Günümüzde insanlar mutluluklarını fotoğraflıyor, mutsuzluklarını ise kelimelere dökmeye çalışıyor.
*
Oysa bu dünyada yalnızlığı en iyi bilenlerden biriyim, kuzeni bile olmayan insanlar, hep başkasını bekleyen insanlar, yalnızdır bir şekilde.
*
Annemin bazı kalıplaşmış sözleri var, hep kulağımda:
“Bela okuma!”
“Ben herkes değilim, beni başkalarıyla karşılaştırma!”
“Sen ibne ne biliyor musun ki diyorsun millete?”
“Yapışma!”
“Kardeş istemiyorsun değil mi?”
“Neden pipini gösterdin o kıza?”
“Karaduta beyazlarla dalma.”
“Radyoyu kapatma.”
“Acıyacak.”
“Yeter oflama.”
“Güzel bir kitap versene okuyayım.”
“Doğmayagörölmeyegör.”
*
Bunlardan en çok hatırladığım ben herkes değilim olan. Bu benim yaşama biçimimi oluşturdu, bir şekilde kimseyi yargılamamayı, içimde yargılasam da kabullenmeyi, herkesin başka olduğunu, empatiyi, güzelliği, aşkı, sevmemeyi bu sözle öğrendim. Kimseyi kimseyle karşılaştırmamayı, olaylara bazen çözüm bulunamayacağını, bazen çözümün aslında kolay olduğunu, ve fakat kolayı yapmanın zor olduğunu, gözünün önündekini görememeyi, gördüğünü tutamamayı, tuttuğunu koparamamayı, sevenin seni sevmediğini, seni seveni yalandan sevemeyeceğini hep bunlarla öğrendim.
*
Eylülü bekliyorum. Ne olacaksa. Dedik ya, bazıları sadece bekler. Godot filan hikâyesi. Neyi beklediğini bilmeden bekler, sonra o kadar çok kişiyi&şeyi bekler ki, bir bakmış beklemeyi de benimsemiş, sevmeye başlamış. Beklemeyi sevmeye başlayınca neyi beklediğini bile unutmuş. Niye beklediğini de. Artık amacı sadece beklemek olmuş.
Eylül böyle işte, eylül beklemelerin son durağı, eylül bir bitiş, yeni bir başlangıç. “1 Eylül bir şeydir,” demişti biri, kim olduğu önemli değil, kaybolmuşuz zamanın içinde; yaz ayları çabucak geçer, eylül ekim de gider bu gidişle. Mühim değil. Candan.
*
Bayramları da genelde mezarlıklarda geçiriyorum. Canım sıkıldığında mezarlıklar bana ferhalık veriyor, bazen gidip dolanıyorum etrafta. Her neyse, anneannemi dudağımda (kulağımda!) son bir türkü olan Gülpembe ile
selamlayınca, kendimi kaybettim. Yani bazen, bazı şeyleri sadece rastlantı ile açıklayamadığım o zamanlardaki gibi oldu. Gene kıskandığım satırlardan olan “Gözlerimde son bir bulut” kısmını bu sefer tam manasıyla kavradım sanırım, ya da o da mühim değil, kendimce biçimlendirdiğim bir anlamı var artık. Bunu anladıkça da ağladım. Onu son görüşümde de ağlıyordu, sarıldık, vedalaştık. Son telefon konuşmamızda, “Ne zaman dönüyorsun,” diyordu. Cevabımı elbette duymuyor, olan-bitenden bahsediyordu. Günlerden bir gün, annemle hakkında konuşurken hastanede ona “Çok özledim, çok oldu, ne zaman dönecek?” demiş. Bunu bana söylediklerinde işte bunun fotoğrafının çekilemeyeceğini, kelimelere ise dökülemeyecek kadar hüzünlü olduğunu düşündüm. Ama gene de biraz hüzne de yer var hayatımızda. (Hem menekşeleri seversin sen, sen menekşeleri zaten seversin, sen menekşesin.) Beni gerçekten seven, ben ölürsem üzülme diyen, mürüvvetimi (ü’sünden öptüğümün) göremeyen, tavla, bil bakalım kim, monopoly, pişpirik, basket arkadaşımı kaybetmek, beni çok özleyen ve bunu söyleyebilen birini son kez görememek, bir şekilde içimde hep kalacak sanırım. Mezarlıklar, bokun soyları. Bıktım sizden.
*
Demem o ki ben ‘nanemi özledim.