Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Odadaki File Ne Çare?

Freud’u çok seviyorum. Sadece bilimadamı değil safi insan özelliklerine, sözgelimi müthiş hınç dolu bir melankolik olmasına bitiyorum. Fakat, kendisinde en çok hoşuma giden küstah insana had bildirmeyi şiar edinmiş olmasıdır. Tıpkı kendinden öncekilerin, bir nevi olmak istediklerinin, kahramanlarının yaptığı gibi—gerçi onların “had bildirme” gibi bir amaçları var mıydı çok emin değilim.

Pekiyi, kimmiş bu kahramanlar? İlki Kopernik. Neden Kopernik? Çünkü küstah insan, bütün evrenin kendi etrafında döndüğünü, en biricik olanın kendi evreni, kendi dini ve hatta kendi olduğunu düşünüyordu. Çünkü inandığı tanrı da ona aynı şeyi öğütlemekteydi. Yalnızca tanrıdan, hatta ondan bile değil gazabından korkuyor, başına bir iş gelmediği (yani doğal afetler olmadığı sürece) gerisini yakıp yıkmakta bir beis görmüyordu. Yapıp-yapıp ne diyordu? E bu ağaçlar benim için var, bunları bir ben ve benim gibi insanoğlu hissedebiliyor, rabbimiz ne güzel yaratmış, hepsi bizim için: Bu güneş benim için batıyor, şu ay benim için doğuyor, şu kedi benim için burada, ben varsam bu dünya var-ben yok o da yok. (Ki bu dizelerin Ömer Hayyam’a ait olduğuna dair bir kanıt yoktur.) Herrrr şey planlı. Herrrrr şey. En özel benim çünkü en uluyum, en üstünüm, en biriciğim. Ben, ben, ben. Bunun üzerine Kopernik neyi kanıtladı insanoğluna? Sen, çok affedersin de, bir sikim değilsin, sen tahayyül sınırlarını zorlasan dahi anlayamayacağın kadar geniş bir kozmik sistemin miniminiminiminnacık bir parçasında yaşayan canlı türlerinden birisin, hepi topu olacağın da bu. O yüzden senin de, isteklerinin de, ağlayıp sızlanmalarının da bir önemin yok çocuğum. Yani aslında sen doğanın yanında sinek vızıltısısın, sadece can sıkarsın.

İkincisi de pek tabii ki Darwin. Yine dine, o zamana dek bilinen “ol dedi oldu” tarihine indirilen o sol kroşe. Çünkü bir şekilde Kopernik’e eyvallah çekilebilmişti, Tamam canım, ne olmuş dünya düz değilse, aman canım ne var güneş bizim etrafımızda dönmüyor da biz onun etrafında dönüyorsak, aman canım nedir yani bir sürü gezegen varsa? Sen insan var mı, insan gibi akıllısı var mı ona bak, şeklinde savunmaya geçilerek. Ama Darwin ve çalışması demir leblebi. Müthiş sert. Bunca yıllık kültür ve din mirasına geliyor aslında o kroşe. O yüzden de kabul edilmez çoğu insan tarafından ve hep aynı sözlerle kontraya çıkılır: E bu kanun değil ki! Bu da aslında pek acıklı başka bir “aman canım”: Aman canım benim kafamı bulandırmayın bu laflarla, zaten bi’ karış aklım var, şimdi bunları düşünemem, bence Allah var ve dinler doğru ve ben de buna inanıyorum, yanlışsa da duymak istemiyorum demek tam da. Aslında bu “yanlışsa da duymak istemiyorum” var ya; son derece faydalı bir bakış açısı, eğer baskı yapılmıyorsa ötekilere. Müthiş önemli çünkü burada birey en azından inandığı şeyin olmayabileceğini düşünüyor; elbette dile getiremiyor sanki bu kozmik ortamda düşüncesinin çok bir değeri varmış gibi.

Freud’a dönecek olursak, ta o zamandan bunların insanoğlunun kendini beğenmişliğine indirilen iki esaslı darbe olduğunu ve üçüncüsünün kendisinden geleceğini düşünüyordu ki atladığı üçüncü şey, Nietzsche’nin 1882 yılında “Tanrı öldü” demesidir—ki tesadüf bu ya, Darwin de aynı yıl ölmüştür. Yaklaşık 19 yüzyıldır yaşayan tanrı, ne haliniz varsa görün diyerek aradan çekilmiştir.

Freud ise saçmanın aslında o kadar da saçma olmadığını, akıl var fikir var canımın aslında pek de öyle işlemediğini, bu doğru bu yanlışa senin aklının ermeyeceğini çünkü bilinçdışında neler olup bittiğine dair neredeyse hiçbir fikri olmayan Ego’nun kendi evinde bile patron olamayacağını ve bu yüzden de “zavallı” olduğunu söyleyerek, “psikolojik araştırmalardan gelecek darbenin bu darbelerin en temizi” olacağını buyurdu.

Pekiyi, bu nereye kadar böyle gidebilirdi? Asırlarca en azından bir tanrıya inanmış insan Freud’un da pek sevdiği tabir ile babasını yitirdi, yani en azından Nietzsche öyle diyor. Pek de haksız sayılmaz çünkü o dönemden bu yana dünya savaşları mı olmadı, atom bombaları mı atılmadı, kimyasal silahlar, nükleer patlamalar, toplu katliamlar ve saymakla bitiremeyeceğimiz daha nicesi mi yaşanmadı… Burada haklı olarak şu sorulabilir: O zamana dek bütün bunlar yok muydu? Yoo, gayet vardı. Ama bu kadar çok ve yoğun ve “hızlı” mıydı? Bu kadar “ben hariç herkes” miydi? Din gidince önce ırk ve dil birliği sağlandı ve bunun için savaşıldı. Sonra liderler için. En sonunda bir önceki yazımızda dediğimiz gibi elde kala kala her şeyin manasız olduğunu düşünen ama her şeyden de bir mana çıkarmaya çalışan, Godot’yu bekleyen manik insanlar kaldı. Bu da kültürümüze neyi getirdi biliyor musunuz? Bugünkü bilgilere ulaşmamızı sağlayan kişileri dahi aşağılamakta hiçbir beis görmeyen, sözde übermensch‘ları getirdi ve biz tekrar en başa döndük.

Kopenik’e kadar varan süreçte sorulan sorular çıkageldi: Ay’a gidildi mi? Dünya gerçekten yuvarlak mı yoksa düz mü? Ne malum? Görmediğim şeye inanmam. 

Darwin’e kadar olan süreç için şunlar soruluyor: Madem öyle şimdiki maymunlar neden insan olmuyor, madem o kadar uzun süreç, biz evrimi nasıl gözlemleyebiliriz, o kadar sene yaşayan mı var, ne malum bunların büyük devletlerin oyunu olmadığı?

Nietzsche’ye kadar olan süreç şöyle işliyor: Demek ki vardı zaaaa!!!1111!!! Tamam tanrı yok ama enerji var, Merkür geri hareketi beni çok etkiledi, şu tarih ile şu tarih arasında seyahat edemem, bu tarihler arası evlenmem zor, ay şunlarla hiç anlaşamam, bana bir yaşam koçu lazım, astral seyahat yaptım gibi “başka bir mana” arayan yahut abi öleceğiz işte ne gerek var kasmayaya varan bir hiççilik esir aldı insanı.

Freud’a kadar olan ise şöyle: Abi herkesin beyni farklı ne malum bu ilacın bana yarayacağı, abi güçsüz insan psikolojik sorunlar yaşar, abi asit at geçer, abi “bence” cinsellikle alakalı, Freud birçok konuda yanlışlandı!!111!!! gibi bir düzine daha zırvalıklar sıralayabiliriz.

Peki, bu sözde über insanların kaynakları nedir? Ne okumuşlar ne araştırmışlar, ne çapraz okuma yapmışlar ne gibi bir teyit almışlar… E, nedir peki bu bilmişliğin nedeni? Ömürlerini bilime adayan bu insanlar, aslında bir bok değiliz demeye çalışırken bu akıl tutulmasının sebebi nedir? Nedir bu kulaktan dolma bilgilerle caka atmak?

Zannediyorum son zamanlarda pompalanan bu “öz farkındalık”, “ben”, “kendini sev”, “sen biriciksin”ler kaynaklı hepsi. Kişinin dini gitti, tanrısı öldü, o güya ayrıcalıklı konumu da elden gitti, soy kütüğü hayvanlar âlemine indi. E, düşüncesinin de bir değeri yok, okusa da okumasa ölecek böylece okumanın yararı yok, hem okusa bile daha beyninin içinden geçenleri bile bilemeyecek vaziyette; bu durumda yapacak bir şeyi olmayan insanın elinden ne gelebilir? Sırf güvende olmak/hissetmek için vazgeçtiği özgürlüğünü nasıl somut duruma getirebilir? Yaptıklarının bir manası olduğuna inanarak, değil mi? Hatıralarının, kendisinin, yaşadıklarının bir değeri olduğunu düşünerek, değil mi? Buna uygun ne yapacak peki? Kimsenin okumadığı, okusa da hiçbir zaman üzerine düşünmediği yazılar kaleme alacak internette, kendi güzelliğini öne çıkaran fotoğraflarını paylaşacak yahut güzel bulduklarına benzemek adına paralar harcayacak, nasıl olsa öleceğiz bari cesetimiz yakışıklı olsun diyecek, haber sitelerini takip edecek ve her şeyden biraz fikri olacak ama hiçbir şeyi tam bilemeyecek, duygusuz/merhametsiz olacak ama kedi videoları izleyecek, tanrısız olacak ama enerjisiz yapamayacak, aldatacak ama huzur arayacak, kendini ne olursa olsun şartlar ne olursa olsun en zeki sayacak ama asla akıllı olamayacak, başkaları için çalışırken kendi adının üzerinde yazılı olduğu kahveleri tüketecek, varken olmamasını yokken var olmasını dileyecek, yaptığı bir şeyi sorgularken başı ağrıyacak ve ne über olabilecek ne herhangi bir değere sahip olacak; bana dokunmayan yılan bin yaşasın ile önce can sonra canan arasına sıkışıp kalarak ölüp, gidecek.

Anımsıyorum da, en son sevdiğim kişi bana hep şunu derdi: Martin, devamlı sorunlardan bahsediyorsun ama çözüm için bir şey önermiyor ya da bunu öylece kabullenip yola devam da etmiyorsun. Sanırım haklı. Ama onu über yapamayan da tam da bu hâli. O da başkalarının sorununu bilebiliyor ama sorunun çözülemeyecek kadar büyük olduğunu göremiyor. Tren raydan, ok yaydan, araç şeritten çoktan çıktı ve kabul sınırlarını zorlayacak kadar da büyük bir şey var ortada. Ecnebilerden alıntı yapmak gerekirse an elephant in the room, yani koca fil var yahu odada, nasıl çıkaralım bunu yani; evi mi yıkalım yoksa görmezden mi gelelim; e çözümü yok. Eeeh, yeter artık, demen de son derece manasız. Elden gelen tek şey o odadaki fil hakkında bahsedebilmek. Nasılsa bir gün doğa bizim kültürü ham yapacak.

, , , ,

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »