Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Mızlı ile 17 Yaşında Olmak

Uzun bir aradan sonra merhaba. Aslında bizim standartlarımızda çok da uzun sayılmaz sevgili blogçum, 2 ay nedir ki hem? (Hem de ne demekse, neyse.) Gerçi ben böyle planlamamıştım bu süreci, bana oldukça uzun gelen bir temmuz ayını da geride bırakmışken üstelik, ama hayat işte, çok sevdiğim klişe sözle bazen de böyle. Rick and Morty’nin son sezonundaki osuruk ve bok muhabbetinden sıkılıp buraya geldim. O kadar sinirlendim ki puanlarını 9’dan 7’ye çektim, sanki benim 7 yapmam kimsenin umurundaymış gibi. Ama içim azıcık da olsa rahatladı. Her neyse, ne diyordum plan bu değildi. Yani zaten kim izlediği bir diziye sinirlenip yazmayı planlar ki… Plan, bu zamana kadar gezdiğim müzelerde büyüsüne fazla kapılsam da not almayı ihmal etmediğim, ve aldığım notlardan kalan (çünkü telefonlar değişti ve bazıları uçtu gitti) pek de bilinmeyen ya da değeri çok verilmemiş resimleri yine bir top 20 klişesi ile sıralamaktı evvela. Yapamadım. Birkaç sene önce olduğu gibi Eylül’ü beklemeye koyuldum. E diyeceksiniz neden temmuz küçük de eylül büyük, aslında bundan da emin değilim, öyle denk geldi diyelim.

Hiç tanımadığım ve bazılarını da tanıdığım insanlarla tek iletişime geçebileceğim yer burası. Bunun tercihini çok önceden yaptım ve çok da pişman değilim. Belki daha çok ve daha güzel insan tanıyabilirdim, ama yine daha kötülerinden de kendimi korudum. Hayata karşı takındığım tavırlar sadece bununla kalmıyordu elbette. Sözgelimi 2014’e dek dizi izlememiştim, bunu izlemediğim filmlere bir saygısızlık addediyordum. Ki aslında hâlâ öyle. Zannediyorum 2015 belki 2016’ya dek de “dram” dediğimiz türden de kaçınmıştım. Gel gör ki daha dün gibi gelmesine rağmen 5 sene geçmiş ve beş yıl önce sorsanız hiç ihtimal vermeyeceğim şekilde ben bu işlerden anlayan bir insana dönüşmüş durumdayım. Bunu kendime neden yaptım bilmiyorum. Dizi izlemek gerçekten insanı salaklaştırıcı bir eylem çünkü. Özellikle sezon bitene kadar izleme ya da bunu görev bilme takıntınız varsa. Ancak, benim bütün işlerim görev bilme ile ilintili zaten, belki de sorunum bu… Yine başka bir sözgelimi, müthiş edebiyat bilgimden değil de sadece ırgatları olabileceğim ve pandemi dolayısı ile biraz nakte sıkıştığımdan hayli tanınmış bir yayınevinden yüksek ihtimal çok satacak bir romanı yayına hazırlamam için teklif aldım. 15 gün sürem vardı. Ve bu 15 gün, bilmemkaçkere manyak ve biraz sapıkça çalıştım. Kendi yaptığım çevirilerde bile bu özeni göstermiyordum çünkü her zaman bir editör vardır suçlanacak ama bu sefer dediler ki, Martinciğim, her şeyini sen hazırla. Eh pekâlâ, dedim, severim böyle işleri. Yapayım. Hem para da veriyorsunuz. Yani neredeyse bedavaya bile seve seve yapabileceğim bir iş için para verilmesi gayet hoştur sevgili okurlar. Ama para verilince artık hoşlanmazsınız işten, ki dilemması da budur. Ve işte bu görev bilinci içinde çevirmeni de rezil olmaktan kurtardım, romanı da gayet tatlı bir vaziyete getirip teslim ettim. Çok satan romandan aklımda pek bir şey kalmadı, sanırım bu tarzın sorunu da bu. Ama yine de bittiğinde insana kendini iyi hissettiriyor. Gerçi hâlâ ikincisini yollamadılar ama olsun. İyi iş çıkardığımı düşünüyorum.

