“Biliyorum bu duvarı benim için yapmışlar. Bilmediğim bir şey var: Ben içindeyken mi örülmüş, yoksa dışındayken mi?”
Bu cümle başlı başına bir başyapıttır. Öykünün güzelliği çirkinliği bir tarafa bu tip cümleleri okumak bile çok önemli artık. Zevkten dört köşe olacağım kitapları ya okudum ya da onlar gibi kitapları okurken artık eskisi gibi tat almıyor, şaşırmıyorum. Ancak içinde, insanın omuriliğinden aşağıya ürperti yollayan cümleler oldu mu o kitabı sevmek mümkün oluyor benim için.
Son zamanlarda, belki bir senedir, Ferit Edgü okuyorum. Üstteki alıntı da ondan. Sevmek sevmemek bir tarafa, ben kendisini haddim olmayarak birazcık eleştirmek istiyorum. (Buraya yazdığıma göre o kadar sevmediğimi ancak cümlelerimin ürkekliğinden de önünde ceketimi iliklediğimi anlamışsındır sevgili okur.)
Ferit Edgü nitelikli metinler yazmıştır. Edebiyatımıza müthiş katkısı olmuştur. Bunu kesinlikle tartışmıyorum. Söylemeye çalıştığım bir şeyin eksik olduğu. Adını tam koyamadığım. Şöyle toparlayayım, yazar ile yazılan arasında bir fark olması gerektiğini düşünenlerdenim. Ferit Edgü’de, hatta Tezer Özlü’de de, bunu hissedemiyorum. Bunu hissedemememin nedeni yazma yeteneği değil dediğim gibi. Başka bir şey. Ya tamamen Kafka ve Beckett karışımı bir şey ortaya çıkıyor Edgü’de ya da cümlelerin içinde çok fazla Ferit Edgü var. Adını hatırlayamadığım bir yazar, genç bir yazar ne yazarsa yazsın önce kendini yazar, demişti ancak Ferit Edgü’ye genç ya da tecrübesiz kesinlikle diyemeyiz. Aslında bakacak olursak kendini yazması da sorun değil. Sorun, sadece bunu yazıda çok fazla hissedip hissedememe. Bunu bir kere hissedersem eğer o yazılan her neyse, benim için okuma oldukça zorlaşıyor, sıkıcı bir hal almaya başlıyor. İçtenlik de yoksa tamamen kayboluyor.
Nedenlerinden başka biri de Ferit Bey’in çok fazla parantez kullanması da olabilir. Bundan eskiden hoşlanırdım ancak şimdi parantezi bırakın, ünlem vb. işaretler bile boş geliyor çok gerekli değilse.
Öteki sebeplerden olarak da yazının başlığındaki ansımak kelimesini söyleyebilirim. Bu kelime Edgü’nün anlatılarında o kadar çok, o kadar yabancı, o kadar eğreti duruyor ki insan okurken bir duruveriyor. Benzer şeyleri Yaşar Kemal de yapıyor diyorlar ancak Yaşar Kemal ile kıyaslanmayacak derecede çok ve tek bir kelimeyle sınırlanmış. Ansımak. Hatırlamak ve anımsamak arasında kalan durum diyebiliriz tanımına sanırım. Sanki bakın bu kelime benim kelimem, ben buldum ve sadece ben kullanırım havaları gibi.
Birazcık dedim ama bayağı eleştirdim. Haddimizi bilmek lazım. O kuşaktan kalan son yazarlardan. Kendisine uzun ömürler diliyorum, hep yazsın diyorum. Denemelerini seviyorum diyorum. Söyleşilere sağlığı el veriyorsa katılsın diyorum. Yazık ki üstteki dediklerimi değiştiremiyorum, buraya yazsam da yazmasam da bunlar benim düşüncelerimdi, dile getirmiş olmak hiçbir şeyi değiştirmez diyorum. Ellerinden öpüyorum.
“(…) Ama bu önemsiz.
Önemli olan buraya nasıl düştüğüm.
Uyurken getirip atmış olmalılar buraya.
Ya da ilkin uyutup, sonra attılar. Bu da önemsiz.
Önemli olan niçin buraya atıldığım.
Herhangi bir şey için olabilir. Demek bu da önemli değil.”