İnsanlar değişim konusunda genellikle ikiye ayrılıyor. Bir taraf, insanın özünde hiç değiş(e)meyeceğini düşünürken (özündeyi ben ekledim, öteki türlü çok ahmakça geliyor çünkü kulağa) öte taraf da insanların sürekli bir değişim içinde olduğunu belirtiyor. Ben, ikisine de katılıyorum çünkü hep dediğim gibi hiçbirinizle döğüşemem. Ancak, burada unutmamız gereken şöyle bir durum var ki, biz insanlar topluluk halinde yaşadığımız için (o ennnn bunları hiç mi hiç umursamadığını söyleyenlerimiz dahi) düşüncelerimiz bu birlikte yaşamalarımızdan ötürü bir şekilde toplumsal yahut kollektif bir bilinç/bilinçdışı yaratıyor ve şekilleniyor ve yer etmeye başlıyor. Sen o toplumun farkında olsan da olmasan da o dönem için aynası oluyorsun.
Hatırlar mısınız bilmem, bir zamanlar bu ülkede Sırrı Süreyya Önder furyası vardı mesela. Birçok kişi destekliyor, desteklemeyenler de sempati duyuyordu. Şimdi nerede bu adam ya da onu sempatik bulanlar şu anda ne düşünüyor hakkında? Ya da bir dönem elit tabakanın -tabirimi mazur görün- gereksiz bir HDP destekçiliği vardı, bu çok “demokrat” görünen çok “el üstünde tutulan” bir durumdu. Göğüsler gerilirdi HDP’ye oy vereceğini söylerken. Sanki vermeyenlerin şunu söyleyeceği düşünülerek: “Bak bak, şu adamı görüyor musun, kendisi Türk oğlu Türk ama HDP’yi destekliyor.” Bu adamcağız yazık, ne düşünüyordu biliyor musunuz? Bu sayede dedelerinin, babalarının günahlarını çıkaracağını, hatta ülkedeki en az faşistin kendisi olacağını… Türk’üm demiyordu Türkiyeliyim diyordu, Kürtlere oy veriyordu; e, daha ne yapsındı canım? Ne oldu o oy veren kesim şimdi? Sorunlar mı çözüldü? Hayır. Daha önemli sorunlar mı var? Evet. Çünkü, pek sevilen tabir ile söyleyeyim, konjonktür değişti. Tıpkı cebine para giriyorken AKP’yi desteklemek ve sonra adeta sanki kendisi hiç desteklememişçesine şimdilerde sövüp saymak gibi. Şu anda insanların eleştirmiyor oluşunun sebebi Silivri’nin artık soğuk olmayışı filan değil, şu anda ülkedeki insanların parası yok, dolayısıyla HDP’ye vereceğim demenin de farklı bir ağırlığı/entelliği/elitistliği/halkçılığı vesaire vesairesi yok, kalmadı, Ankara’yı kimin ne farkla seçim kazanıp yönettiği sözgelimi ortada. Çünkü toplumsal bilinç/bilinçdışı artık şunu diyor; abim/ablam, paramız yok, öteki durumlar da artık umurumda değil. Ya da ülke dışından verelim örneği biraz alakasız olsa da. En başta Ayyy ne banal ve salakça dediğimiz o bilmediğimiz tekil kişiye “they” demek ne oldu, çok olağan bir durum oldu. Artık kimse they denmesini garip karşılamıyor. Yani aslında şunu demek istiyorum: Bu bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek senin benim sayemde bir kamuoyu yaratılarak bilinçlere iş-le-ni-yor. Nazi Almanya’sı dönemindeki meşhur fotoğrafı bilenler vardır, herkes selam dururken, or’da durumu umursamayan ve “heil” yapmayan kişiyi. Elbette burada bu adamı överken, ötekileri de tabir-i caizse gömemem. Ama dünyanın da o selamı çakmayan adam uğruna döndüğü gerçeğini de bu ne yapmıyor, değiştirmiyor. Ya, tamam da, bi’ dakka ya, niye ki diyen kişi ve kişilerin akılları uğruna dönüyor bu dünya ve dünyadayız hâlâ.
Tekrardan değişime ve bu bloga dönmemiz gerekirse, ben bu blog’un, bakın, saçmalık derecesini söylüyorum, 13 sene sonra görünümünü değiştirdim. On üç. 13 sene öncesini hatırlayanlar şöööyle bir geriye gitsin, teknolojinin geldiği noktayı bir düşünsün ve bu çılgınlık içinde dahi hiçbir şekilde değişmeyen ve hâlâ aktif olan blogun hiç değişmediğini de bi’ düşünsün. Yahu, bu çılgınlık değil de nedir? Değiştirmenin çılgınlığından bahsetmiyorum lütfen istirham ediniz, 13 sene boyunca aynı temayı kullanma manyaklığından bahsediyorum sevgili okur. Deliliktir bu. 13 sene boyunca, en iyisini ilk hâliyle zaten yaptığını düşünmektir ve de cahilliktir. Üşenme filan da değil he, inan; bunun bu hâliyle güzel olduğunu ve değişiklik gerektirmediğini düşünmekten bahsediyorum. Hatta abartıyorum, son birkaç aya dek değiştirmeyi bırak istemeyi, aklından şuncacık bile geçirmemekten bahsediyorum. Aynaya baktığında, ulan şu sakalı bir de şöyle keseyim, ya da bıyık bırakayım gibi düşünceleri akıldan geçirmemesinden bahsediyorum sevgili okur. Düpedüz susaklık. Tıpkı ne gibi, o dönem verilen ya da verilmeyen oylar gibi, tıpkı ne gibi şu anda para dışında umursanan bir şey olmaması gibi, tıpkı ne gibi o Almanların hepsinin büyük liderlerini desteklemesi gibi.
Ben, tutuculuğuyla bilinen buster (Martin Tambourine sana da veda ediyorum kardeşim ve yine ne yapamıyorum, eskiden, ne yazık ki, bir şekilde kopamıyorum, hikâyesi için tık) bile bu değişimi gerçekleştirebiliyorsa, insanların “hiç” değişmeyeceğini düşünmek bence biraz kolaycılığa giriyor. Bunu da kendimin ennnnn tutucu olduğunu söylemek için demiyorum, yalnızca, bakın, aha böyle bir örnek var, o bile daha kodun k’sini bilmeden yarattığı blogun, seçtiği banner’ın (en tepedeki dikdörtgen fotoğraf, ellerini denize açmış Into the Wild çocuk), efendime söyleyeyim onun altında yazan yazıya dek (Bu sözde insanlık dinsel bir safsata) her şeyin ennnnn mükemmel ve ennnn değişmez şekilde tasarladığını düşünen kişi bile, üç aşağı beş yukarı temel özelliklerini korusa da, değişebiliyor.
Banner için aklımda birkaç şey vardı ama artık ona gerek olmadığını düşünüyorum. Önce daktilolu-yazmalı bir şeyler koyayım istedim ama beceremedim; fotoğrafı büyütemedim bu tema ücretsiz sürüm (parasını dert etmeseniz bile alamıyorsunuz çünkü canım ülkemizde PayPal yok) olduğu için yapılabilirlerle devam ettim; değişiklikler gayet yeterli oldu gibi düşünüyorum. Örneğin aslında menü listelerinin açıldığı çubuğu aldım, hepsini sildim, oraya takip edilmesi gereken blogları ekleyecektim, yine kodları değiştiremediğim için bu zamanımı, 13 sene sonraki beni anlattığını düşündüğüm alıntıyı oraya yerleştirerek tamamladım. Yalan olmasın, ilk başta komik geliyordu oraya yazmam, blog 3-5 gündür bu hâlde olduğundan arada girip bakıyorum ve zannediyorum ki şimdi alıştım ve hatta güzel geliyor. Elbette bu aldığın ve değiştiremeyeceğin herhangi bir şeyi gizliden gizliye herkese övüp, onların da övmesiyle rahatlama sendromu gibi bir şey de olabilir.
Ben, on üç senedir bir şeyleri düzenli bir düzensizlikle söyleyen, önceleri kendim başladığım, sonra Eren ile birlikte söylediğim, sonra yine tek kaldığım o bir başımalığımla neredeyse bir ömür kadar yazı yazdım. 13 sene önceki buster’ın ama’sı ile bu ama’nın alakası bile yok. Daha yeni bi’ dünya siyasetten bahsettim, oysa 13 sene önce bununla gerçekten ilgilenmezdi ya da ilgilense dahi (ki ilgileniyormuş ki yukarıdakileri yazdı) şu yukarıdakileri kaleme alacağını aklının ucundan geçirmezdi. Bu demek değil ki bazı yazılar artık benim değil ya da bazıları güzel değil de değil, daha yeni bana en güzel yazımın 12 sene önce yazdığım Parkta 12 Gün olduğu söylendi. Ama burada bir “değişim” var, söylemde var, bilgide var, anlatmada var; elbette görsellikte de olacaktı ve şimdilik son hâlini aldı diyebiliriz.
Velhasıl, son yazılarımda da sürekli 2000’ler kokan bu salak temayı, değiştireceğim-değiştiremiyorum diye ağladığım ilk göz ağrımı yedekleyerek değiştirebildim. Blog’un da yıldönümü gibi bir şey Aralık. Böyle bir yazıda anılmak isterler miydi emin değilim ama yine de benden tam beklenen şekilde kendilerini anacağım. Kimisi yazıyor, kimisi yazmıyor olsa da bugün her yazı en azından 100 kişi tarafından okunuyorsa onların payı büyük: Burak Eren, Atilla Çelik, Eren Tolga Onur, Leia, drifter.
-buster.
ne güzel yazıyorsun. kıskandığım için okumayı yarıda bıraktım.
hahahha, biraz utandım gibi oldu yine ama sevindim de; çok teşekkür ederim ama yine de okunabilir bence =P
utanmadan, utandığını söylediğin için yazının hepsini okudum. bi kaç yazına daha bakacağım ve seni puantileyeceğim galiba.
hahhaha, teşekkür ediyorum çok =)) gerçi puantilenme konusunu tam anlayamamış olabilirim