Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Notlar, Şarkılar, Arkadaşlar – Kısa Kısa #23

*Bazı notlar alıyorum, bu da yeni bir öykü yazacağımın habercisi. Buraya koyacağım kimilerini ki unutmayayım veya -nin ise ne kadar anlamsız olduklarını baktıkça hatırlayayım diye.

Birini şiir gibi almışım, pikniklerden bahsediyorum sanırım:

“Bizde örtüyü ben getirirdim.
Anca saça atılan renk olabildim
Gerisi unutuldu gitti”

Yeşil bir not, kırmızı üzerine.

*Genelde aldığım notların, neyi hatırlatması gerektiğini unutuyorum, bu bazen sakladığım eşyalarda da vuku buluyor: Bunun için düzenli yazmaya ihtiyaç var. Öteki notlarıma bakınca bunu fark ettim.

*”Dağıtır gecelerim sarışınlığını.”

*İstanbul’a döndüğümden beri hemen hep aynı şeyleri giyip dışarıya çıkıyorum bu takıntı mıdır?
İstanbul’a döndüğümden beri hemen hep farklı insanlarla buluştuğumdan hemen hep aynı şeyleri giyebiliyorum.
İstanbul’a döndüğümden beri hemen hep aynı şeyleri giymeyi ve hemen hep başka insanlarla buluşmayı seviyorum.
*Bu buluşmalardan birinde -hatta belki de görüşme treninin ilk vagonu kendisidir, ki bu da birkaç hafta önceye tekabül ediyor- bi’ arkadaşımla buluştuk. Yine aynı şeyleri mi giymiştim çok hatırlamıyorum. Nasıl oldu bilmem -bunun küçük bi’ kardeşi var diye belki de- yeni jenerasyonun her şeyi biraz bilip, hiçbir şeyi tam manasıyla bilememesi üzerine laflamıştık. Onların tam tersi olduğumu söylemiştim. Sadece bildiğim konulardan konuştuğum için bilge bir insan bile görülebiliyorum kimilerince diye de eklemiş idim. Oysa ekonomi konuşsak sözgelimi, sıkılırım bile. Hukuk konuşsak, inanmam. Gerçi bahanelerim varmış -oh, ne iyi. Sonra, o kadar çok ve aynı şeylerin üzerinde ve üzerine dolaylı şekillerde, o kadar saatlerce konuştuk ki, yatma zamanı gelmiş, -idi. Hafta içi böyle zorluklarla doluydu. Unutmuşum. (Eh, bana kolay tabii ki unutmak.)
Efendime söyleyeyim, bu yutıb jenerasyonu hakkında atıp tuttuktan sonra bir başka arkadaşımla buluştum. Artık ertesi günü müydü, yoksa birkaç gün veya hafta sonrası mıydı, yine tam hatırlayamıyorum. (Notlarda bunlar yazmıyor.) Bana birkaç saat sonrası gibi gelmişti o an, yani o sözleri ağzından dökerken suratının aldığı hâli gözümle görebildiğim o an. Bu sefer, o sevdiğim şeyleri giyinmiştim fikrimce.
Herkesin -ama en çok kendimin- yaptığı işi eleştirdiğim bir gündü, sıradandı anlayacağınız. Düşünen herkesin söyleyebileceği şeyleri sıralıyordum peş peşe. Aslında HER şeyin gereksiz pahalı olduğu için, gereksiz HERkese fazla maaş ödendiğinden, yani bu koca fabrikalarda, koca sözümona “center”larda, oradan oraya gezip-boy gösterenlerin veya hiçbir şekilde çalışmayıp, olsa olsa ayın belki 5 günü çalışan bir işçi için ödenen -atıyorum- 5 bin lira ne kadar fazla ya da normal standartlarda ise, işte domatesin de buna bağlı olarak aslında pahalı olmadığından söz ediyordum.
“Hiçbir işe yaramayıp, ya da çokçokçok basit bir iş yapıp, bunu sanki inanılmaz zor bir işmişçesine satanlara bu kadar para ödeniyorsa, o domates 20 lira bile olsa bana normal gelir”den vs. bahsediyordum yani. Temelde sorun, gerçekten “iş” yapan insana çok az para ödenmesidir diyordum. ASLINDA temel sorun olduğundan, aracının aracısının gününü gün etmesinin, o kazandığı paranın bana gereksiz ve fazla gelmesinden bahis etmekte idim. Sonra birden olay birebir aktarıyorum şöyle gelişti:
“Ya, sen ne kadar bilmediğin şeyler hakkında konuşuyorsun ya, her şeyi ne kadar küçümsüyor, ne kadar kolay atıp tutabiliyorsun ya…”
Ve buna benzer ya’lar ile bağlanan, aslında tatlı gözükmeye çalışıp, biraz biraz taşlayan bir kişiliğe büründü karşımdaki, ondan öncesi güzeldi oysa. O daha birkaç saat önce eleştirdiğim (benim zaman algıma göre) yutıb jenerasyonundan farkın yok diyordu bana yani. Eh, ben de bildiğim en iyi şeyi yaptım ve ruhen oradan uçtum. Kendimi bu şekilde olmadığıma dair ifade edemezdim, anlayamazdı, anlamayacaktı. Bunca konuşmamdan çıkardığı onun işine saygısızlık ettiğimdi. Üzüldüm. Öğrendim ki, insanların ailesi ve işi hakkında yalnızca kendileri atıp tutabilir. İnsanlar sevdiklerini öylesine gözü kara sevmeye, sanki kusursuzlarmışcasına sevmeye alışmışlardır ki, azıcık bile eleştirilmesi, bitirir onları. Ve sizi de.

