6 sene sonra okumak istediğim şu cılız kitabı elime alıyorum. Okuyorum. Okudum hatta.
Ne de çok şey değişmiş, ben okumayı öğrenmişim bu süre zarfında. Diyorum. Hatta dedim.
Bu sıska kitabı benden önce de kimileri okumuş, altını çizmiş. Eğer altı çizili kitap bulursam ben de çiziyorum. Yanına-köşesine, çiçekler, kelebekler, kalpler, bebekler hatta yıldızlar bile koyuyorum. Ama çizili değilse de çizmek istemiyorum. Birinin ilki olmak gibi. İşte orada anlıyorum okumayı öğrendiğimi. Bir kitap ne kadar güzel okunabilirse, o kitabın hakkı ne kadar verilebilirse işte o kadar güzel okuyor ve o kadar hakkını veriyorum. Benden daha fazla ilgi ile onu okuyabilecek birinin imkânsız olacağına neredeyse onu inandırmak istercesine, her şeyiyle onu okuyorum. Salt bana verileni okuyorum, yazar benden önce nerelerdeymiş, aman da aman özel hayatı nasılmış değil, verileni okuyor, silineni anlıyor, yazılmayanda kendisini buluyorum.
Benden önce kitap başkasına hediye alınmış. Üzerine çok güzel bir atıf yazmış hediyeyi veren. Kim bilir ne duygularla almıştı, kim bilir ne duygularla yazmıştı ve kim bilir ne duygularla vermişti bunu. Ah benim güzelim… Hediye verilen ise satmış kitabı. Sonra, ben almışım. İthaf o kadar güzel ve o kadar güzel bir el yazısı ile yazılmış ki… Bu kadar güzel yazamayacağım tamam eyvallah da, böylesi afili r’lere, a’lara, 4’lere, k’lere ne gerek vardı şimdi? Kimden yüz buluyorlardı? El yazılarını veya böylesini birkaç seneye göremeyeceğim için üzülür halde buluyorum kendimi. Hatta buldum.
Kahroluyorum. Kahroldum hatta.
İnsanlar benim duygularımı abartılı buluyor, korkuyor.
El yazısı hüznü kaplamış içimi. Anneannemlerde, o koca bayram yemeği yenen masanın üzeri meyhane örtüsü ile serili. Ben varım diye. Leke tutmaz, keşke tutsa dersin ama tutmaz işte.. Fi-fiiift, silinir gider… Onun üzerinde ilk harita-metoduma yazıyorum, inci gibi, kırmızı kalemim de var. Johann, herkesinki Faber. Kıç tarafına doğru beyaz şeritler var benimkinde. O kadar güzel yazmaya çalışırken defterin kenarlarını öldürüyorum. Öldürüyorum, öldürüyorum. O deftere neler yazıyorum güzel yazmaya çalışarak bilmiyorum, sadece güzel yazmaya mı çalışıyorum? Soruyorum, kimse hatırlamıyor. Soruyorum, ölmüşler. Bir resimde yaşıyorlar. Fotoğraf değil, bir resim. Mor bir koltuğun üstünde, mor bir gecede, tombala oynamışlar. Son tombala yemeği. Ben gene yokum. Ben ner’deyim? Ortadaki ölmüş. Beyaz. Üzerinde kendine ördüğü takımı var, sadece şık olmak istediği günlerde giydiği. Biri daha ölmüş. Hiç önemsemediğinden, daha doğrusu hep dürüst olduğundan, dürüst kalabildiğinden, sahtekârlığı beceremediğinden, pijamalı. Biri ise ölümden dönmüş, kıvırcık. Öteki ise öbürünün kopyası -kendi inkâr etse de- ve yaşıyor. Sıska. Mor bir resimde yaşıyor. Bir yarım ve bir tam. Ama fotoğraf 4 kişi. Mor bir resimde beraber yaşıyorlar. Ben ner’deyim?
Kitabı hediye eden kimmiş bilmiyorum, adının baş harfi S. Belki de F. Çok afili yazısını çözemiyorum. Yalnız pek de anlamıyormuş kitabı hediye ettiği edebiyattan. Sadece çok bariz aforizmaların altını çizmiş enayi, duygu yoğunluğu bildiren cümleleri. Oysa, o yüzde salak bi’ şekilde tebessüm yaratan “an”ları, canım sinematografileri çizmemiş çizememiş, görememiş. Üzülüyorum S’ye. Ya da F’ye. Hiç anlamayacak birine değer vermiş diyorum. O gizli yerlerde edebiyat ve yazar daha çok oysa. O da kendine yakışanı yapıp atmış işte. Diyorum. Hatta dedim.
Ben işte tam da böyle satırların çizerken altını, mutluluk hormonu salgılıyorum. Ben mutlu olduğum yere kaçmışım demek. Hemen de kaçmışım. Demek oradaymışım. 6 sene beklediğim birine kavuşmuşum. 6 ay bekleyemeyenlere selam çakıyorum. Askerlik de 6 ay diyorum. Yalanlar 6 ay sürer ve sevgiler de. Yalan ile sevgiler arasında bir bağ var diyorum. 6 ay boyunca kitap okuduğum için biri beni sevsin istiyorum. Beni 6 ay boyunca her gün sevse diyorum. Kitaplarla sevgililer arasında da böyle bir ilişki var diyorum. Hatta dedim.
Ben ner’deyim
1 sene önce gene bugünlerde veya bu aylarda sesli mesajlar atıyordum yine bir Candan konserinden. Gene bir Candan konserinden sonra buradayım. Geçen sene ne de mutluydum bugünlerde… Her şey olağanca berrak idi sanki. Her şey çarşaf gibiydi, serili, aklım, başım, hayatım. Yerindeydi, değil de plandaydı. Bundan sonra bu olacak, şundan sonra şu, ve böyle böyle gidecek. Böyle gelmiş, böyle gidecek. Candan çok güzel “Dağlar Dağlar” söylüyor konserde. Beşinciye üst üste gidiyoruz. Candan gibi birini unutmaya çalışıyorum, ama her sene görüyorum onu. Yarım mor fotoğraf ve ben. Gitmişiz. Onlar yanımda mı, emin olamıyorum. Bu sene sürpriz yok, diyorum. Hatta dedim.
Yine de Candan çok güzel Dağlar Dağlar söylüyor.
Ellerimle büyüttüğüm
Solar iken dirilttiğim…
diyor.
Ölüler sarıyor etrafımı. Ağlamaya başlıyoruz Sensizlik çalarken. Daha önce bu şarkının ölen birisini hatırlattığını düşünmemiştik diyoruz. Hatta dedik.
Çiçeğimi kopardın sen
Ellere verdin
diyor.
Travis de güzel söylüyordu 3 hafta önce, diyoruz. Hatta dedik:
Candan sonunda sürprizini yapıyor. Dağlar Dağlar kadar güzel Fesupanallah yorumuyla. Çok değişik bir versiyon ile. Çok güzel söylüyor. Bu sene yavan geçti diyoruz, hatta dedik. Seneye diye sözleşiyoruz. Mor ölüler diyarında onları bırakıp-selamlıyoruz, Candan’ı unutamayacağımızı kabulleniyoruz:
Alemiiiiiinnn keyfiiiiiiii yeriiiiiinnndeeeğğğğ
Yine maşallaaah
Not: Burası PSM filan da değil yani, ya da Black Box. Açıkhava. Öyle işte.
Bazen aklıma geliyorsun ve her seferinde ne kadar özlediğimi hissediyorum…
HOPPPALAAAAA,
Yani burayı bilen kişi sayısı malum, beni bilen ve burayı bilen de öyle, toplasan iki elin parmaklarını geçer mi, geçmez. E, bunu bana kim diyecek, demeyecekleri de çıkarırsak, gene çok az. Hatta bana göre bana bunu kimse demez….
Gizliden bilenler de olsa fdlskfmls.
Sağ olun adsız, aman, ne diyeyim belki de sen aslında öylesine bir okuyucusundur ve benimle kafa buluyorsundur. (trollemek dememek için çırpındı hahaha.) Veya bu yorumu kendi kendime atmışımdır. (Düşünsene öyle olduğunu, narsizm: 9.9)
Sen kimsin?
Her neyse, bence insanın aklına "bazen" gelmek güzel, ya hep aklında olsaydım? İşte o zaman çıldırırdın. Yani sanırım.
Benim bazı yazarlar sürekli aklımda, "bazen" düşünüyorum da ben onlar olmuşum, konuşmalarım, hareketlerim resmen çalıntı, bunlardan kurtulamadığım zaman da yazamıyorum resmen ama "her seferinde" onları ne kadar özlediğimi yahut sevdiğimi hatırlıyorum.
Tam da bununla ilgili bir şey yazacaktım üzerine denk geldi he ahhaha. Selamlar.
Belki kafanda kurduğun, ihtimal verdiğin birilerinden değilimdir, çünkü bu tarz durumlarda hep en az ihtimal verdiğin kişi çıkar. Ya da bunu yazmasını istediğin biri vardır onun dışında herkes yazmış olabilir, oldukça can sıkıcı. O an öyle hissedip yazdım, içten bir şey idi. Meraklandırmak istemezdim, anonim olarak kalmanın rahatlığı yardımcı oldu yazmama:)
Sık sık şunu düşünüyorum hepimiz belli bir tiplemenin çeşitli varyasyonları gibiyiz. Eninde sonunda birilerinin aynısı olacağız. Hep kendimin eşsiz olduğunu düşünürdüm ama hep de yerimin dolduğunu(her konuda) gördükçe bundan sıyrıldım. Daha az can sıkıyor hem.
Eskiden mektup arkadaşım vardı, şimdilerde mektuplaşmıyoruz ama hep onun yazdığı mektupları ben mi yazdım diye ikircikte kalıp kendime işkence ediyordum. Galiba zihnimiz bizimle oynamayı çok seviyor.
Bazen geliyorsun demişim, belki eskiden sık sık geliyordun, bilmiyorum ama her seferinde hissettiğim şey özlem oldu, sevgiye bile ağır basıyor. Çok ilginç olduğunu düşünüyorum, çünkü hiç ihtimal vermediğin biri olabilirim, ya da düşününce bir an iç huzursuzluk yaratacak biriyimdir, belki rahatsız edecek bilmiyorum, ama tüm bunlardan bağımsız var oluyorum işte.
Sevgiler…
Selam-melam,
Ben eskiden olsa şu gülüşü yapışından, kullanılan "bazı" kelimelerden bile çıkarırdım da ne olduysa böyle, bıraktım o işleri sanırım. Yoksa süper bir Sherlock idim. Yani insan bazı tahminlerde bulunuyor ama yine de emin olamıyor, özellikle bilinci benim gibi çalışıyor yahut çalışmıyorsa.
İşin ilginci -yazacağım ya, bir sonraki yazıda, neyse, kim bilir belki de yazamam ya da yazmam- ben burayı beni bilip de takip edenlerin sayısının çok az olduğunu düşündüğümden bana büyük bir sürpriz oldu bu yorumlar diyebilirim.
Şöyle ki, özellikle birine yazdığım bir şey kesinlikle yok. "Aman bu okusun da bana yazsın" diye değil, öykü yapamayacaklarımı veya uğraşmak istemediklerimi -o an- içimden nasıl gelirse öyle yazıyorum. Zaten de dediğim gibi insanlara ya söylemiyorum nadiren yazdığımı ya da söylediklerim bir şekilde hayatımda değil, yahut okumuyorlar; olanlar ise bir şey dememeyi tercih ediyor genelde. Ama belki bilinçdışında bu gibi şeyler tepkimeye giriyordur, bilemiyorum. Yani emin olamıyorum.
İstersen yorumları da silebilirim ama güzel durdu bence, neyse dediğim gibi yayınlama dersen yayınlamam. Veya -eğer istersen- bana ulaşabilirsin başka bir yolla.
Görüşmek üzere,
Sevgiler.