Sana ilham vermesini mi? Seni etkilemesini mi? Seni tesiri altına almasını mı? (İngilizcede “influence” diye geçer ama bence Türkçede pek karşılığı yok o kelimenin.) Sana hayal gücü imkanı sağlamasını mı? Yoksa seni sonsuza kadar sevmesini mi?
Hiç huyum değildir, bilen bilir. Çok sevdiğim filmleri ne konu ederim blogumda, ne de kimseyle paylaşırım; ama bu çok sevdiğim bir film değil; karakter.
Geçen gün Arda ile “En etkileyici kadın karakterler”i tartışıyorduk. O işte Marla Singer, Mia Wallace ve en çok da Grace Stalker’ı sevdiğini söyledi. Ben ise o an sustum. Neden sustum bilmiyorum ama öylece sustum işte. Bir an söylemek istemedim ya da söyleyemedim o an en sevdiğim kadın karakteri. Buradan söylemek istiyorum şimdi herkese: Maria Elena.
Biliyorum, birçoğunuz bilmiyorsunuz bu ismi. Hatta duymadınız veya en iyi ihtimal hatırlamıyorsunuz. Ya da benim kadar etkilenmediniz. Ama ben etkilendim işte ne bileyim. Woody Allen filmleri bana hep sıkıcı ve sıradan gelir; ama bu başkaydı daha doğrusu Penélope Cruz bambaşka yapmıştı -sigara tutuşuna kurban olduğum-.
Zaten ülkemizde gösterime girdiği sırada hep şey diye lanse edildi Vicky Cristina Barcelona: “İki süper kadın öpüşüyor.” Bu kadar sığdık işte. Bu kadar tuhaftık. Bu kadar azgındık. 1 dakika bile sürmeyen bir sahneyi bu kadar abarttık filmin önüne geçirdik. Gerçi film güzel değil; ben sizin yerinizde olsam 55. dakikadan sonra izlemeye başlarım çünkü Vicky karakteri çok ama çok gereksizdi.
Herneyse ben birkaç alıntı ile bitireyim neden bu kadar çok etkilendiğimi bu kadından biraz fikir vermesi açısından. Kalın&siyah&yatık olanlar Maria Elena arkadaşlar.
-Bana öyle geliyor ki sen ve Juan Antonio birbirinize hâlâ aşıksınız. Sizi birlikte görünce anladım (diyor Cristina)
-Aşkımız sonsuza kadar sürecek. Sonsuza dek, ama yürümüyor işte. Tam da bu yüzden hep romantik kalacak… Çünkü hep yarım kalacak.
-Bana sanat okulunda ne demişlerdi? Dahi olduğumu, değil mi?
-Her zaman yeteneğini destekledim.
–Yetenek değil. Yetenekten bahseden kim. Dahi dedim. Dahi! (Ki burada bir “genius” deyişi vardır ki ölürsünüz bitersiniz; şahsen ben bittim.)
-Bir keresinden beni jiletle öldürüyordun!
-Kıskandım… Senin için deliriyordum.. Sen beni aldattın!
-Asla!
-Evet, evet. Agustino’nun karısıyla. Gözlerinle. Gözlerinle.
-Hepsi kafasında. Çok gergin. Umursamaz gibi görünüyor, hiçbir şeyin önemi yok… Hayat kısa, bir anlamı yok, falan filan. Ama tüm korkusu kafasının içine gidiyor.
-Dinledim ve mutlu oldum. (Artık onun olmayan kocasının eskisi gibi şehvetli oluşunun nedeninin Cristina sayesinde olduğunu ona söylerken; ve o mutlu diye mutlu olduğunu ifade ederken.)
-Biliyorum buraya geldim; ama sonsuza dek böyle yaşayamayacağımı biliyorum. (Burada 3’ünün sevgili olmasını sonsuza dek süremeyeceğini söyleyip gitmeye hazırlanıyor Cristina.)
-Sana dedim mi, demedim mi? (Juan’a dönüp soruyor Maria.)
-Tamam (dedi Maria’ya Juan.) Ne istiyorsun? (dedi Cristina’ya)
-Farklı bir şey istiyorum.
-Ne gibi?
-Bilmiyorum ama bu değil.
-Ortada bir cevap yok Cristina.
-Juan Antonio anlamıyor musun? İstediği şeyi elde etti; başka bir şey istiyor. Tatmin olmuyor. Hastalık gibi bir şey. Hiçbir şey hiçbir zaman onu tatmin etmeyecek. (İspanyolca.)
-Bu kadar sinirlenme lütfen İngilizce konuşur musun? Seni anlayamıyorum.
-Hiçbir şey hiçbir zaman bu kızı tatmin etmeye yetmeyecek.
-İngilizce konuş da anlayabilsin. (dedi Juan Antonio.)
-Bizi kullanacağını biliyordum. Bizi kullanacağını biliyordum. Ve kullandın da. Biliyordum. Biliyordum. Biliyordum! (Ve ağlıyordu Maria, çünkü Cristina’ya da aşık olmuştu tıpkı eski kocası gibi.)
-Maria ingilizce konuş bizi anlayamıyor. Tamam mı?
-İşte senin yaşadığın bu, kronik tatminsizlik. Kronik tatminsizlik. Büyük hastalık. Büyük hastalık… (Dedi İngilizce.)
-Hayır öyle değil Maria Elena. (dedi Juan.)
-Tabii ki öyle. Seni ne kadar çok sevdiğimizi biliyor musun?
-Evet, ben de ikinizi çok seviyorum.
-Hayır sevmiyorsun! Hayır sevmiyorsun!
-Bununla ne alakası var?
-Seni şımarık küçük pislik! Biliyordum biliyordum! (Burada İspanyolcaya dönüyor gene =) )
-Hayır sadece doğru kişiyi bulamadı. Bulduğunda bu huzur, mutluluk arayışı da sona erecek. (dedi Juan.)
-Hayır, öyle değil. (Yavrum Maria sen bir tanesin.)
-Tamam neyse. Sorun yok.
-Sevmek-
-Bitti-
Woody Allen filmleri sıradan ve sıkıcı mı?
Yok artık…
Sinema sanatından ne beklediğimize ve ne anladığımıza bağlı bu birazda. Veya insan olmamıza. Herkes farklı şeyi sever. Bana öyle gelmez, sana öyle gelir. Falaan filan. Ki konumuz o değil.
Sen resmen Maria'ya aşık olmuşsun.
=) Bilmem ki sanırım. Evet.
Maria Elena, idoldür. delidir ama idealdir. ailecek seviyoruz ahaha. 😀
Ahh tabi ki ana konu o değil.
Fakat bana göre Woody Allenın sıradan ve sıkıcı olması es geçilecek bi alt metin değil.
Siz romantik komedi izliyeceğim diye düşünürsünüz oysa o realist felsefesiyle ince ince işler filmi, hatta film o kadar gerçekçidir ki sindirilmesi zor olur.
Siz derken herhangi biri..
@Persephone: aynennnnnnnn =)
@Pink Freud: tamam haklısın. ben anlayamamışım yıllardır demek ki.
Hayır öyle bi şey demek istememiştim..
Konu sevdiğim bi yönetmen olunca öyle tepki verdim
-Evet, evet. Agustino'nun karısıyla. Gözlerinle. Gözlerinle
işte bu cümle !benim de duyunca "vaaaaay be" dediğim filme dair net olarak hatırladğım tek şey birde adamla kavgaları o kadar içten o kadar süper ki !