*Birisiyle müzik dinleyerek ne kadar çok vakit geçiriyorsan, o kişiye tahammülünün aynı oranda azaldığının, söz konusu bireyle konuşacak pek de bir şey kalmadığının göstergesidir bu. Belki de artık sesli sesli nefes alıp verişinden usandığının, “sevişeceksek sevişelim, yoksa yapacağım daha değerli işler var”ın dışa vurumudur biraz da. Sırf bu ihtimal yüzünden şu anda dinlemeyi hiç mi…
-
Keşke Ben Yazsaydım: Koyu Laci Siyaha Yakın (2006)
Candan Erçetin, Sezen Aksu’nun Keskin Bıçak adlı şarkısını seslendirdikten sonra, “Valla benim öyle şarkı kıskançlığım yoktur ama” der Minik Serçe’ye dönerek, “keşke ben de söyleseydim ya da ben söyleseydim dediklerimden bu şarkı, çok içime dokunuyor.” Alıntılarla yaşadığım zamanlardan kalma bu lakırdılar, iki çok sevdiğim şarkıcı arasında gidip geldiğinden ötürü benim de çok içime işlemiş olmalı.…
-
Metni yüksek sesle okumak: Hulki Aktunç ve Çayır Güzeli
Bir yazı kaleme alıp, iş düzeltme faslına gelmişse ilk yapılması gereken metni yüksek sesle, dışımızdan okumaktır. İçimizden okuduğumuzda kulağımızı tırmalayan yerler dışımızdan okuduğumuzda tam da o kısmın öyle kalması gerektiğini bize bildirebilir. (Ya da -ve üzücü olarak- tam tersi de geçerlidir.) Bunun pratiğini benim ve benden önceki nesil çokça yapmıştır sınıfta. Öğretmenler yeni bir parça…
[…] *Madame Bovary‘den sonra Anna Karanina’yı da bu geçtiğimiz süreçte yeniden okuyabildim. Levin ve Kiti’nin ilişkisi bana çok özlediğim şeyleri…