Neyse, bu teknoloji dünyası, insanların sürekli bir şeyler hakkında konuşmaları ve kendimde ayırdına vardığım bu sürekli dizi izler hâl midemi bulandıracak vaziyete gelmişti. Neden o hâlde daha bugün bu yazıyı yazmadan evvel dizi izliyordun diye sakın sorma sevgili okurum, ben çelişkiler insanıyım biraz da.

Bayramdan önceki bir gün, Kore müziği ile kafayı bozmamış 17
yaşındaki öğrencim, pembe farlarına ve çok güzel bal rengi gözlerine rağmen nitelikli okuduğunu ispat edercesine çantasından çıkardığı Hasan Âli Yücel serilerini bana gösterdi, onları cici cici sevdi. Daha sonra okusa daha bir
anlam kazanacak kitaplarını tanıttı, ben de ilk defa duyuyormuş gibi kendisini dinledim, pembe farlarının üzerinde simler olduğunu da fark ettim. Legally Blonde’daki Reese gibi bir hâli vardı. Gözlerimin içine uzun süre bakamıyordu ama ben ben ona bakmazken gözünü benden alamadığının da farkındaydım. Pek de şaşırtıcı olmayan bir istekle tutuşarak 17 yaşımdaki halime dönmeyi arzuladım. Bayramda kendime çok güzel şeyler okumak için sözler verdim ve önceden aldığım 5 kitabı 5 güne yaydım, bitirdim. Yine içlerinden birkaçı pek de harika değildi ya, olsun. Sonra kendimle “iyi şeyler” okumanın her dönem değiştiğine dair bahislere girdim. Sözgelimi yeni başlayan biri bol bol kötü kitap okumalıdır, dedim. Pat diye al bu Zebercet, bil bakalım bıyığı var mıymış yok muymuş diyemezsin ki, dedim. Ona doğru evvela kendi gelmelidir okur, dedim. Başkalarının yardımıyla değil, belki kitapların diye ekledim. Büyük büyük laflar edip, okuma mefhumunu kendi -eğer istiyorsa- bulmalıdır okur, dedim.

Ne diyorduk… Evet bayram ve okumaları. Son kitabı aldım elime, son gün. Bir Calvino. Okumaya başladım. Sürekli düşünsel bir âlemde yaşadığım için bu kitabı ilk kimde gördüğümü hatırlamaya çalıştım. 10 yıldan belki de daha fazla geriye gitmem gerekti ve Merve Mızlı’nın ismi hatrıma düştü. Ben liseden yeni mezun olmuştum, Mızlı reşit miydi hatırlamıyorum. Bal renkli kız gibi daha 17’ydi belki de. Doğum gününde bir kitap açacağı alacak kadar değer veriyordum kendisine. Eyfel kuleli bir şeydi sanırım. Niyeyse Fransa ve yazma ve okuma hep, bilhassa o zamanlar, iç içeydi. Mızlı’yla tanıştığımda saçları uzundu, biraz saf ve biraz da kurnazdı. Gözleri yavru köpek gibi bakardı, şimdikilerin hınzır bakışlarına istese de sahip olamazdı. Olamayacağı için de onu daha çok severdiniz. Beni ona çeken şey dış görünüşü değildi, hokka bir burnu güzel bir yüzü vardı ama bunlar değildi kesinlikle. Mızlı’da olup belki 10 küsür senedir tek bir insanda dahi göremediğim bir şey var… Mızlı kalitenin ne olduğunu bilirdi. Keskin kulakları ile sürekli değişik müzikler ve gruplar dinler, günümüz edebiyatının kaliteli isimlerini takip eder, klasik olmuş ya da o izledikten sonra klasikleşecek bir tutam film demeti sunardı bana. Vintage şeyler giyer, yüksek bel pantolu ile gezerdi. Bazen internette tek bir kişinin bile paylaşmadığı fotoğrafları msn profil fotoğrafı yapardı. Şarkıdaki gibi daha sonra saçlarını kısacık kestiren bu 17 yaşında ve henüz reşit olmayan kızla yaşadığım bir seneye yakın süre içinde kendisinden çok şey öğrendim. Hani diyorum ya pembeli kız Hasan Âli Yücel serisi falan filan, Mızlı bunun beş katı filandı işte… Şaka değil. Şimdi anca anladığım Calvino’ları o dönem okur, bir yandan da mercan sahafın kurucusu benim en kötü öykülerime de tahammül eder, belki incitmemek adına hafifletici yorumlarda bulunurdu. Hâlbuki her yazarın ilk yazıları gibi boktan şeylerdi işte, arada pırıltılar bulundursa da o pırıltıları ortaya çıkaracak yetenek bende mevcut değildi.

Kitap avına çıkar, zaman zaman baskısı tükenmiş Plath güncelerini 6 liraya bulur, Cemal Süreya’dan Memo’ya imzalı ve iyi büyümeli kitapları birbirimize hediye ederdik. (Hmm, daha çok ben ederdim =P) İletişim Yayınlarının avlusundaki camda yansımamıza bakar, yakışıp yakışmadığımız gibi ergen sorunları dert edinirdik. O dönem yaşadığım en garip, tuvaleti dışarıda, bir göz evde yaptıklarımıza hâlâ akıl sır erdiremem. Evi görmeyenler -büyük ihtimal göremeyecekler çünkü istimlak ile yıkıldı- buna kesinlikle inanmazdı ama o koca kirişleri olan evin camında oturur, 37 ekran televizyonda bir şeyler izler ve şiirler okurken gerçekten tek hissettiğimiz, tek anımsadığım mutlu olduğumdu.

Aramızdaki aşk değildi, evet, ben belki bir çeşit hayranlık besliyordum kendisine. Ama hâlâ ergen olan çocukların yapacağı gibi o dönem için daha güzel bulduğum bir kız yüzünden bıraktım Mızlı’yı. Ya da kendisi hâlâ böyle olduğunu sanıyor olmalı. İşin aslı tabii ki bu değil, ama böyle diyebiliriz. Zannediyorum son buluşmamızda hatırlıyor musun eskiden yansımamıza bakardık demesi, ya da beni Bursa’da iken aradığında tüm o ansımalar bir hayalden ibaret kalacak diye ürkmesi onu bir şekilde bıraktığım düşüncesindendi. İşin aslı, Mızlı, tanımaktan, sahip olmaktan çok memnun olduğum bir arkadaşımdı. Fazlası değildi. Yalnızca bunu daha önce kestirmiştim. Bunalımlarımla daha fazla sıkmamak için de yollarımızı ayırmak durumunda kalmıştık. Belki de kendisinin kalitesi altında ezilmiş hissetmiştim ki, ondan sonra fevkalade sığ bir kız ile çıkmaya başlamıştım. Aşağılık kompleksinin baş gösterdiği ilk insan belki de Mızlı idi. Ya da belki de Mızlı o kadar güzeldi ki, onu hak etmiyordum ve çıkış yolu buydu, bilemiyorum.

Kendisine aldığım kırmızı balonları bir bir patlattım. Sinirden, artık neyine sinirlendiysem, bazı komikli videoları sildim, salak pırasa yiyen hallerimi de ama İş Bankası Yayınlarından çıkıp Lale Bahçesine yol aldığımız sırada üstümüzden geçen göçmen kuşları gördüğümüzde tuttuğum dilek hâlâ hatırımda.

, ,

3 responses to “Mızlı ile 17 Yaşında Olmak”

  1. Adsız Avatar
    Adsız

    Hep bir hayaldi, düzenli okuyorum buraları ama bir gün bir satırda da olsa geçecek miyim diye çok bekledim. hem bekledim hem üzüldüm, hem sen galiba üzgünsün diye üzüldüm, aşıksın diye, birilerini seviyorsun diye bazen hafiften(bazen çok) kıskandım, sürekli hissetmeye çalıştım… bekleyişimin asıl sebebi o günleri sadece ben mi hatırlıyorum, ya da ben mi sadece düşünüyorum, acaba bana kızgın mı, benim onu merak ettiğim gibi o beni neden merak etmiyor diye içlendim.

    Liseden mezun oldum, yanımdaydın, başkalarını sevdim hep yanımdaydın, üniversiteye gittim, başarısız oldum, korktum, çok sevdim, evler temizledim, kitaplar aldım, sokakları dolandım, içtim, sarhoş oldum, birilerini öptüm ama hep yanımdaydın. Benim ilk aşık olduğum sen, en iyi dostum sen, Şok markete beraber gittiğim, annenin tavuklu böreklerini beraber yediğim, sokağa saparken seni o pencerede görünce kalbim dışına çıkacak gibi olan sendin ve yanımdaydın.

    Bir süredir her akşam bisiklet sürmeye gidiyorum, genelde içki içen abiler, dayıların takıldığı bir yer ama sen görsen severdin kesin, incecik bir çıkıntı var kimse olmayınca denize kadar yürüyorum, hemen ayaklarımı çıkarıp sokuyorum, yanımda Rıza ile gidiyorum, tek başıma bazı şeyleri yapmayı sevemzdim halen öyleyim. iki hafta oluyor, ilk kez senden bahsettim Rıza'ya, ben çünkü ilk kez aşık olmuştum, aşktan konuştuk, şu anki gibi içim içime sığmadı.

    Benim ilk ve en kıymetli dostum beni hatırlıyor, hem de beni benim düşündüğüm gibi değil çok güzel hatırlıyor, Rıza'ya şunu dedim şu an hep hayatımda olsaydı bambaşka biri olabilirdim, şimdi de bambaşka biriyim.

    En çok da sen bana hediyeler alırdın, nasıl gururlanırdım, Can için bir şeyler vermek, paylaşmak zordur ama benimle paylaşıyor, bana kırmızı bebeklik atkısını bile verdi.

    Benim yıllar sonra içim rahatladı, ne zaman o sokaklardan geçsem aklıma hep bunlar gelirdi, ben kendimi suçlardım, benim yüzümden gitti, ben ona kötü davrandım, ama ben de büyüyordum ne yapabilirdim ki en sevdiğime sadece kendimi yansıtabilirdim. Şimdi biliyorum ki büyümek böyle bir şey, bana kattığın, yanımda olduğun, beni düşündüğün her zaman için sana minnettarım.

    Belki yazım kusurları, anlatım bozuklukları olabilir, okuduğumu bilmeni istedim sadece. Benim için hep çok kıymetliydin, yıllar içinde bu hiç değişmedi, sen benden bir parçaydın hep böyle hissettim…

  2. buster Avatar

    Vov, işte buna şaşırdım. Aslında şaşırdım mı çok? Bilemiyorum… Sonuçta belki de sevdiğin bir yazar olduğumdan okuyorsundur blogu ve görmüşsündür =P

    Şaka bir yana, duygulandım, hiç böyle düşündüğünü ben de bilmiyordum. Ki, bunları duymak için de yazmamıştım, gerçi bilmediğim bir şeyi duyacağımı nereden bilebilirdim ki? Yani derdim ki en fazla, yorum gelse de Mızlı'dan, belki daha mesafeli olurdu filan… Ancak, hep bir yerlerde hayaletimin de seninle olduğunu bilmeden yazmıştım yani. Aslında cevabı yayınlayacağımı bile düşünmezdim ta ki cevabı onaylayıp ne yazacağımı düşünene dek. Bahsettiğin yeri kesinlikle severdim, beni bu kadar yakından tanıyor olman da biraz korkutucu aslında hahahahah.

    Her ne yapıyorsan en iyisini yapmaya çalıştığından şüphe etmiyorum, kendine çok dikkat et Mızlı, görüşmek dileğiyle.

  3. […] Calvino isminin blog’da geçtiği ama pek de kendisi ile ilgili olmayan yazılar: 1, 2, 3, 4. (Bu son yazı aslında biraz da romantik ner’den baksan, denk geliş açısından yani […]

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »