*Bir duvar yazısı: “THEY LIE, WE DIE”
(“Yalanı söyleyen politikacılar, ölen biziz.” Espiri: “lie”ın iki anlamda da kullanabilmesinde. “Onlar yatışta, ölen biziz amk” gibi.)
*Vurucu cümlelerin havası bir süre sonra sönerken, saf cümle yüz yirmi bin sene sonra da yaşayacaktır.
*Yaşlı birinin, kendinden daha yaşlı bir kadını görünce “teyze” muhabbetine girmesi kadar sinir bozucu bir şey daha olamaz. Küçül de cebime gir sen.
*Arabalar o kadar hızlı sürülüyor ki… Metrobüs beklerken bir kazaya şahit olmamak için bazen gözlerimi kapıyorum.
*Metrobüs demişken özellikle belli saatlerden sonra Zincirlikuyu tarafına giden hiç yokken, Avcılar tarafına gidenlerde acayip bir sıkışıklık var. Bilmem neden. Orada yaşayan insan mı yok, yoksa oradakiler çok zengin de arabası mı var hepsinin bilemedim. Basit bir şey gibi görünse de bence çok karmaşık.
*Cır cır konuşma var, cırcır var. Bir de kuskus var.
*Her şeyi anlıyorum da (gerçi bu “herşey” mi neyse onun yazımını hâlâ anlamıyorum) sırıkla atlamayı anlayamıyorum. Abi, nası ya, nasıl yani? O şeyle koştun, onu çukurlu gibili yere bastırdın, gücünü bıraktın o seni kaldırdı. Sonra, yükseldin yanlaştın, engeli geçtin ve çok estetik biçimde elini sırıktan bıraktın ki engel düşmesin ve ters biçimde o mindere düştün. Ben sadece ters biçimde mindere düşsem kalpten giderdim herhalde.
*”Barok” denilen tarzı mimaride çok seviyorum. Güya sadelik yanlısı bilirdim kendimi. Demek saray, yalı filansa öyle olması hoşuma gidiyor. Garip.
*Oyunlardaki “bölüm sonu canavarları” biraz akıllı olunca moralim çok bozuluyor. Ama benden akıllı değil neyse ki. Zaten amaç da bunu hissettirmek sanırım.
*Tezer Özlü’nün bir gözleri var. Kayboluyorum resmen. Çok dolu, böyle çok yoğun. Beni çeken bir şeyler var o gözlerde. Bazen soruyorum ben mi öyle anlam yüklüyorum diye ama, ki öyleyse eğer daha güzel ya… Neyse, dedim hemen ardından “Böyle gözleri varsa, yoksa yüce su burcunun en asil üyesi miiğ?” Cık, değilmiş kendileri.
*Maradona adamın adı ama hemen herkes söylerken Marodona diyor.
*Denmeli: Rumeli yerine Urumeli.
*Aklıma hemen şey geldi: “YKY’ye geçmeden önce ikinci baskısı yapılmayan kitapların, YKY’ye geçtikten sonra bir anda en çok satanlar listesine girmesi” diye bir anket yapsak…
*Amma çok şey diyorum demek ki Türkçem yetersiz. (bu yazıdaki komikliği bulana beş puan)
*Ekmeğin ve simidin çok pahalı olduğu ülkede yaşamak. Türkiye. Bu kadar pahalı olması akıl alır şey değil kesinlikle. Fırın açıp zengin olabilir bir insan bu devirde kolaylıkla. Ayrıca bu kepeğini ve gramajının oranını kim denetliyor? Hangi fırıncı yükseltti ya da azalttı da fiyatları bu kadar arttı? Kaç tane fırın var, kaç tane denetleyici var? Bunu fırsat bilen fırıncılar da yükseltti hemen bütün unlu mamullerin fiyatını. Tavuk ekmek dönerin, ekmekten sadece 50 kuruş farkla satılması da garip. “Ekmek mi pahalı satılıyor, tavuk mu tavuk değil?” sorusunu akla getiriyor hemen. (Zaten yıllardır akıldaydı ya neyse.) 10 tane mısırın 1 liraya alınıp, sokakta hiç iyi kaynamamış bir tanesinin 1.5 liraya izinsiz satılması da tuhaf. Göz göre göre kaçak sigara satılan, alenen kaçak gözlük, tişört vb. şeyler Eminönü’nde güneş batınca ortaya yeni, vergisiz ve kaçakçılığa özendirici bir zihniyeti ortaya çıkarıyor. İstanbul’un göbeğinde olan bu olaylar kanımı donduruyor. İş çığırından çıktı kesinlikle.
*Filmlerdeki öpüşme sahnelerini de oldum olası anlayamamışımdır. Yatak sahnelerini zaten anlayamıyorum da, öpüşme ne bileyim sanki içten gelmeli. Ne kadar doğal öpüşürlerse de o kadar saçma geliyor çünkü bunun rolü olamaz kesinlikle. Hangi oyuncu çıkıp bunun bir rol olduğunu söylese de inanmam mümkün değil. Karşınızdaki iğrenç bir adam diyelim ya da nefesi leş gibi kokan regl dönemi kadını; e sen nası öpeceksin ve inandırıcı öpeceksin yani? Setlerde tanışılan bu aşk hikayelerinin öpüşme sahneleriyle bir alakası var bence. Sevenler öpüşür oğlum bunu izleyiciye yansıtmak için bence fazla kasıyor insanlar. O zaman da öpüşme bi’ rahatsız edici oluyor. Rahatsız edici olmayınca da ben o öpüşmenin rol icabı olduğuna inanamıyorum hepsi bu. Sanırım geri kafalıyım.
*Geçenlerde bi’ arkadaşım bana “Türk Bukowski” dedi. Eskiden olsa çok hoşuma giderdi ama o an pek bi’ etki yaratmadı, sadece gülümsedim.
*Kurt Vonnegut ne anlatmak istiyor dedim, araştırdım, okudum ve buldum: “Gönüllü basitlik”i.
*İtiraf: Küçükken azılı bir Patrick Ewing hayranıydım. Adamı tanımayanlar da itiraf etsin: Pornocu filan sandınız ilk başta, değil mi?
*Tek başına eğlenmeye gitmek: Mutsuzluk.
*Yaşlanmak: Sizinle aynı şeyleri sevenlerle iletişim kurmaya çalışmamak.
*Görüşmek dileğiyle.
Tezer, hep ruhumun bir parçası gibi.
Laflara bak laflara =) Çok hoşuma gitti. "Hep" olması orada hoşuma gitti.
Amma uzun yazmışım di mi? 3 tane de unuttuğum madde var. Ağzım dolmuş beyler!