*Bu ilk buluştuğum arkadaş, bu blogu bildiğini bildiğim üç beş kişiden biri. Mızlı’dan sonraki ilk öykü okuyucum ya da Mızlı ve Arda ve Ünal’dan sonra. Eskiden öykü hayatımın çokça içinde olduğu, şimdilerde ise olamadığı için üzüldüğünden okumuyormuş. (Ben de ona anlatırken bazı olayları, burada bahsi geçen seneler içinde, o gün sanki ilk defa duyuyormuşçasına tepki verdiğinde azıcık şaşırmıştım, meğer nedeni buymuş.) Çünkü bu öykücülük olaylarının ta en başından beri kendisi de vardı. Sonra ben neye darılıp da ona öykülerimi göndermemeye başlamıştım tam bilmiyorum -kesin gereksiz bir şeydi- ama artık benim öykülerim hakkında düşüncelerine mi inancım kalmamıştı, yoksa onun edebiyat bilgisine mi ihtiyacım bunu da pek kestiremiyorum şu ara. Bildiğim tek şey, ona artık öykü göndermeyeceğim, aslında yalnızca ona değil, kimseye öykü göndermeyeceğimdi. Bunu da bir öykü hariç tamamen başardık. Şimdilerde yenisi çıkacak diyorlar, vallahi basar mı o dergi bilmem. Ben yeniden öykü yazma güdüsünün geldiğine bakarım, ki bu çok mühim.

*Yine bu üstteki arkadaşla konuşuyoruz. Bir arkadaşımla iddiaya girdim diyorum, baya içkisine esasında, şöyle diyor:

“Aaa, sen böyle gözü kara hareketler yapar mıydın ya, hayret.”

Ya gerçekten ben kendimi hiç tanımıyorum ya bu insanlar beni hiç tanımıyor. Evvela, o anda yanımda olsa, veya bu olay birkaç sene önce olsa, omuzlarından tutup sarsar ve sarsma işlemi devam ederken şunları derdim heceleyerek: “YA BEN Mİ HİÇ GÖZÜ KARA HAREKETLER YAPMAM YA, BEN Mİ?” Ama diyemedim elbette. Benim bütün hayatım gözü kara hareketler yapmamdan ötürü ilerleyemedi be, sen ne konuşuyorsun dillidüdük diye de eklerdim bile belki. Ayrıca ne zamandır içkisine iddiaya girmek göz kara hareket oluyormuş ya. Neyse. Okumuyormuş ya, artık salla salla dur arkasından kkkkk.

*”Ben, seni herkeslerden, daha daha iyi tanırım.
Hem ben, sana herkeslerden daha daha iyi bakarım.
Daha daha iyi bakarım.”

*Musticiğim seni de özledik.

*O konuşma bana üstteki şarkıyı, bu şarkı da yutıb’a Sezen’in Seni Yerler’ini çağrıştırıyor imiş. Bence yutıbın bilinçakışı daha anlaşılır. Benimki biraz… Leş.

*Artık açık ilişki yaşayacakmış haspam. Örnek verdiği kişiler Kristeva ile Sollers. Kitabını okumuş, işte evlilik böyle olmalıymış. Diyemedim ki, sen bir boksun onlar nere, senin salak sevgilin ile sen nere… Çocuğun da o halde bir (1) annesi olmasın, insanın bir (1) karısı yahut kocası olmuyorsa; hepsi emzirsin, hepsi yedirsin, hepsi oynasın, her gün başka birinin yanında uyansın, ve hepsine aşık veya hepsinden tiksinen bir (1) çocuk dünyaya gelsin ve bu dünyada büyüsün, hepsi hemen her şeyi yapsın. Neden bir tane olsun ki, niye birine bağlı yetişelim ki, bu hakkı çocuktan niye alıyoruz hem, biz kim oluyoruz ki alt tarafı seviştik ve çocuk belirdi, ne bu yani? Böyle uzatıp, bunun yanlış olduğuna onu inandırmak istemedim.

