O kadar zaman olmuş ki blog yazmaya başlayalı… Taaaa Yasemin Moriler döneminden beri bir şeyler karaladığımı uygulamanın birinin sürpriz yapıp, başlıkta sözleri geçen parçayı bana çalması ile fark ettim. Kendisi ile bire birde tanışma şansım olmadıysa da, tıpkı Nedim Saban yahut Yekta Kopan’a yaptığım gibi blogumu takip ettirmek adına onun bloguna da yorumlar yapar, uzaktan uzağa tabii bir hayranlıklar beslerdim. O da bir şeyler çizer, artık o anda aklına ne esiyorsa, özgürce (yahut bana öyle gelirdi ve değilse de bu, fevkalade bir başarıydı) yazardı. Sonra sonra popüler oldukça, yazdıklarını yakmak istedi. Bu, zamanında bir şeyler kaleme almış, bilhassa yaş aldıkça, öteki benden duyulan utanç ile hemen hepimizin aşina olduğu, tecrübe ettiği bir süreçtir. Sözgelimi, Derrida şu videosunda yazmadıkça ve yazdıkça oluşan dehşet anını çok güzel anlatır. O zamanki benin bilgisizliğiyle dalga geçerken, süreç içerisinde içtenlik “esens”inin azaldığının da pek ayırdına varamayız.
Maalesef, dediğim gibi Yasemin Mori’nin o dönemde yazdıklarını bulamadım, aslında bulmak da sanırım istemiyorum. Yine sanıyorum ki, düşündüğünden de fazla, çok çok genç yaşta çok ünlü oldu, belki de içeriğinde özel hayatını etkileyecek şeyler de mevcuttu ya da sadece korku ve yaşanan utanç ile yazdıklarını kaldırdı. Şimdilerde gözden uzak olduğu için her ne kadar “değeri bilinmedi” filan dense de, daha doğrusu ilk ve en iyi albümünün üzerinden 14 yıl gibi epey bir süre geçtiği için biraz biraz ne kadar ünlü olduğu unutulsa da, şu blogdaki 2008 yılına ait çıkan haberleri azıcık incelediğinizde göreceksiniz ki kazın ayağı hiç de öyle değil. Mori inanılmaz ama inanılmaz popülerdi, ve hakkı fazlasıyla birçok dergi yahut televizyon kanalı* vasıtasıyla çokça verildi. He, belki de bu kadarını o da beklemiyordu ya da bu kadar olmak istemiyordu, orasını bilemeyeceğim.
O dönemi yaşayan bizler için ise hem şanslı hem de şanssızız yakıştırmasında bulunmak pek de abartılı kaçmayacaktır sanırım. Şanslıyız çünkü Mori duygularını hem çizdikleri, hem besteledikleri, hem de söyledikleri ile çok güzel ifade etmişti. Belki de bir daha kimsenin o janr için yapamayacağı kadar iyi bir albüm yapmış, bir dönem başlatmış, genç-güzel-yetenekli olmasının getirilerini sonuna dek kullanabilmişti. Şanssızız çünkü (diyeceğim ama buradaki “şanssız” kısmına da katılmadığımı belirtmeliyim) o dönemler sosyal medya yoktu. Yoktu dememe hemen celallenecekler olacaktır hemen bir ek getireyim, akıllı telefonlar hayatımızda müthiş yer kaplamadığı için yeterince yoktu diyeyim, kimse kırılmasın. “Elimizde” yoktu diyeyim çeşitlendirerek, bir bilgisayar vasıtasıyla yapılıyordu paylaşımlar diye ekleyeyim ki kavga çıkmasın. (Belki unutanlar olmuştur, akıllı telefon ve internet kullanımı bilhassa ülkemizde ayfon 4 ile, yani takriben 2010 sonları ile daha bir popüler hale gelmişti, öncesinde yarı-akıllı bilekberiler fırtına gibi esiyordu.) Bu sebeple de Mori, her anını ne kendi paylaşıyor, ne biz başkaları vasıtası ile onu sürekli ve sürekli görebiliyor ne de bunu -yani kendi özelini- merak ediyorduk. Bu da aslında onun popülerliğini artırıyor, katıldığı şovları, konserleri, verdiği söyleşileri geleneksel medyadan takip edebiliyorduk. Mesela bugün gugıl amcaya ismini arattığımda çıkan ilk haber anne olması ile ilgili bir görsel. Kesinlikle 15 sene önceki yazılarını okuduğum insan değil. Olması da imkansız. Çünkü yaşadığımız dönem, magazinin bile basitleşebileceği, daha doğrusu magazinin aslında kalmadığı çünkü herkesin küçük bir magazin muhabiri+kameracısı+sunucusu+fotoğrafçısına dönüştüğü bir çağ. Belki de o fotoğrafı bile kendi paylaşmıştır, ben sosyal medya kullanmadığım için çok bilemiyorum. Kendisinin ürettiği bir şarkı haricinde de başka bir meseleye değinmeyeceğim bu yazıda özünde.
Konuya dönecek olursak, eğer Yasemin Mori’yi takipçi sayısını baz alarak konuşuyorsak, evet, hakkı verilmemiş diyebiliriz ama yok sanatı üzerinden konuşuyorsak kesinlikle ve kesinlikle hakkını almıştır. Hatta aynı dönemde popüler olup hâlâ popüler kalabilen kişilere göre bile misli ile almıştır diyebilirim. Ne yazık ki algımız, kimin daha çok takipçisi varsa o iyidir üzerine kurulmuş durumda artık. Bunu blog kurulduğunda ben de yaşadım, ara ara da yazılarda ağladım. Ama biliyorum ki, bu blogu okuyan kemik kitle hâlâ mevcut, asla yüzümü görmeseler de kimseler tarafından okunuyor, hatta üzerine düşünülüyor bile. Beni çok az kişinin takip etmesi benim değerimi düşürür mü, sanmıyorum. Çünkü benim değerim de nitelikli edebiyat dergileri tarafından verildi. Belki daha fazlası olabilirdi ama belki de olup olacağı buydu. Bazen kendimize bakarken yeterince objektif kalamıyoruz. Belki de ben de üretim anlamında durduğum bir çağdayım, belki de bir daha asla eskisi kadar çok ve kompakt üretemeyeceğim ama bu demek değil ki benim değerim verilmedi, tıpkı Mori’nin de onun sanata verdiği kadar, sanatın da ona değer verdiği gibi. Belki Yasemin Mori biraz daha geç popüler olsa, şu an hâlâ çok daha büyük bir kitleye hitap ediyor olurdu ama o zaman asla bu kadar iyi ve öncü olamazdı. Çünkü bir beş sene sonra zaten herkes kendi gibi olacaktı. Tam zamanında ünlü oldu, bir tane müthiş iş yaptı ve bence hiçbir pişmanlığı da yoktur ve olmamalı da.
Evet, Mori çok popülerdi çünkü inanılmaz iyi bir albüm yapmıştı. Hem o zaman genç olanların ergenliklerine, hem o zamanlar 30 yahut 40’larında olanların bir zamanlarına hitap ediyordu. Bunu başardığınızda zaten başarı da haliyle kaçınılmaz oluyor. Sonradan yaptığı albümlerde de bazı şarkıları çok güzel olsa da, o eski “sound”unu bir daha yakalayamadı veya yine haddimi aşarak başka bir çıkarım yapmak herekirse, kendini tekrar etmek istemedi, yine başka bir şekilde öncü olmak istedi ama (artık buraya hangi zarfı daha çok yakıştırırsınız bilemiyorum) ne yazık veya iyi ki de olamadı. Belki o zamanki hisleri tekrar yakalayamadı, çünkü 30 biraz daha ulan yaşlanıyoruz ya daha başka/en başka/böyle daha başka bir şeyler yapmalıyım çağlarıydı. Hatta belki de daha da abartarak söylüyorum ki aynı derinliği yakalayamadığı için; yahut belki de “kendisi gibi” pek çok kadın şarkıcıya ön ayak olduğu için sahneyi zamanla terk etmek durumunda kaldı. Bir nevi kendi yarattıklarına yenildi. Çünkü hayat hep böyleydi, birileri o meşaleyi taşımalıydı. Ne yazık ki, insan ne kadar yaşarsa yaşasın 20’li yaşlarında hissedeceği gibi hissedemiyor, hissedemediği için de ya o hislerini hatırlayarak üretmesi ya da popüler olana yönelmesi gerekiyor. Belki üretmenin aslında nasıl bir şey olduğunu sonra sonra öğreniyor ama yeni kattıklarıyla olmuyor bu, daha gençken, gerçekten her şey inanılmaz ağırken, yükler inanılmaz ağırken, ya da o şekilde hissederken hissettikleri ya da hatırlayabildikleri ile mümkün olabiliyor.
*
Gelelim hikâyemize. Günlerden bir gün Barbaros’tan aşağıya sallanırken pat diye yutub müzik bana bu şarkıyı açmak istedi. Herhalde bir şeyler ona bunu beğeneceğimi söylemişti, algoritmalar tuttu ve gecenin karanlığında ben de 13-14 sene öncesine gittim. O zamanlar teyzemin Dubai’den gelen aypoduna çökmüştüm. Daha doğrusu şarkı atma çilesi yüzünden uğraşmak istememiş, bana vermişti. Dünyada çok az şey ile bu kadar çok vakit geçirmişimdir, hatta madem ki abartıyoruz, diyebilirim ki şu anda telefonumla o kadar vakit geçirmiyor, müzik dinlemesi bu derece kolay olmasına rağmen o kadar dinlemiyorum. Daha doğrusu dinliyorum ama dinlemiyorum. Beni çok iyi anlayacaksınızdır dönemdaşlarım.
Pek tabii ki Yasemin Mori de listemin vazgeçilmezlerinden biriydi. Hatta diyebilirim ki uzun bir süre, hatta o akşama kadar Aslında Bir Konu Var değil de, Mutsuz Punk idi en favori Hayvanlar şarkım. Ama işte hayat bu ya, tam da o zamanda çalmalıydı Aslında Bir Konu Var. Internet güzel şey diye sallanarak yürürken bu şarkıda Mori’nin asla yüksek ihtimal kastetmediği ama benim anlamak istediklerime kulak verdim biraz da. Şarkı şöyle başlıyor:
Aslında bir konu var / neden konuşamayız / neden hep suskunsun?
Ben burayı siyasi bir mesele değil, elbette aşk gibi algılayarak yazacağım. Yoksa pek tabii ki günümüzde pek çok insanın yaptığı gibi yooo öyle demek istemedim ki diye geçiştirilebilecek bir kırılganlıkta mevzu. Yasemin Mori erkekleri sevdiği için bu yazdığı kişiyi erkek olarak alalım. Erkek, burada bekaretini aldığı kızla daha fazla birlikte vakit geçirmek istememektedir ama kendini de kadına karşı borçlu hissetmektedir, yanında olmalıdır çünkü o ilkidir. Kadın kendisine bir hediye vermiştir diye düşünmekte ve bunun sorumluluğu altında da ezilmektedir. Çünkü kendine güvendiği için bunu tecrübe etmiştir kadın. Aslında erkek “sadece ilki olduğum için yanında olmak zorunda mıyım” ile “beni bu kadar seven birini bir daha bulamam” arasında gidip gelmekte, tüm bu olan biteni sorgulamaktadır. Kadın da bunu bildiğinden, aslında sorun etmemesi gerektiğini, bu şekilde yaklaşımın kendisini daha da kötü hissettirdiğini ve ayrılığın aslında hiç de uzak olmadığını söylemekte yahut kendi kendine düşünmekte ya da günlüğüne yazmaktadır.
*
Ben güzelim kadınlar berbat / neden buna gülmezsin / neden hep mutsuzsun?
Aslında burada anlam daha açık olsa da, artık yaptığı şakalara dahi gülmeyen, hatta ciddiye alıp yoo, öyle değilsin ki, diyen hıyar bir erkekle karşı karşıya kaldığımızı belirtiyor Mori. Şarkının bu kısmı için kadının konduramadığı ise aşkının bu kadar sönmesi sevgilisinin, belki arkadaşlarının belki ailesi ile birtakım sorunları vardır yorumları ya da varoluşsal sancılar yaşıyordur diye iyimserlenmesi kendinin vuku bulmaktadır.
*
Sorular sorunca dersin ki / neden çocuksun neden büyümezsin / elimde cevabım yok / olsa neye fayda yüzün bana dönmez ki
Hıyarımız (bu hıyarlardan çokça bulunur sevgili kadınlar, belki de kiminin hıyarı ben olmuşumdur, bilemiyorum) en büyük manipülatörlerden de biri aynı zamanda ya da aşkın gözünün gerçekten kör olacağını düşündüğü için kendini öyle sanan bir ahmak belki. Ne oldu bize, sorularını geçiştiren; konuşalım denildiğinde konuşmayan, dürüst olmayan, yalancı ve bir şeyleri toparlamayı isteyen kişiye de zulmeden bir şahıs. Konu asla kendisi ile alakalı değildir, bu “çocuk” yaklaşımlarından dolayı ötekindedir. Karakterimiz ise okumuş ve görgülü biri olduğu için acı gerçeği, yani onu sevmeyeceğini aradan geçen üç ay sonra nihayet anlamıştır.
*
Ağzımda hep tadı var / üzüm gibi paslı, bitince gitmez / hem yarası, hem dikeni var / batırır beni de yaralar, acıtır sabahlarımı.
Burada cinsel birleşmeden sonra oluşan bazı yakınlaşmalar ve asıl karakterimizin asla eskisi gibi hissetmemesi, işi bittiği halde -aslında gitmek istemesine rağmen- sevgilisine sarılan hıyarımızın portresi çizilmektedir. Kızımızın hıyarı, kendi tatmini, sabah ereksiyonlarını bastırmak için kızımızı bir nevi kullanmakta, ama onun isteklerine hiçbir şekilde yanıt vermemektedir. Manipülatör olduğunu unutmamız gereken hıyarımız, dur şuna sarılayım da duygusal tatmin yaşatayım, yoksa bir daha yapamam düşüncesinde bir abaza da olduğundan kaşık pozisyonunda uykuya dalmaktadır. Kızımız pek tabii ki uyuyamamaktadır. Belki bir kahve yapıp, aç karnına parlak ahmet içmektedir, düşünmektedir, bir sorunu var o yüzden bu kadar hırçın ve bana karşı dikenli, yoksa, yoksa…
*
Birileri var, birileri var, birileri yine sarhoş / birileri yaz, birileri kış, birileri önce / birileri bize apaçık, birileri pişman / birileri bize çok acı, birileri çok acı / birileri bize çok acı getirdiler / birileri farkında, birileri fark etmedi / birileri sağ, birileri sol, birileri fark etmedi / o da bunu görmedi, bu da sana hiç yetmedi.
Burada yazarımız hem kendi, hem sevgilisi, hem de kendisini aldattıkları ile hesaplaşmaktadır. Birileri dedikleri her seferinde başkasıdır. Örneğin ilk üçlüde kendi&aldattıkları&erkek arkadaşından söz etmekte iken, farkında ve fark etmedi kısmında ise kendi ve sevgilisinden bahsetmektedir. En sonunda ise kendine dönmektedir. Kahramanımız burada iyice olan bitenin, başkalarının farkına varmakta ve dönüşmektedir. Kendisine, eski kendisine “o” ya da “sana” diye hitap etmekte, yeni benine kucak açmaktadır. Sevgisizliğin dibine vurduğunu fark etmekte, şarkı da climax’ine yaklaşmaktadır.
*
Üçgen gezegenleri, meşru cinayetleri / yine onu vurdular, yine ona bam/ yine geri sar, yine sarhoş, yine benden uzak kalmış / beni terk etmedi, beni bırakıp gitmedi / bir yanı tura, bir yanı yazı, bir yanı da bana kalmış / yine ona ne güzel seslendiler / yine gözü apaçık, gözleri apaçık / birileri bize çok acı çektirdiler.
Şarkının son kısmında yazarımız, elbette ilk aşkların yaptığı hatalardan birini yapıp, ilk seviştiği sevgilisini affediyor. Ama sevgilisi durmuyor. Ego, id ve süperegosu arasında sıkışan üçgen erkek, öldürdüğü öteki bende bile yine kendini haklı buluyor, yine unutmak için içiyor, yine kendisini aldatıyor, yine fiziksel olmasa da ruhsal anlamda yeni bene vurup, yaralar açıyor. Yaralar artık iyice derinleştiriliyor. Burada hem kabullenememe hem de kabullenme devreye giriyor kızımızda, yazının başlığını söylüyor. Yeni sevgilisi ile görüyor ilkini. Ona sevgilim diyor belki yenisi. Yasın beş evresi gerçekleşiyor nihayetinde: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Ve diyor ki, birileri bize çok acı çektirdi.
Eğer hıyar erkeklerdenseniz, sevgilinizi sevmiyorsanız, mutlaka ayrılın. Bu inanın bütün bu yaptıklarınızdan çok daha az acıtacaktır sevgili hıyar ve abaza kardeşim. Kendini de sevgilini de bu durumlara sürüklemeye hakkın yok. Ve sevgili güzel kadın kardeşlerim, siz de kendinize bu türden duygusal manipülasyon yapan erkekleri bir zahmet hayatınızda tutmayın. Bu ilkiniz de olsa tutmayın. İnanın, çok daha iyisi muhakkak olacak. Belki en alfası değil ama daha iyisi.
-Ciao.
*Daha fazla kanıt isteyenler için bir dönemin en önemli figürlerinden Hayko Cepkin ve Sagopa Kajmer ile beraber yine bir dönemin en çok ve en herkes tarafından izlenen programı Beyaz Show’a katılmış, yine o dönemin Akustikhane’sini sunan NTV’de konser vermiş, yine dönemin en iyi etkinliğinde, biraz biraz püpülerliğini kaybetse de boy göstermiştir. Bunlar benim kısa bir arama ile bulabildiklerim, elbette internet koca bir deniz, örnekler daha da çoğaltılabilir.