabilirsiniz ve belki bir başkası da yanıtlar eğer ben bilmiyorsam yani cevabı. Kesin de bir yorumum vardır ama, gene de belki pek bilmem hahaha.
Doğru cevap aranılması düşüncelerimiz için çok değişken, istediğim şey sorarken düşüncelerimizin genişlemesi besleyip büyütelim olabildiği kadar farklı olabilir, benim de hoşlandığım bi durum ki söyledğim herşeye atıfen bir cevap yazmanız 🙂 dışa dönük duyularımızla harekete ne kadar sınırlı bi geçiş yapıyoruz aktifleştirmek istediğim ağır aksak ilerleyen şu içe dönük beş duyumuz zorlandığım her yerde kendimi o zorun içine atıyorum çok şey mi istiyorum :)hayır ve size de olabildiğince soru dökmek yolumun aktivesi =)
Hahaha, çok iyi ya. Bir gün şu düşünce partisi işini yapacağım, o zaman sizi de bekliyorum.
Kafalı insanları hayatımda hep kaybettim, belki de hiç bu işlere kalkışmamak en iyisi ama du' bakalım, iyi günler ileride