*Sanırım hiç arkadaşım kalmayacak sonunda.

*Şu yukarıdaki salaklıkla, erkek çocuğa cinsiyet ayrımı olmadığını öğretmek adına etek giydirip okula gönderen salak kuzeyli ebeveynler ve şu ara trans bebek üretmekle meşgul Barbie yöneticileri kafası yarışır. Dünyanın çivisini filan bu işleri bırakalım, düpedüz boku çıktı artık kabullenelim.

*Eskiden bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum diyenlere gülüp geçiyordum, şimdilerde onlara hak vermeye başladım sanırım.

*Zaman geçmiyor, zaman yalan mı?
Yine karşılaşırız dünya küçük, aşkın büyük.
Bana bunları o ellerle mi yazdın
Voltalar atıyorlar, içimde pişmanlıklar.

Adı biraz ergence olsa da (gerçi bu albüm çıktığında Yaşar 26 yaşındaymış, eh bu yaştan küçükken yazılan hemen her şeyde de birtakım ergenliklerle birlikte büyük şairanelikler de mevcuttur -hele hele 90’lı yıllarda) yukarıda yazdığımız gibi gibi gibi gibi sözleri olan şu şarkıyı yalnızca -neredeyse gün be gün tutkum haline gelen kadın sesinden, bir kadın vokalden dinlemek isterdim ama bunca “büyük” laflar, zannediyorum hiçbir kadının kullanmak istemeyeceği, kullanamayacağı sözler olduğu için olsa gerek, şarkının adının yanına yutıbda cover yazınca bulabildiğim tek kadın sesini içeren video’ya yine Yaşar’ın kendisi de dahildi. Sadece Demet’ten dinlemeyi ise çok çok isterim.

 

*Yukarıda birtakım cinsiyetçilikler mevcut.

*Kendime not, kaybetme diye yazıyor, böyle altı çizili. Buraya yazayım da kaybetmeyeyim bari, keh keh:

“COŞKULU.
ENERJİK
DİNAMİK.
CANLI.”

*Başka bir not:

“-Ellerim yamuk.
-Peki, ayakların nasıl?”

Yine hangi fantazyanın esiri iken yazdım acaba.

*Size önceleri anlattığım, nerede anlattığımı hatırlamadığım, bir başka arkadaşımın dediği gibi sisteme dahil olarak, bir şeyler yapalım dedik, para kazanırız hem vs. O da olmadı. Sorular çalışmadığımız yerlerden geldi. Zaten şansına bu kadar güvenmek bütün bu olanlara rağmen hayatındaki, biraz da ahmâklıktı be’olm.

*Şansını fazla zorladın, ben de insanım sonuçtaaaağğğğ.

*Burada “ben de delirebilirdim” diyor ya, sonra Candan’ın hemen “gözün aydın, ben de delirdim bak en sonunda” lafı geliyor kulağıma, peşisıra. Niye bilmem.

*Aybüke Yalçın ve Necmettin Yılmaz’ı katledenlere hümanist yaklaşamam. Aybüke için bir senedir üzülüyorum. Necmettinciğim arada kaynıyor sanırım. Buraya yazdım unutmamak için. Daha doğrusu notlarımda vardı ve buraya geçirdim. Aybüke’yi unutma diyorum kendime sürekli. Ne devlet ama, öğretmenlerini bile koruyamıyor.

*Diğer not:

“Gerçeğin yüzü buruşturması.”

Bunu o deli hocamın derslerinden birinde yazmıştım gibi hatırlıyorum.
Hangi psikanalist demiş, onu araştırmak için. Ama internete yazınca bir şey elde edemedim. Üzerinde Adorno’dan bir alıntı var, ama bu lafı Adorno’nun edeceğini sanmam; hem Adorno psikanalist de değil. Neyse.

*Birine de saçma sapan “Erotizm” yazmışım, sağ alt çaprazına da “Fuşya” kelimesi, mini-mini. Ne demek ulan bu!

*Başkası: “Şüphe duymadan inanmak putperestliktir.”

*Artık bunları ne yapacaksam… Yaşlı zümreden topladıklarım, kafada yaşlı birini yazma da var demek:

“Ayı idi, uyu idi, erim idi ya,
Çalı idi, çırpı idi, evim idi ya!”

“Tuttuğumu koparırdım eskiden, şimdi tutamıyorum bile!”

“Gönül dost ister, kahve bahane!”

*Hep ünlemli cümleler.

*Mor dükkanında Mustafa abiyi gördüm, bıyık altından beni görünce gülümserdi. Ben migros ineğine sarılırdım, sıcakta da olsa sarılmaktan hiç sıkılmazdı. Göbeğini kavrayamayacak, boynuna erişemeyecek kadar küçük olduğum zamanlardı. Girişte her daim beni beklerdi. Milkacığım.

*Bu biraz kendime yazdığım geçiş yazısı gibi oldu. Bir sonraki yazıda Leylâ Erbil ağırlıklı edebiyattan bahsetmeyi umuyorum. Ancak takipçiler bilir ki, hep böyle şeyleri umar bu Martin, ama bahsetmez kimi zaman.

, ,

14 responses to “Notlar, Şarkılar, Arkadaşlar – Kısa Kısa #23”

  1. Adsız Avatar
    Adsız

    Maaşlı işler için tek düşündüğüm şey iş güzel bir şey olsa, insana yarayan ya da geliştiren muhtemelen para vermezlerdi, bir de üstüne para alırlardı.

    Çokeşlilik, benim hayat boyu deneyimleyeceğimi sanmadığım bir ilişki yaşama şekli gibi geliyor. Ama bu sadakat ile mi ilgili yoksa genlerime mi iliştirilmiş bilmiyorum. Yaşanmasında problem görmüyorum ancak Türkiye'de çokeşlilik oldukça tuhaf. Sanki sadece erkeklere lütfedilmiş, ya da sabit bir şekli varmış gibi davranılıyor. Tamamen içgüdüsel olabilir, üreme oranını maksimumda tutmanın içgüdüselleşmiş hali. Ama yukarıda bahsettiğini okuduğum anda olaya daha duygusal ve duyarlı baktığını gördüm. Mesele çokeşli yaşamaktan başka bir şey. Diyecek çok şey varken hiçbir şey diyemedim. Tıkandım!

    Aldığın notlardan ya da bıraktığın da denilebilir, hakikaten oldukça güzel şeyler var, bana hep yazıldığı anları yaşattı okurken, buradakiler kadar nefis, bir ara yazdığın anları anlatan bir yazı yazabilirsin, keyifli olur okuması.

  2. buster Avatar

    Hahahah, genelde bu eğitimlerin filan paralı olması gibi, hayır bir şey de olamıyor insan. Tiyatro eğitimi alıyor sözgelimi, sonra oyuncu olsa dahi para alamıyor ama eğitimini alırken para veriyor. Hayat böyle galiba. Eğitim işine girmekte yarar var =PÇokeşlilik ve bir de bunlar "açık" olacakmış, yani bir de haberleri olacak, aldatma filan olmuyor o şekilde flskdjnfs. Neyse, bıktırdılar beni bu şekilde konuşarak, bık-tır-dı-lar. Meselenin özü insanların doyumsuz olması, hep "daha"sını istiyorlar ve de arıyorlar. Çünkü ölümlüler ve korkuyorlar. Bu yani. Artık kadın da en az erkek kadar özgür olduğu için bu gibi ve daha birçok "özgür" ve de "özgün" fikirlerle dolacağız. Bunu cinsiyetçilik anlamında söylemiyorum bu arada yukarıdakiler gibi yanlış anlaşılma olmasın, her iki tarafın da verilen özgürlükleri babalarının hayrına kullanamayacaklarından söz ediyorum. Hayır yani o halde "hakikaten" merak ediyorum, neden evlendiniz sorabilir miyim diyorum kendi kendime? Neden yani, abi bıraksaydınız oluruna, canınız mı sıkıldı, bir renk mi katalım dediniz, ekonomik bir durum mu vardı. Evlenme ya, ya da boşan karşılıklı anlaşarak çok eşli olacağına, anlaşmalı boşan bitsin. ya da boşan ve "-mış gibi yap" ya da evlenme ve "-mış gibi yap", anlatabiliyor muyum? Ne gereği var bu kadar tantananın. Aman bana ne ya.Bunu not aldım =P Yani, daha neyi neden aldığımı unutuyorum ama bu sefer neyi neden aldığımı yazacağım. Alacağımız notu unutmasak bari. Neyse.

  3. drifter Avatar

    Lacan demiş
    "Grimace of the real"
    Gerçekliği tanımlarken ama sonra Zizek ters çevirmiş;
    Real is a grimace of the reality demiş.
    -imaginary, symbolic tartışması…

  4. buster Avatar

    Hahahahkjdhasjkhakjfhsj ya çıldırıyorum şu anda, Zizekçiğim gene karşıma çıkmış, zaten bizim hocadan bu ikisinden başka bir şey beklenmezdi. Şimdi hatırlıyorum (ya da hatırladığımı sanıyorum) bu iki tanımdan da söz etmiştik. Çoooooook teşekkür ediyorum, acayip mutlu oldum ya o kadar beklemiyordum ki yani bunun hakkında bir yorum hahaha.
    Sen şeyi biliyor musun, o geliyor hep Lacan&Zizek olayı karşıma çıktığında, bir keps var ve işte, şu anda bulamayacağım. Kısaca şöyle: Zizek said Lacan is saying bla bla bir şeyler. Sonra karşısındaki "Zizek is not Lacan" diyor sonra ve aniden suratına bir tokat indiriyor birinci konuşmacı ve "Zizek IS Lacan" ekliyor, yani adeta müthişlik.

  5. drifter Avatar

    Rica ederim; gerçi söylemin şiirselliğine takılıp notu alırken bozmamış olsaydın – ‘Gerçeğin yüz buruşturması’ diye düzeltelim bu arada- tartışmayı hatırlaman daha kolay olurdu :b

    Yok o müthişlikten haberim yoktu.

    Sollers-kristeva evliliği konusunda bir iki bişey söyleyesim var. (şerrinden korkmuyor da değilim.)

    Sevgili adsız'ın yorumunda tıkandığı yeri zorlamak baabında…
    "Mesele çokeşli yaşamaktan başka bir şey. Diyecek çok şey varken hiçbir şey diyemedim. Tıkandım!"

    süper ifade etmiş!

    her ikinizin yorumlardaki (seninki biraz giderli tabi) karşı duruş dayanaklarınıza katılıyor olsam da… da sı var işte.

  6. buster Avatar

    Bu blogger'da bir sorun var sanırım, ben de iki kere cevap yazınca gidiyor filan. Yorum bu kadar mıydı, yani da'sını yazacak mıydın yoksa niye şerrimden korkasın yani. AAAAAAAAAAAAA…. BEN O KADAR DA ŞEY BİR İNSAN MIYIM ldkamflks neyse, yani o kadar da şerrim yok. Bu arada mesele çokeşlilik değil, evlenip çokeşli olma ve bunu saklamama, burada evliliğin amacı ne diyorum ben de yanlış anlaşılma olmasın. Yani bu iş pekala evlenmeden de yapılabilir. bir tane gözden olur yani, ötekilerle de arada görüşürsün bitti gitti. Siz ikiniz ne demek istediniz tam anlayamadım. Türkiye'deki cinsiyet sorunu mu konu? Ya da erkekler yapınca olağan kadınlar işin içine girince mi bu sorun oldu diyorsunuz bana? Tam anlayamadım ama iki erkek arasında da olsa ya da iki kadın tepkim aynı olurdu. Evlilerse yani. Meseleyi gene anlatamadım sanırım, ya da öyle sanmaya başladım.

    İlk paragraf için benim hayatım gerçekten böyle geçiyor ya hahahaha, resmen gerçeğin yüzü buruşturması o kadar kulağıma gitmiş ki (eee hoşuma gitmemiş belli ki, şiirselliği dediğin gibi kulağımı okşamış) doğru arama da yapamamışım ya da aslında arama yapmamışım. Çünkü zaten bulmak istememişim, bazen bu gibi durumlarda sırf şu gibi muhabbetler için bile -bilebile- bulmadığımı da düşünmüyor değilim.

    Selammelam.

  7. drifter Avatar

    Latife ettim.
    Yazarken bazen turboya takıyorsun; düşünce hızını da solluyor çağrışım hızında yazıyorsun. (İmrenilesi…) sonra huysuzlanıp atarlanıyorsun bazen, okuması daha da zevkli oluyor. hahahaha!!!

    Yok, zaten evlilik kısmı tartışma konusu… yoksa hiç evlenmesinler veya evlenmişlerse boşansınlar deyince ortada bir tartışma kalmıyor zaten.

    Ama burada evlilik kavramının içini doldurmak lazım. Yani evlilik kimine göre sadakat yemini, kimine göre basit bir hukuki sözleşme, boşanma da sözleşmenin karşılıklı feshi; bazısı çocuk için evleniyor ya da evli kalıyor, bazısı ekonomik sebeplerle, bazısı boşanayım diyo adam çekiyo vuruyo vs. vs. Bunlardan bahsetmiyoruz zaten. Daha idealize edilmiş bir evlilik kavramından bahsediyoruz.

