Bir adam yuva edinmiş kendine
gözleri ıslaklıkla çalınıyor
diyor ki seni üzen ne?
O sırada göğsünden rengârenk çizgiler kalkıyor
susuyor bir çeşmeye varıyor
su yerine kan içiyor, akan kanlar oluk oluk
bir başka ciğere doluyor, bir adamı kurtarıyor kan
bir bakış kazandırıyor, beriki çocuğuna sarılıyor -aferin ona.-
Kan dağılıyor ve insan oluyor, kan insanı kaldırıyor ve insan kanıyor.
Kandığı her yanlış onun hayatını uzatıyor, uzattığı her hayat onu ölümsüz kılıyor.
Görüyor geyikleri, boz ayılarını ve timsahları, öksüz bırakmıyor da yavruları.
Buz adasına çarpıyor kan, terliklerinde boşluklar, havluları turuncu. Gasp ediyoruz buzları, havalardan n’ber?
Tavşan, ölüyor ve insan yine kanıyor. Bir tavşan daha alıyor. Para bitiyor, para alıyor. Saatler geçiyor haftalar… Onları da alıyor. Akşam bitince gündüz alıyor, felsefe bitiyor felsefe alıyor. Biten eylülün gölgesinde bir yazda, uzun sürmüş bir günün akşamını ağırlıyor.
Çoraplarını değiştiriyor, tırnaklarını bir hamamda kaybediyor, gözlerini atış poligonunda. Renkler, çizgiler evlerden duvarlar yapıyor kendine ve küçük bir delik kazıp içine bedenini koyuyor, mezar taşında bir tavşan ağlıyor, resimde gülen dişler renkli çizgilerle yazılmış: “Herkes gibi yaşadı ancak ölümü kendi gibiydi.” Üzerindeki toprakta çimen bitmiyor.
“Baban da kedi miydi senin?”
"çarşı lafını ilk ve en çok karşılayan hayvan
hayvan mı değil mi orası pek belli değil
ama çarşılarda boynuz azıcık ya da tüy hindistan
gözlerime uyku yerine olağanüstü bir tavşan
güzel canından bir parça sergileyip silahıma
tatlı canından bir parça ve kan halinde
her seferinde kaçmanın bir kolayını bulan
bütün tavşanlar dişidir sülalesinden" bu da böyle bir yorumdur. Çünkü yine bilinir ki; bazen 'aman efendim pek güzel yazmışsınız'lar yetersiz ve yüzeysel kalır.
O kadar tatlı yorumlarda bulunuyorsunuz ki ne yazacağımı bilemez haldeyim, çok teşekkür ederim beni okuduğunuz, dahası pek güzel yorumlarda bulunduğunuz için.