Tam olarak kimi araştırıyordum hatırlamıyorum. Hatta araştırıyor muydum, yoksa okumam gereken bir metin miydi, bir romanda mıydı bilmiyorum, İngilizce’ydi ona çok eminim. “Klişe” diyebileceğimiz laflardan esasında; ama tam hatırlayamadığım, ve not da almadığım için (ben artık not da almamaya başlamışım okurcum, gör halimi, bitmişim ben) çok saçma olacak şu anki sallama çevirim ama:
“Buradayken buradayım, biliyorum; peki burada değilken neredeyim, hayalimde iken, imgelemde iken?”
Bedenim orada evet, doğru, ama aklım tamamen başka yerdeyken, ben gerçekten neredeyim? Arkadaşlarla eğlenmeye gitmişken, ve artık eğlenme limitim dolmuşken, birkaç saat geçmiş ve sıkılmışken, kimse ilgimi çekmiyorken, komiği kimsenin ilgimi çekmesi de önemli değilken, kimsenin odağında değilken, kimsenin odağında olmamam da umurumda değilken, hatta orada olmam onları ve beni rahatsız ediyorken, ve buna rağmen her iki taraf da saçmaca hissettiği zorunluluktan ses çıkarmazken; ve gözümle sadece başka bir ihtimal olmadığı için bakıyorken, kulaklarımla gene başka bir ihtimal olmadığı için duyuyorken, hatta duymuyor ve görmüyorken… Ben o anda neredeyim, neredeydim? Kısacası “zaman”da benim somut varlığımın mı orada bulunması önemli, yoksa soyut mu? Ya da örneğin ben kafamdan geçirerek Paris’i görmüş müyüm, görebilir miyim, yahut fiziksel olarak da orada bulunmam mı lazım? Finlandiya’da beni gösteren bir fotoğrafımın olmaması benim orada bulunmadığımı mı gösterir? Veya ben gezerken, Paris’te iken, Espresso içer, güzel kızlara bakar iken, ama aslında aklımdan güzel kızların bacakları değil de, yazmak için beyin fırtınası yaptığım romandaki karakterlerin düşünceleri geçiyor ise, fiziksel olarak herhangi bir şekilde orada olmam neyi değiştirir? Pekâlâ dünyanın her yerinde yapabileceğim bir şey için neden Paris’e gideyim, Paris’te iken sadece bedenimin Paris’te olması nedir? Finlandiya’da olmayan fotoğraflar neyi kanıtlar?
Bana bu mevzu hep şeyi de hatırlatır, bir kadının eşini aldatmış olması için fiziksel bir hamle mi gereklidir, düşünden bunu geçirmesi, hatta sürekli geçirmesi, başkalarını güzel bulması da bir çeşit aldatma değil midir? Ya da bunu düşünden geçirmesi ile icraata dökmesi arasında ne fark vardır? Birinde beden tatmin olurken, ötekinde bedeni kendi kendine tatmin var banyoda ya da sen evde yokken, hatta zihinsel bir tatmin var ki ilerleyen yaşlarda bunun önemini daha da iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum. Kısacası her insan aldatır sevdiğini, komiği kendini de aldatır sevdiğini aldatır iken sevdiğini sanarak. Halbûki bu hûlya ondan “daha”sı ile karşılaşınca söner. Dahasını elde edemeyeceğini yahut, peşinden koşamayacak kadar yorgun olduğunu bilen beyin bizi frenler. Eldeki ile yetinmeye zorlar, hatta bazı beyinlerde onları daha çok sevmeye zorlar. Çünkü elinden gelen budur, ve Dimyat’a pirince giderken atasözünü tamamlarsınız.
***
Konumuza dönecek olursak, Tarkovski beyimiz iddiayı şöyle büyütüyor, ve buyuruyor:
“Peki âlâ, ben burada-gerçekte de değilken, ve bir hayal gücünde filan da değilken neredeyim?”
Doğana kadar geçen süre, ve öldükten sonra geçen zamandaydık sanırım. Ya da bir barda sıkılıyorduk. Ya da ıstırap içindeydik.
Zaman geçiyor, sen o anın geçtiğini daha önceden edindiğin tecrübelerden ötürü biliyorsun, ama o zamanın geçiş anında hiçbir şey yapmıyorsun, izafi bir şekilde, sadece zamanın geçişini izliyorsun, hatta izlemiyorsun, izleyemiyorsun bile. “Hay anasını bu hafta da bitti,” diyorsun, “Ooo ne çabuk altı oldu,” “vov üç saat mi geçmiş,” diyorsun. Çok acıklı. Ben mesela sıkılmam, sıkıldığım tek şey zamanın geçmesi. Bana zaman geçmiyor diye yakınan insanlar var. E, daha iyi ya!
***
Hatta daha acıklısı insanlar bence biraz aptallaşma ihtiyacı hissediyor. Bir süre sonra siyasetçilerin konuşmaları mantıklı gelince, inanılmaz gereksiz televizyon programları ve yutup kanallarında vakit geçirdikçe, “eğlenmek” adına hiç de eğlenmediği şeyleri yapmaya kendini zorlayınca… Tam bu zamanlarda insanın aptallaşma eğilimini, aptallaşma gereksinimini anlıyorum-uz. Neyse bu da başka bir yazı konusu olsun.
uzuun zaman sonra.
iyi geldi bu blog. özlemişim.
Oooooooooo, Miaa nasılsın yahu, özlettin kendini hahaha.
Teşekkürler, gene beklerim efem =)
bir arkadaşım bana bir kelime öğretti weltschmerz sen de bak. bir kelime de benim bakıp buldugum kelimelerden gelsin saudade.konudan bağımsız gibi oluyor ama değil aslında kendi kafamda cagrisimlari beni bu iki kelimeye getirdi konuşmak istediğim kimse yok bunları ne kadar çok şey yesillendirmesine rağmen içimde bi sürü kapı acmasina rağmen sen nasıl yazmak istemiyorsan ben de agzimi açmak istemiyorum buraya yazmak geliyor içimden çünkü görmek iyi gelmiyor bazen bildiğim şeyleri.Bura iyi belli bi süre daha agzimi burda acicam.sen de yaz
Sanırım Ceren ile mi ne konuşmuştum bu konuyu, Almanca bana Ceren'i hatırlatır. Ceren buraları okuyor mudur bilmem ama selam ona da. Seneler var kendisiyle yazışmadım; sevdiğimiz insanlardandır kendisi hahaha.
Saudade aslında biraz bilindik, yani ben daha önce duymuştum doğrusu. Ama aklımda yer etmemişler mi, ı-ıh. Teşekkürler =)
Aç, yaz, dök, valla ne yalan söyleyeyim benim hoşuma gidiyor böyle konuşmak. Kendi kendime yerine senle konuşuyorum kaç yazıdır oh. Gerçi bütün adsızlar sen misin bilmiyorum da bence sensindir, o kadar geniş hayran kitlelerine ulaşmadım henüz hahahaha.
Benim yazmak istememe nedenimi şu an düşünüyorum da, sanırım yazmak kadar yaşamak da mühim. Belki ben şu anda yaşama safhasındayımdır.
Nasıl yaşamak? Bir de nasıl, yaşamak?
Bir bulantıya benzer bişey.(bunları anltırken bir sorun gibi anlamdığını düşünüyürum, sonuçta hissettiğimiz şeyler yaşamımızın kokusu gibi değmediği yer yok, siniyor ve bizi belli bir fotoğrafta resimde yaşatıyor hatta bu kokunun yarattığı renkler değişiyor ve o fotoğraf resim her neyse renkleri sürekli değişen bi hal alıyo tonları hele hep hatta bazı gecelerime öyle bir düşüyor ki disco topu misali müzik eşliğinde dans etmekten kendimi alamıyorum ahahah en uzun parantez cümlem).gerçekte de kusamam zaten ama burdaki kusamamakta hepimiz biraz daha eşitiz galiba.
Bence ben seni tanıyorum. Baş harfin bence B ile başlıyor. Hahaha bu da sapık gibi oldu.
Bu işler biraz da böyledir. Önce yaşaman sonra yazman, sonra yazmak istememen, sonra yazman, sonra neden yazdım ki demen, yazmıyorum demen, sonra gene yazman, sonra yazının kendi başına bir yerlere gitmesi, sonra onu toparlaman, sonra senden-senin yaşamından tamamen bambaşka bir yere doğru gitmesi, artık senin olmaması, onun seni şekillendirmesi tersinin olacağı yerde.
Evet. Sanırım "yazma" için yaşamadaki en mühim şey mutsuz olacağını bile bile yaşamaktır.
Geçen seneden beri takip ettigim arada yaz diye dürtukledigim son zamanlarda daha bi paylaşıma geçmek istediğim yer bura tanımıyorum seni ama baş harfim doğru garip:) niye tanidigin hissine kapildin throl olayını bu kadar sıkıcı yapan var mıdır bilemedim 😀
=) Ben seni "defter" mahlası ile bildiğimiz B. sandım; olmadı başka bir tanıdığım daha var onunla da uzun süredir görüşmedik o. Meğer ikisi de değil, ikisine de küseyim ben en iyisi. Heh.
Neyse güzel ya ama böylesi. Her neyse, okulumu patlattılar sevgili adsız, bir zamanlar bütün günümü geçirdiğim yeri, delirmemek elde değil.
Iletisimin kesilmesinden gerçekten yoksun kaldığın bi insana bile iletişim kurmamak haline geliyoruz( ben ben benn) sanki zaman aşımı sonrası patir kütür eksiliyor zaten doğal geliyo kötü.Bi inancim yok ki daha küçükken inanırdim dinsel olgulara çoğu şey kotuyken hop giderdim bir dua bi sey bu olmadıysa ya da olduysa sonrasında senin için daha iyi bişey olcak diye filan bi sürü şey şu an bu da yok daha da kötüye gidebilir.bir çok hayat da öyle giderek bitmiş zaten.adaptasyon nedir bilmiyorum hiç Mr. Tamb
Zamanla öğreniliyor sanırım sevgili adsız, vallahi ben de bilmiyorum ama zamanla öğreniliyor böyle şeyler, farkına varmamaya başlayınca bazı şeylerin buna adaptasyon deniyor.