    Ortak bir hayat tasarlayarak birbirini eş olarak seçmiş ; fiziksel olduğu kadar manevi olarak da birbirini tatmin ettiklerini düşünen iki insanın neden açık ilişki yaşama opsiyonunu değerlendirmek istediklerini tartışıyoruz sanki. Yani en azından Kristeva ve Sollers onu tartışıyorlar. Hani arkadaşın okumuş ya bir sanat eseri olarak evlilik kitabını.

    Adsız’a katılıyorum: Türkiye’de zor. Yine katılıyorum kadın için sıkar!!! Sana yüzde yüz katılıyorum çocuk saçma sapan bişey olur. Arkadaşına da bol şans diliyorum. Bunlar parantez içi.

    Pratiğe dökülebilirliğine inancım pek olmasa da (neticede Sollers olsan Kristeva’yı nerden bulcan; Kristeva olsan Sollers’i nerden bulcan;) bu teoride insanı cezbeden/sorgulatan birkaç bişey de yok değil.

    Özellikle hemen hemen her ilişki içinde, aşk ve arzu; kendin ve öteki; ihanet ve vicdan; özgürlük ve sadakat kavramlarının çelişkisinde debelenen insan mevzu bahis olduğunda, nasıl bir sanat eseriymiş bu insan doğasına düpedüz aykırı olan evlilik diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

    Sollers’in aşk tanımını ele alalım. L’amour de l’autre. Yani “aşk ötekini/başka olanı sevmek”. Yani ötekini bulup kendimizle tamamlıyoruz. Eşleşiyoruz. Burada ‘intimacy’ giriyor işin içine. İlişkinin ilk çelişkisi. Hem fiziksel hem duygusal olarak yakınlaştıkça; ötekilik kavramı zedeleniyor. Oysa aşk açısından bizi tatmin eden ötekine dokunmak, öteki tarafından dokunulmak (hem fiziki hem manevi anlamda.) Hem eş kalmak isteyip hem öteki arayışında olmak çok sıkıntılı bir durum (üstelik sadece ahlaki açıdan değil) ama insan doğasına aykırı olduğunu düşünmüyorum.
    Neyse eş kalmak için evli olmak mı lazım; boşan toplum baskısından, ahlaki baskıdan, vicdan baskısından kurtul diyorsun. Ama zaten aralarındaki ilişkiyi bu açıklıkta, bu derinlikte irdeleyen iki insan yukarıda sıraladığım baskılardan muhaftırlar herhalde. Türkiye’de filan da yaşamıyorlardır. Biri kendini psikanalizm ve dilbilime; öbürü edebiyat sanat ve felsefeye adamıştır mesela. Sabah dışarı çıkıp bugün kimle yatsam diye düşündüklerini sanmıyorum.

    dedi drifter.

  8. buster Avatar

    Öncelikle kitabı ben de okudum, ikisini de ayrı ayrı çok severim; hatta evli olduklarını bilmezdim bile okumadan önce; her neyse, çoooooook da güzel yorum getirmişsin bunun için ayrıca teşekkürler. Şimdi kendimi açıklayayım önce:Ben kesinlikle Türkiye'de demedim, dünyada da bana göre imkânsız. Bu dediğin gibi -hatta benim de yazıda dediğim gibi- ne o arkadaş Kristeva ne sevgilisi (ki fevkalade değil, asla değil, namütenahi değil) Sollers. Bunda zaten anlaştık. Bunu deneyenleri de ben konu etmedim yalnız, dediğim gibi biz şimdi bunu tamamlama&tamamlanma mevzusundan konuşuyoruz ya, ben çocuk için söyledim, daha işleri azıcık ters gitse ağlayan veya biraz patronla atışsak tası tarağı bırakıp başka yerlere göç etme planları kuran kişiler olarak nasıl bir çocuk yetiştirme ve o çocuğun anne ile ya da baba ile "tamamlanma&tamamlama" duygusunu neden birçok kişi ile yaşamasın demek istedim, niye çocuğa bir anne ve bir baba yani onlara bir eş değilken? Belki de bu daha yararlı, ve ebeveynliği "sanat" haline getirecek şey bu?Çoook ince bir düzenekte yaşıyoruz. "Pamuk ipliğine bağlı olmak" bence dünyanın hiçbir döneminde şu zamanda olduğu kadar yerinde kullanılmamıştı; ve dahası her geçen senede de bu cümleyi tekrar edebiliriz, edeceğiz dahası. Bu, son kullanma tarihi hiçbir zaman bitmeyecek cümlelerden. Her sene kendini yenileyen, bir sonraki seneye dek geçerli; hatta, bir sonraki sene geldiğinde ondan bir sonraki seneyi gösteriyor olacak bir düzen de diyebiliriz =PZaten evliliğin bu şekilde "sanat" olmasına da ayrıca takıldım, takılmıştım. Daha demin çıtlattım. Neyse orasına girmeyeyim.İşte ben de tam da onu diyorum. Yani şu dediğini: "Ama zaten aralarındaki ilişkiyi bu açıklıkta, bu derinlikte irdeleyen iki insan yukarıda sıraladığım baskılardan muhaftırlar herhalde."Diyorum ki, madem o kadar muafsın, ve o kadar marjinalsin, veya inanılmaz fikirlerin var, özgürlükçüsün vs vs ne koyarsan koy oraya. Madem ki her şey böyle, sırf sanat haline getireceğim diye "evlenmek" neyin nesi oluyor yahu ya da sırf bunun için sürdürmek? Sözgelimi bir eviniz var, ben bu evi başkasıyla da paylaşmak istiyorum dediğinde eş olan; buna da mı saygı duymak mesela, ya da bunun sınırı ne? Bir sınır yoksa neden evlilik gibi, devlet ve hukuk ve bilmem ne gruplarının istatistiği ve boyundurluğu altına neden giriyorsun? Madem öyle, daha güzeli diyorum, baştan evlenme yani. (Boşan varken o da vardı seçenekler arasında bu arada.) Gene evlenmiş gibi yap. Öyle takıl. (Bu lafa da gıcığım: "Takıl".) Bazen diyorum ya ben çok yobazım, çok açık görüşlü değilim, onca okumalarım bilmemnebilmemne boşunaymış ya da…Neyse işte, aman hahahaha

  9. drifter Avatar

    Paragraf paragraf gidiyorum.
    – Ben kitabı okumadım. Varlığından haberim var tabi, kitaba ilişkin birkaç yazı da okumuştum. Ki ikisini de ayrı ayrı ben de severim, okurum; hatta belki Sollers’i biraz daha fazla… Az çok ne yazmış olabileceklerini tahmin ederek ahkam kestim.

    – Türkiye’de diyen Adsız. Ona katıldım ben.

    – Çocuk mevzuunda yazdıklarını da tam anlamamışım şimdi fark ediyorum. Yok! Aklıma hiç yatmıyor o dediğin. Ama bilemiyorum yani komünde yetişen çocuklara bakmak lazım. Yine de bana tamamlanmaz dağılırmış gibi geliyor.

    -Pamuk ipliği konusunda bağlam dışı kaldım.

    -Evliliğin sanat olması konusunu Kristeva açıklıyor: bir sanat eseri yaratmak zaman ve sabır gerektirir. Bir de farklı açılardan deneyimleme isteği…
    Müzikten yola çıkıyor. Farklı sesleri ve enstrümanları bir armonide birleştiren müzisyen gibi diyor… Müzisyen her sesin, her enstrümanın sınırlarını, diğer sesler ve enstrümanlarla uyum içinde tınlaması için bilmek ve duymak durumunda.

    -Aynı zamanda sınır ne olacak soruna da biraz cevap. Bence her ilişkinin dinamiği farklıdır. Sınırlar zamanla kalınlaşır veya incelir. İş o noktaya gelinceye kadar ohooo…

    – “devlet ve hukuk ve bilmem ne gruplarının istatistiği ve boyunduruğu” kısmına katılıyorum.

    – Seninkisi yobazlıktan değil de nikah memurluğu müessesesine kıllıktanmış gibi geldi şimdi bana.

    şaka bir yana kitap hakkaten okunası mı deli saçması mı onu söyle.

  10. Adsız Avatar
    Adsız

    Çokeşli yaşamı şu konuda destekliyorum aslında, bir insan sana yetmeyebilir. Seks yapmayı istediğim adamla sabah kahvaltı yapmak istemiyorumdur ve bunları tamamen bana verecek biriyle karşılaşmamışımdır. Eğer sen günlük hayatının ya da işte hayatının her anında tamamlanmak istiyorsan gayet normal bir şey bu. Böyle şeyleri nedense anlıyorum ama bazen de sorguluyorum birlikteliklerimi. Neden sadece bu adam şu an, başkaları değil dediğim vakit başka şeylere cesaret edemediğim için çokeşli yaşayamayacağımı anlıyorum. Belki çok öğrenilmiş bir şey, ya da karşımdakine duyduğum saygı ağır basıyordur ya da kendini başkaları ile paylaşmasının verdiği delirtici his önüne geçiyordur ama eminim sadece ben böyle düşünmüyorumdur, birini fiziksel olarak arzulamanın sınırı yok. Evli olup çokeşli yaşayıp çocuk yapmak, bunun üzerine düşündüm. Evlilik kavramının "reciprocity" üzerine kurulması ve tamamen toplumsal boyutta bir kurum olması, hukuki bir tanınırlık vermesi, sosyal hakları olması vs. gibi bir sürü sebep sayılabilir neden evleniliyorlar düşüncesine. Çok kişisel bir şey aslında bunu isteyen çift için ve çocuk sağlıklı bir ortamda büyüyebilecekse çok saygı duyulası bir yaşam şekli. Biz bence çok anlam yüklüyoruz bazı kavramlara ve yüklediğimiz anlamlar bizimle birlikte değiştiği için bir karmaşa hali oluyor. Aşk, evlilik, eş, dost toplumsal olduğu kadar öznel, bize ait şeyler. Sen yaşamadan sınırını bilemezsin ama eminim yaşanılan süreçte bu ilişki türünün sınırları yaşayanlar tarafından çizilir, ve zarar verici boyutta sonuçları var ise şekil değiştirir. Burada toplumun, toplu yaşamanın sınırlayıcı etkisi devreye girecektir. İlerde hayatlarına tanık olursan ilişkilerinin ne şekilde devam ettiğinden bahset bize de.

  11. buster Avatar

    Hahahah, hayatlarına tanık olacağımı sanmıyorum dediğim gibi öyle olgun insanlar değiller. Sadece kaybetme korkusu güttüklerinden, eşinden de ayrılamayan ama başka kolları da seven insanlar. Oysa çokeşililiğin temelinde korku olmaması lazım tekeşililikte olduğu gibi ama onda da var, hemen her zerrecikte olduğu gibi korku, her yerde.Başa dönecek olursak tam da onu diyorum. Yetmemesini zaten anlıyorum, bu işi günümüzde -hadi diyelim 60 sene önce olması gerekendi- evlilikle taçlandırmaya artık gerek yok. En az bizim bu kurumu abarttığı kadar, bu insanlar da abartıyor ki, evlenmişler ama çokeşliler diyorum. ve sorduğum soruyu yineliyorum, neden çokeşlilik konusunda bunca açık fikirliyken, çok ebeveynlilik konusunda kapalıyız? Biraz da annesinin seks yapmayı sevdiği babalık yapsın, biraz da kahvaltı yapmak istediği, ne olacak yani, öyle değil mi?

  12. buster Avatar

    Hahahaha her neyse cidden, bir önceki yorumda da gene anlattım düşüncelerimi, herkesinki kendine =P Kitap güzel, yani güzel değil de farklı en azından, ama alıp bir daha bir daha okuyacak, ya da inanılmaz dersler çıkarıp kendi hayatıma uygulayacak kadar da içselleştirmedim. Ya da en azından sadece metin odaklı bakarsam da vasat metinler diyebillirim. Ama dediğim gibi siz ikiniz de farklı bakıyorsunuz, belki inanılmaz sevip etkilenebilirsiniz, belki benim de kodlarda sorun vardır olabilir yani fldskflsd.

    Temelde Sollers ve Kristeva evlilik hakkındaki düşüncelerini ve nasıl bu kadar sene ayrılmadan -herkes patır patır ayrılırken- devam ettirdiklerini anlatıyor, Kristeva psikolojik Sollerscığım ise biraz sanatlı ifadelerle betimliyor evliliklerini.

    Beni tatmin etmedi dediğim gibi, daha başka taktikler de duymak isterdim ama temelde bu "tamamlanma" ve "iki bireyin de özgürlüğü ve evlilikle özgürleşmesi" üzerine söyleşilerden meydana geliyor.

  13. drifter Avatar

    Şöyle çok yüzeysel google’a sordum; araştırma yapmışlar. Psychology Today’de bir doktora tezi var. “children in polyamorous families” diye . (Bu arada bak bu ilginç ; polygamy ile polyamory kavramlarını ayrı tutuyor!!!)
    haklı olabilirsin ; bir tek 0-8 yaş arasında dikkat dağınıklığı/bozukluğu gözleniyormuş; bir de 13-17 yaş aralığında cinsel eğilimler konusunda bilinçli yaklaşmak gerekiyormuş. Bu dönemleri atlattın mı gerisi hep avantaj diyor. Ekstra mutlu bir birey olması muhtemelmiş.
    Ben yine dediğimi diyeceğim çocuğum olduğundan değil de, iki gün büyük anne büyük babaya bırakıyorsun huyu değişiyor derler ya. O şekil sağlıklı birey yetiştirmek çoook bilinç çoook uğraş ister yani.

  14. buster Avatar

    Psikanalistler yaptığı araştırmalarla beni hiç mi hiç üzmüyorlar ya, adeta onların analizini de ben yaptım yani, sürekli yeni bir şey, ve hiç de kötü çıkmayan sonuçları ile hahahaha.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »