Mayıs ayının ötekilerden daha karizma, daha kuul bir hâli var hep. Birçok yerde sezon biter, yaz başlar, türlü buluşmalar, başlangıçlar ve sonlar bu aya denk gelir. En sevilen uzun aydır. Mayıs bitince, yazın üç aylarının göz açıp kapayıncaya dek biteceğini bilirsiniz eğer yeterince pesimist iseniz, değilseniz yaz geliyor diye sevinirsiniz, üzülmeyin canım. Mayıs denilebilir ki yılın en uzun ayıdır. İyice bu yılda olduğunuzu bildiren, yeni yaşınıza alıştıran ay da olabilir. Senenin sonunda bile doğsanız bilirsiniz işiniz iş, bir sene daha gitmiş. Ben bu yazıyı Mayıs’ın 10’u filan gibi yazmayı düşünmüştüm, bugüne yetişir mi bilmiyorum ama ayın 30’una girdik, bu da demektir ki bu giri bu ayda düşünün, iki koca gün daha duracak. Şimdi size 5 tane şarkı yazacağım, Mayıs ayında en çok dinlediklerimi seçtim. Türkçe. Bu şarkıların gene en büyük özelliği bence bu aya özel, “gel”, “etme”, “kıyma”, “bak hata yapıyorsun geri dön”, “bak önümüz yaz he, gitti gider sana diyeyim” ile “aman be” arasında bordeline dokumalarıdır. Neredeyse tamamen aklımı yitirdiğim şu günlerde bana dost olanları bir analım istedim, bir de bakalım bakalım bu eksik şiirlerde neler var. Niye sevmişim. (Ben yazdıklarımı okumadan neyi neden sevdiğimi pek bilemeyenlerdenim, siz?)
*
Efendim listemizin ilk sırasına Özdemir Erdoğan’ı koydum. Belki de en sonuna mı demeliyim, bilemiyorum, bir seçim yapamayacak kadar çok dinlediğim şarkılar bunlar. Karışık gidiyorum. Bu parçayı kendisinden daha iyi söyleyen bir ses icracısı biliyorsanız, paylaştığınız takdirde bu garibi pek bahtiyar ederseniz. Şarkının adı şudur: “Nerelerde kaldın ey serv-i nâzım?”
Elbette böyle soru işareti yok sonunda, hatta Özdemir Erdoğan videosunda selvinazım diye yazılmış, fark etmez, iki türlü de mânâsı uzun boylu, nazlı sevgili demek. Bana dokAnan kısmı şudur: “Hasretinden acep, ölmek mi lazım?” Yani ancak o zaman mı çağrılarım, dualarım, isteklerim, niyetlerim (artık ne derseniz) o zaman mı karşılık bulur da ben seni göremesem de sen beni görebilirsin? Yoksa o zaman bile mi bunlar kabul olmaz-ın, elden bir şey gelmeme-nin ve biraz da rakının şarkısıdır. Ve yine de rakı içerken dinlenmemelidir.
*
Bu ekipte en çok dinlediğim şarkı bu. Tamamen unuttuğum, çok alakasız
bir zamanda radyoda çalması ile beni neredeyse öldüren, epey üzünçlü parça… En sevdiğim,
mutsuz sözleri mutlu müziklerle söyleme de cabası.
Spotify kullanmayı bırakıp tamamen Youtube müzik ile
devam etme nedenim olan şarkıların canlı versiyonlarını tercih etmeme rağmen bu şarkı özelinde ilk albüm kaydını tercih ediyorum; Levent Yüksel çığlıkları, Sezen
Aksu sözleri ve Sertab Erener sesi ile şeytan üçgeninin tamamlandığı
esere ba-yı-lı-yo-rum. Eskici günlerim aklıma geliyor. Gülümsüyorum.
Ama elbette yukarıdaki şarkı ile rakı içilen yer bu defa yeni nesil
meyhaneye yahut barlardan barlara gezilen, çok içilen, ve en sonunda da
sadece dans edilmek istenerek gidilen mekanlara dönüşüyor, her hali
ile biraz özlem kokuyor.
Gelelim en şiir yerine.
Aslında “en” diye bir şey var mı çok bilemiyorum, neredeyse şarkının
tümünü kusursuz buluyorum. Örneğin çok kadın başlıyor, büyük ihtimalle
çok renkli birini kaybetmiş biri, şöyle diyor: “Bir duru sözle gönül alana / Bir kuru dalla, çiçekle gelene / Gitti, gidiyor yaralı yüreğim, kanadından tut.” Ancak adamın kanadından tutamayacak olmasının sebepleri de çok açık, şöyle diyor: “A benim kadrimi bilmeyenim.” Pat diye, bu kadar aslında, fazla söze gerek yok. Gerisi biraz hikâye. Değer bilinmemiş. Ancak
buna rağmen boşluk, ki şarkıda çok da güzel şekilde hasret diye geçer,
dolmamış, dinmemiş. “A benim hasreti dinmeyenim /
Beni elinle ellere gönderme.” Çünkü hâlâ teslim olunma hâli devam
ediyor, bir telefona her şey biter. Bu da çok önemli ve sihirli bir güç.
Yine de üstteki parça ile uyum sağlamak açısından şarkının yazmadığım tek yerini en sevdiğim şeyi diye işaretleyebiliriz:
“Ne gam, ölsem uğrunda? Sevdam ağlıyor.”
*
Aşağıda
bahsedeceğim şarkıyı da yine tesadüfi keşfettim. Aslında benim şarkı
dinlemedeki kriterim, hatta belki de oynat tuşuna basma kriterim bile bu
olabilir, tesadüfiyet. Hayatta bazen tesadüf olmayan bir şey var mı
diye soruyorlar, kaçınılmaz gibi, yahut kader gibi, belki daha büyük
şeyler için söyleyebiliriz ama şu doğrultuda çok da doğru olmaz diye
düşünüyorum. Belki bebek tesadüflerin yol açtığı büyük kaderler,
kaçınılmazlıklar vardır, bilemiyorum. Şarkıyı hepinizin bildiğinden
eminim. Bu kayıt, yine iyi ki öteki platformu bırakmışım dedirtiyor
bana. Mesela bunu dinleyemeyeceğim, anladın mı? Ne yapayım istersen
getir mezarından Hemingway’i konuştur Podcast’te, banane yani! Şuraya
bakar mısınız pek muhterem insan! Bak, yalvarırım bak. Delirmemek elde
değil. Ve güzel yanı, bunu hiçbir dizi veya filmde şu formu ile
duyamazsınız, ve bu da klasını korumasına, sağda solda çok fazla duyup
artık iğrenmenize yardımcı olmaya yardımcı olmaz. Şarkı sözlerindeki beş
yaşınalık bir tarafa, Yıldız Hanım o kadar güzel okumuş ki, arkada
duran Cem Özer’ler, Balık Ayhan’lar, işte şarkının da yaratıcısının
piyano başında olması, müthiş-inanılmaz-harika gençlik, sesteki
pürüssüzlük ve bilgisayarsızlık o kadar ama o kadar güzel ki,
inanamıyorum, anlatamıyorum da hatta. Muhakkak, videosu ile izliyorum, o sırada düşünmek veya
sigara içmekten başka bir şey yapamıyorum, hatta ötekileri hem dinleyip
hem yazabilmişken, bunu yapamıyorum. Sadece dinleyebilirim ve
izleyebilirim. O sırada dünyanın en iyi insanı bile konuşuyor olsa,
videoyu durdurmadan ona konsantre olamam.
“Yine de sen, son sevdiğim
Uğruna sevgiler aşklar tükettiğim…”
Şarkıyı yine
bütün olarak ve videosu, 90’lar havası, hemen her şarkıcıda gördüğümüz,
bu videoda 3.40 sularında gözlemlenebilecek canlı söylerken çok mutluyum
ve şu anda bakın gülüyorumunun doğallığı ile seviyorum. Vurucu yeri
şurası olabilir, pek klâsik ve nakarat ama ne yapalım:
Sar sevgine sevgimi [Bu nasıl bir tanımdır yahu]
Nefes gibi muhtacım sana”
Bana
göre bu boyun eğiş az şey değildir hani, Freud’un demesi ile sevilen
için narsizmin bir kısmından vazgeçilmesi, ödünç verilmesidir bir defa.
İnsan için de yukarıdaki iki şarkıda da gördüğümüz üzere kendinden
vazgeçiş mühimdir. Çünkü bir defa bu sevmedir, sevilme değil. Talep
etmez, gel, sen de sev, ne hissettiğimi gör demek evet, ama olmazsa da
bu şarkının yahut ötekilerin sonlarında görüldüğü gibi “eh, gelmezsen de
gelme, ben yapabileceğim her şeyi yaptım,” demenin de rahatlığı
görülür. Pişmansızlık diyebiliriz. Bu da rahat bir vicdan kadar
gereklidir kişiye.
*
Geldik son ikiliye. İkinciyi gene ona gelince konuşuruz da, buradaki mükemmel olmaya çalışmama hâlinin, hatta şarkının yazarının sözleri karıştırmasından tutun da, arkadaşlarla içki sofrasında iken hadi şu demoyu da kaydedelim be hâline dönüşmesini çok seviyorum, keşfi yeni değil. Ama bu ay sanıyorum ötekilerle güzel bir uyum içinde diye epey dinlemiş olabilirim.
Şarkı, çok satan kitaplardaki bu “her şeyi yapabilirsin, yeter ki iste” kisvesini çok dostane, çok samimi bir biçimde söylüyor. Sezen Aksu’nun sesinin çok güzel olmamasına rağmen sevilmesinin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü çok dost, çok içten, birçok şarkıcı sayabilirim size ondan iyi söyleyen, ama Sezen Aksu söyleyince eğer çok ağlak değilse şarkı, çok içten olabiliyor. Ağlaksa ve gerçekten o gün söylemek istiyorsa o şarkıyı, evet, yine çok çok içten olabiliyor. Onların kendi hikâyeleri yok diyor yahu şarkı, daha ne desin =(
DokAnma kısmı:
“Sen seç, ben söyledim gitti
Son sözümü ölmem artık
Bu pişmanlar ordusuna dönmem artık.”
*
Bu çok rastlantı canım. Çok, çünkü ben ön yargılı piçin tekiyim. İşte yukarıdaki dört şarkıda da geçmiş minik minik yerler var ya hani, siz de görüyorsunuzdur, mesela bundaki o orkestraya uymama, onlar beni takip etsin yahu anlayışı ama bunun da getirdiği profesyonellik, gene sözlerin bir yerde karışması, şu anda gerçekten çok sarhoşum gözleri, özlemin kendisini seviyorum özleyecek bir şeyim olmasa da iç çekişleri beni bitiriyor. Hemen her hücremiz ile, sanki oradaymışsınız gibi hissedebiliyoruz. Bu kaydı bir şekilde önüme çıkaran, annemlerde izlediğim o televizyon, seni gerçekten çok ama çok seviyorum, (minik tesadüfler büyük kaçınılmazlar mı yaratıyor dediniz?) buraya yükleyen insan (gerçi ben her ihtimale karşı kaydettim bilgisayara) sana da çok teşekkür ederim. Böyle bir şeyi duyamadan ölmek istemezdim. Tek eksi zannediyorum görüntünün müthiş kaliteli olması, bu şarkı ve Mustafa Keser için ziyadesi ile hem de. Dayım çok severdi kendisini, onu da anlıyorum şimdi. (Politik tavırları nedeniyle buraya dek ismi geçen insanların hemen hepsine gönül koysak da…)
Seni öptüğümü, ilk defa hayatta
Kollarımda benim, ilkbahar sabahı
Sen,”
*
İçimiz dışımıza çıktı, yok mu şöyle eğlencelik dinlediğin bu ayda diyenler için bonus şarkı. Hoşça Güle!