Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Her kaldırılan taşın altından Sezen Aksu çıkması üzerine

Hava yağmurlu. Kedi arkada meeaaauuuuğğğv çığlıkları atarken, Yonca Evcimik-Vurula Vurula çalmaya karar veriyor radyo. Aiihhhy çok severim diyerek ses veriyorum. Şarkı bitiyor. Biter mi? 2023 insanı için hiç şarkı bir kere dinlenip tadında bırakılabilir mi? Bırakılmaz elbet. Peki ben farklı mıyım sanki? Yooo, gayet telefondan bulup, bin kere filan daha dinliyorum üst üste. Sonra elbette bir şey, o Al Pacino yazısında belirttiğim gibi gene bir iç gıdıklanmasına yakalanıyorum. Vurula vurula sözleri. Ara. Şaşırtmıyor demeyeceğim, şaşırıyorum en başta söz-müzik Sezen Aksu çıkmasına. Yeter yine mi ya filan oluyorum. Oysa şarkı da bir o kadar bağırıyor ben Sezen Aksu bestesiyim diye.

Her sevdiğim şarkıda yaptığım gibi artık parçayı sahibinin sesinden dinlemekten bıkınca başka cover’lar aramaya koyuluyorum. Az takipçili olduğu için linkini verip azıcık tık da kazandırmak isteyeceğim JJ Ceren dışında kimsede rastlamıyorum şarkıya. O ses-bu seslerde bile söylenmemiş sanırım. Biraz zor gibi okuması, kafa sesine çıkarken özellikle. Yine de Z.ynep Bıktık harici birinden tek gitar akustik cover nasıl olurdu merak ediyorum. Ceren’in ise tarzı (sound’u =P) bana çok uygun değil ama hemen beğendim gibi de hissediyorum. Bilemiyorum. Yolu açık olsun. (Belki iyi anlamda önyargılı dinledim Anne Boleyn adına şarkı yazdığı, Yonca ve Candan cover’ları yaptığı ve tipini ön plana çıkarmadığı için.)

Gelelim parçaya ve sözlerine. Zaten çok kısa aslında:

1-) Hadi sevin
Bana ne borcun var ne de minnetini isterim
Hadi uçur, kaçır kendini ->> ben gereken acıları çekerim

2-) Hadi uyan
Koparıp yerinden kalbimi sana vereyim
Yalan (yanlış) bu öğretilenler yalan (yanlış/bilmiyorlar/bir şeyden haberleri yok) ->> bırak beni bildiğim (içimden geldiği) gibi seveyim

3-) Kapına geldim kendime rağmen diye sen beni deli mi sandın?
Sonuna kadar açtım sana içimi ->> sana ne, ben seve seve yandım

4-) Yenilirim kendime hiç utanmam (çünkü) aşk ile ölümüm, doğumum
Savunmam, sığınmam ->> vurula vurula yürür dururum

Sezen Aksu Şarkılarında Aşk diye bir makale yazacak olsam hemen bu şarkıların izleğinin “aşkı yaşa, sonrasına da sonra bak” olduğunu çat diye belirtirdim. Yani sen ortada yaşanacak bir aşk varsa bundan kaçma, kaçınma, ileride ne olacak, yok efendim işte ayrılıklar, aldatılmalar onlar bunlar, bunlarla sen o cânım zihnini yorma, sal ve sonrasını yaşarsak göreceğiz zaten -yaş kaç olursa olsun- budur inandığı Sezen Aksu’nun.

1, 3 ve 4’ü aslında birlikte incelediğimizde yazar (kimi zaman kendine rağmen) tüm çıplaklığı ile oradadır, aşk’tadır. İzlek canlıdır. Sevdiği kişi kendini kaçıra kaçıra sevdirdiği ya da tam teslim olmadığı için (çünkü ona öğretilen bu; burayı unutmayalım) kendini kötü hissetmesine artık gerek olmadığını bile söyler. Zaten sen, ve senin değer yargıların, “suçlanmamak”, “kendini iyi hissetmek”, “aman benim başıma kalmasın şimdi filan” üzerine olduğu için, sonraki sekansa Hadi Uyan diye giriyorum ulen der.

ANCAAAAAAAAKK,

Bu 2 numaralı kısım var ya, benim -lisanı fark etmeksizin- şarkı sözleri içinde duyduğum en güzel laflardan birini bir çırpıda ediveriyor. Valla. Çünkü bu kısımda yazar, yalnızca kendine dair şeyler söylemiyor. Bütün topluma ve onun getirdiği kuşbeyinliliklere karşı da tavır takınıyor.

Beşeri bilimlerle uğraşan herkes bilir ki, biz ve davranışlarımız aslında hiçbir zaman yalnızca kendimize ait değildir. Yani biz yokuz aslında ortada. Ne mi var? İzlediğimiz dizi-filmler, okuduğumuz kurmaca kitaplar ve arkaplanını dinin oluşturduğu bir sosyete var. Bu kadar. Gerçekten hepsi bu kadar. Bugün öğrenilen, “gerçeklik”, “doğru”, “yapılması gereken”, “etik”, “ahlaki” gibi kavramların hepsi din sosunda kitap ve sinemadan öğrenilegelenlerdir.

Ya da kimi jestleri, ne bileyim evlilik teklifinde diz çökmeyi, romantik sürprizleri, tek taş yüzükleri, efendim doğum günü partilerini, hediye fiyonklarını, nerede ne giyilir, ne nasıl içiliri, ilişkinin selameti için yapılması ve yapılmaması gerekenleri ve çok daha fazlasını biz zaman içinde hep buralardan öğrendik. Öğreniyoruz.

Yani bununla ne demek istiyorum, hani aşk için ölmek denir ya mesela… İşte o muhakkak biri öldüğü, ya da birinin öldüğü fikri günümüze dek söylenegeldiği için hafızalarda bu şekilde yer etmiş, ilahileştirilmiştir. Yoksa ne münasebet yani, elin insanı için niye ölüyorum? Titanic Jack bile sevgisinden değil, baya baya sınıfsal farkından dolayı öldü buz gibi suda.

Çok da tepki çekmeden biraz daha basite indirgersek, bir dizi izliyoruz diyelim ve sevdiğimiz ve kendimizle özdeşleştirdiğimiz bir ana karakter var. Aldatılıyor. Yani kocası başka kadınla seks yapıyor. (Böyle açık açık yazalım ki “aldatılmak derken???? ne gibi aldatılma şimdi??? ama aldatılma var aldatılma var canığğğğm!!!” gibi sonsuza uzanan döngülere girmeyelim.) Bur’da ne oluyor? Özdeşlik kurduğumuz karakter kendini kötü hissettiği için “aldatılmak kötüdür” diye düşünüyoruz. Ama sevdiğimiz karakter çok içip başkası ile öpüşmüş olsun, bu mesela, “ne var canım, o kadar da olabilir”e girebiliyor kodlamamızda. Yani manipüle edile edile dünyadayız hâlâ.

Yahut başka sekans…. Dizideki esas karakterimizin doğum günü için en sevdiği (yanında en iyi rol yaptığı ve en yalancı olduğu) arkadaşları ile bilmemnerde ev kiralanmıştır, çok eğlenilmiştir ekranda. Ve işte, senin de bellidir artık bir sonraki yıl dönümü planın.

Ne kadar çok izlediysen ve okuduysan (bunları sadece kendin olarak düşünme ey okur, ailendeki her bir birey ve arkadaşlarını da düşün) sen o kadarsın.

Ama burada da “ne” izlediğimiz ya da okuduğumuz devreye giriyor. Çerçöp dizi izleyen birinden hayat hakkında alacağın ne fikir olabilir? Oysa gerçekten seçici olanın bir olayı kavrayışı ve anlatışı bile çok başkadır.

Bertrand Russell demiş ya hani, “dünyanın asıl sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptallar kendilerinden küstahça emin” diye, işte bu tam da o. Bakın dikkat edin, çevrenize kesilin, nerde bu zamana dek tek bir yaşamı bilmiş, sorgulamamış, tek bir işte çalışmış, çok az insanın hayatına etki etmiş, tek bir hobisi dahi olmayan var; hep o çok beylik ve kendinden emin konuşur. Yahu bunlardan kime ne hayır gelebilir? Sana ne anlatabilir, ne bilebilir, ne öğretebilir ki? Bu ve bunun çevresinde kim var da ondan ne öğreneceğim yani? Her bakımdan yüzeysel olanın, kendi gibi ilişkileri de yüzeyseldir çünkü ancak o zaman diğerleriyle farklı fikirde olmaktan korku duymazlar.

Kısacası sen, ey okur, sanatçı ya da filozof (ve günümüzde internet ve asalak çoğunluk) tarafından sana ne değer öğretildi ise o kadarsın. İşte tam da bu yüzden ikinci kısım bu şarkıyı müthişleştiriyor. Beni kategorize etme diyor, seven şöyle şöyle yapar, böyle böyle yapar deme, böyle sever, şöyle sevmez deme diyor. Çünkü sen de bir şey bilmiyorsun diyor. Hatta abartıyor, sen de senin çevren de bir bok değil ki sana bunu biri öğretmiş olabilsin diyor en kibarından. Yani Shakespeare’den alıntı yapmak gerekirse “yerde ve gökte daha öyle şeyler var ki Horatio, senin felsefenin düşlerine bile giremez” diyor. BIRAK BENİ BİLDİĞİM GİBİ, içimden geldiği gibi SEVEYİM seni yahu diyor. Beni de kalbimden vuruyor.

Videosu ile bitirelim:

, , ,

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »