Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Kısa Kısa – Özel Hayat Sürümü #24

* #Ben seni öyle sevdim, öyle sevdim… Ben seni öyle sevdim, böyle mi sevdim?#

* Çünkü birini resmeden o anı istemeden bozar, oyuncular her zaman bilinçdışında rol yapar-izleyici bunu bilir, fotoğraf için “an” çok çabuk, geçici. Edebiyat gerçekten o anı uzatan, eğip bükebilen, tam manası ile yansıtabilen, betimleyebilen tek dal. Biraz nesnellik ve elle tutulabilirlik arasak da bu… Beyhudedir. Resim, o çok güzel duran kadının öylece durma ihtimalinin kafada kaldığı kadarını yansıtır, arada tuvalete gider, günler geçer, yaşlanır, sizinle konuşur, büyü bozulur, tekrar döner, artık sevmeye ya da nefret etmeye başlar ve boyalar da ona dönmeye; oyuncunun o anı için 7-24 izlenmesi ve 7-24 izlendiğini unutması gerekir, sahtekârdır; kötüsü, temelde en sahte kimse o en iyidir; fotoğraf, makinesi gözünüzde ilerleyemeyeceğiniz için kaçabilir. Ama edebiyatta hemen kağıt-kaleme sarılmamanı gerektirecek bir dinginlik mevcuttur; hatırladıkça çoğalır, en o an hissettiğinde bırakabilirsin yazdığını. Bir de belki… Yeterince rakı içilen bir günde o zamana geri dönülebilir.

* Bunu ikinci söylediğim kişi hemen Orhan Veli’nin Sere Serpe’si gibi mi diyor? Hatta belki Orhan Veli referansını bile vermiyor biliyorumdur diye. Utanmadan bakıyorum internete şiiri hatırlamak için, eh, diyorum, belki de. Orhan Veli tarzı ile, bu kadar az cümlede belki anca bu anlatılırdı diyorum, şimdi ise bayılıyorum:

“Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!”

* Ben tam üstteki gibi bir anda Belgrad’dayken, senin üzerine yatabilir miyim, dedim. O da burnundan gülüp, Olur, dedi. Biraz zayıf biriydi, yeni spora başlamış, entarisi de üzerine çok yakışmıştı. Birkaç dakika geçti geçmedi, bütün ağırlığımı da vermemişken üzerine artık kalkayım dedim. Üzerine yatma nedenim bu anı unutmaya çalışmaktı belki, belki -kimselerin göreceği de yoktu ya- sere serpe hali kendime saklamak içindi, anımsayamıyorum.

* #Bu kızgın bu kalp kıran eller
Bir zaman bebektiler#

* İşte tam da burada Bilge Karasu’nun sık sık başvuracağımız Gece’sinde şöyle buyuruyor benim için, hiç de böyle şeyleri kendime bile itiraf edemem ya güzel yakalamış zayıf anımı Bilge:

“Ağrılar, acılar karşısında, herkes, herkesin, kendi gibi tepki göstermesini bekler; daha doğrusu kendi tepkisinden başka türlü bir tepki olabileceğini, gösterebileceğini değil usuna sığdırmak, o usun kıyıcığından bile geçirmez. Bunun içindir ki acılar, ağrılar, fiziksel öznelliklerinin ötesinde de paylaşılamaz.”

Acılar, acılardan bahsedemiyoruz bayım.
* Burası böyle: “Hani bakar dalarsın ya gurûba, bana da öyle bak kulun olayım.”
* Cem Karaca’nın kıyıda köşede kalmış şarkılarından Sakın Dönme’yi dinlerken (artık kendi bir olayı, kişiyi, psikozu, saplantıyı unutma evrelerinde dinlenmesi lazımdır el kişisinin, ama altında yatan anlamı bilince gene dinleyemez aynı el kişisi) videonun altında hemencecik Calvino soslu, Taksim Meydanlı, Ece Temelkuran yazısı beliriyor karşımda. Tesadüfleri seviyoruz.
* “Bütün söz vermelerin tarihçesi”

* Temizleniyorum. Evleri, kütüphaneleri, tuvaletleri temizledim. Attım, onca toplanmış eşyalar, kıyamadığım çocukluğum, hepsini. Yani neredeyse hepsini. Hiç ummadığım bir yerden iğrenç lisemden, bir kişi ile bile görüşmediğim lisemden arkadaşlar döküldü nedensizce önüme. Sayfaları karıştırıyorum; önce durumlarına acımak için okulun en güzel kızlarına ve şimdiki hallerine bakıyorum, sonra sinik tiplere, sonra hiç hatırlamadığım, güzel atıf yapmış olanlara, başlangıçlara, farelere, flamingolara… Derken kendime rastlıyorum, zamanında gene canımdan çok sevdiğim ama hiçbiri ile gene konuşmadığım takım arkadaşlarımla bile karşılaşıyoruz yolda, kendime ayrılan yerlere onları unutmamak için koymuşum. Tolga ile oyun oynuyoruz, ben uyuyorum, Batu zıplıyor, Air Çağlar… Onca arada kafama takılmış, kim neden beni sevmemiş… Engin çıkıyor aradan. Engin bana neler yazmış, Engin… Şişman Engin, son sene sıra arkadaşım Engin. Temizlerken çıkan Engin. Temiz Engin. Köşeye beni oturtmayan, zaten de oturmak istemediğim, ama sırf deli olsun diye olay yaptığım Engin. Bizim Frida’nın arkadaşı Engin? Bu da nesi, şimdiki hallerine baktığım Engin’in arkadaşları açık, niyeyse -belki ötekileri bulacağım diye aşağıya kaydırıyorum, aşağı, daha da aşağı- bizimki orada. İnanamıyorum. Onca şarkılar dinlerken? Frida’yı bırakıyorum evine, arabayla doğru Enginlere. Basketbolu sevdirmeye çalışıyorum yine, o da bana strateji oyunları nasıl oynanır öğretmeye çalışıyor; bazen de logaritma çözüyoruz. Ben hâlâ OBEB de OKEK de alamıyorum. Tesadüfleri seviyoruz.

* #Eyvah şiirler azalmış!#

* Bu aralar en çok Sertab’ın kanalında vakit geçiriyorum. Makyajsız manken izler gibi, kimi zaman gecelik, kimi zaman yırtık kotu ile tek gitara eşlik ettiği sesine bayılıyorum. Geçenlerde Aşk’ı da koydular, Vur Yüreğim için yeterince tekrar tuşuna basmıştık malum.

* Güzel yaşlanmak diye bir şey var kesinlikle.

* HADİ KALK BEBE!

* Bir kitap geçti elime, tam hediye etmelik. “Ağaç İşleri” (Orta Okullar İçin).

* Bir üsttekinden sanki hayatımın bir yerinde başka zamanda bahsetmiş gibi hissediyorum.

* Seversin-iz.

* Ben de böyle demişim herkes herkesle değil ama kimileri kimileri ile, aradan yıllar yıllar geçip hiç görüşmeseler hatta bırak görüşmeyi hiç konuşmasalar bile, bir şekilde bi’ yerlerde hat’ra düşmek üzere hayatımıza dahil olmuşlar sanırım. Belki de bir öykü başlangıcı olmalıydı, bakalım.

* Arkadaşım var, yaso, doktorasına ısrarla devam ediyor: İzmir’e dair dönüp bakınca hatırladığım nadir güzel şeylerden biri de kendisi. Bana diyor ki bir gün, gecenin on bir buçuğu:

“Onat Kutlar’ın bir öyküsü var: Kediler. Sen o öyküye benziyorsun.”

Mesela bir insan sadece bunun için bile sevilebilir. Hayır, Onat Kutlar ve öyküsünü cümle içinde kullandığı için değil, şöyle açıklayayım: Biz normal insanlar, bir karakteri bir filmdeki, romandaki, dizideki vs. birine benzetiriz. Ama romanın tamamını değil, ya da böyle bir şey yoktur yani benzetme klişesinde; belki binalar hariç ama… İşte gelmiş bana diyor ki dillidüdük, sen bu öyküsün. Sever misin yarına mı bırakırsın bilemiyorum. Öyle birisi. Umarım mutludur dediğim nadir insanlardan.

* Akabinde kedi görme hikâyemi anlatıyorum. Cinlerimi. Diyorum bunu da itiraf ettiğim beşinci kişi filansın, öyküden haberim olmadığı için gülme tutuyor yasoyu. Eh, okuyunca ben de gülüyorum hatta ilk paragrafından gülüyorum:

“Bir sürü ölmüş kedi ile bir arada yaşamayı seven o eski dostumu uzun uzun hatırlamakta ne yarar var.”

* Askerdeyken herkes öğrendi durumu, çünkü öyle bir telefon aldım ki ortasında güzün, her yer kedi doldu. Biraz krize girince de millete anlatmak durumunda kaldım mevzuyu. Hatta Buğra, ayrılırken yazdırdığım hatıra defterime kedi resmi çizdi, miyavlayan. (Umarım çocuğun sağlıklı doğmuştur canım Buğra.) Hâl böyle olunca koğuşta üzerine gidildi durumun, yan taraftan psikolog çocuk da geldi, bir de müthiş adamım avukat, durumun temeline inmeye çalıştık. Pek bir çözüm getirmeyen sorunlara daha çok sorular ekleyerek, daha az uyuyarak, cips yer gibi yaparak konuşmalarımızı kalan her gece boyunca sonlandırdık. Aşağıda sigaralar tellendirdik. Soğuğun dumanı sigaranın dumanına karıştı. Ben miyavladım: Madem bu kadar insan öğrendi, buradaki insanlar da öğrenebilir. İnsan, değişik bir canlı. Martin ise aslında kedi. Patisi var. Temizlik..

* Gece’de ne diyor:

“Kestirip atmak güç ya, kimi yazarın dilinde söyleyişin en incesini sözcüklerin birer ok gibi art arda fırlatılmasını sağlar; kimininkinde ise bir karasu gibi akış. Benim dilim çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmalı.”

* #Sensiz her şey anlamsız
Her şey basit, kolay, değersiz
Bir bilsen#

* Sezen Aksu, Onno Tunç ile ilişkilerini anlatırken şöyle demiş, dayak bu tür ilişkilerin kaderi kkkkkk:

“Her şeyin temelinde aşk ve tutkunun olduğuna inanıyorum. Yani, o zaman başka bir şey oluyor… Bizim aramızda da öyle bir şey vardı. Çok derin, çok duyarlı ve aynı zamanda çok şiddetli bir ilişki. Ha bire döverdim ben onu.”

* Ben üzerine çıkmadan önce entarili balina ile kiminle oturup bir şey yiyip içmeki konuşmak istersiniz ormanı oynuyoruz. Nuri Bilge Ceylan diyor. Salıyor. Ceylan benimle konuşuyor ara-sıra söyleşiyor:

“Neden sinema? Bunu tam olarak bilmiyorum. Belki roman yazma yeteneğim olsaydı tercih edebilirdim, yalnız üretme olanağı sağladığı için. Ama sinema benim için daha kolay geliyor. Fotoğraftan geldiğim için görsel dünyaya alışkındım. Ama edebiyatı çok severim. Belki sinemadan da çok severim. Bana her zaman, daha derine inmiş, inebilmiş bir sanat olarak görünmüştür. Daha uzun da bir geçmişi var. Sinemanın henüz tam olarak bir Dostoyevski çıkarabildiğini düşünmüyorum.”

Hemen de laf lafı açardı doğrusu, sonra şöyle diyor:

“Bunda kesinlikle bir formül yok. Ne yapacağımı kesinlikle ben de bilmiyorum. Her seferinde korkular, endişeler ve sezgilerle ne yapacağım şekilleniyor. Çok belirsiz yürüyor her şey. Öyle olması da hoşuma gidiyor. Yoksa çok canım sıkılır.”

* #Bir ağlarım bir gülerim,
sanma
senden vazgeçerim
alışamam inan
yokluğuna.#

* #Bir mısra gibi ağzınız
Dillenmemiş, dinlememiş bakire aşklarda#

* Benim öyküde, yani Kediler’de geçen bazı yerler şöyle:

“Şu anda bu şehirde kimse, kalabalık, gürültülü, fıkır fıkır bir caddenin hemen kıyısında, ona bunca yakın, bunca kolay, ama ondan bu kadar ayrı, sessiz, ölü bir havanın var olabileceğini düşünemezdi.”

“Bu nasıl oldu bilmiyorum. Ama galiba bir camın öbür yanına geçmek isteyen bir sineğin aslında camın öbür yanında olduğunu bilmemesi gibi bir şey.”

“Konuşması tutuk, belki biraz da kekemeydi. İçeriye yürüdüm. Oda kapısı aralıktı. İttim. Girdim. Bir an garipsediğim, sonra bütün ayrıntılarıyla hatırladığım sonra da alıştığım bir koku içimi dolduruverdi.”

“Siz onları seviyorsunuz!”

*Yeni yıl kartı: Yeni yılda çocuk ol! Göz hizanı indir, küçük şeylere sevin ve her şeyi ilk kez gör ve şaşır!

* Duygulara doğru isimleriyle hitap etmeyi öğreniyoruz.

* Galata’da öğle yemeği arasında gördüğü küçük cüzdanını anlatıyor bana, Anna’ya da alacakmış bir tane. Çok güzelmiş, gözleri varmış, oraya filtreleri koyacakmış, kağıdı koyma yeri ayrıymış, kadifesini elleyince insanın içi kımış kımış oluyormuş. Yaparmış eski kendi olsa… Markasını koparınca bana vermesini teklif ediyorum. Anlam veremiyor ama veriyor koparınca belki de günler günler, saklayıp saklayıp… Saklayayım diye alıyorum ben de, büyük saklama dosyasının içindeki yerini saklı alıyor marka. Tatlı da bir şey, temizliklerde atılamıyor.

* “Biraz gizemli, biraz şiirli bir şeyler göster insanlara; unuttukları, gömdükleri duyguları, duyarlıkları, içlilikleri biraz kışkırt; ne zamandır geride bıraktıklarına inandıkları birtakım çocukluk korkularını, kaygılarını, çekingenliklerini karıştırıp bulandır; ondan sonra da istediğini yaptır onlara. Açıkça görülecek tutarsızlıklar görülmez, ortaya çıkması istenmeyecek birtakım dolaplar, düzenler, hani biri görüverecek, söyleyecek olsa bile, iftira, karalama, çamur diye yadsınır.”

-Bilge Karasu.

* Hayran olduğunuz birini bulursanız evlenin. Hayranlık/hayret-sinizim/sıkıntının karşıtıdır. Ayrıca alçakgönüllülük ile de dirsek temasındadır. Bu türden bir alçakgönüllülük kibrin zıddı, itaat etmeden gelen yalancı versiyon da değildir, zihni zengin bir alçakgönüllülüktür ki bu aynı zamanda egoyu törpüler. Nitekim zariftir, zarafettir. Delicate’tir. Bunu ben demiyorum, Rollo May diyor, bana inanmazsınız şimdi. (Hey gidi koca hoca, seni de çok seviyor ve özlüyorum, geçen sene bu laflarına çok çok gülüyordum.) Yalnız uyarı şöyle: Hayranlık geçici olabilir.

* “Ya ölmem, ya kaçmam, ya da bambaşka biri olmam gerekecek; öylesine bambaşka biri ki, bunun güçlüğü karşısında kaçmak daha kolay görünüyor, hele ölmek, hepsinden kolay; kendimi öldürmek durumunda da kalsam…”-BK.

, , ,

7 responses to “Kısa Kısa – Özel Hayat Sürümü #24”

  1. drifter Avatar

    Sen hiç Alain Badiou okudun mu bilmiyorum ama onun 'On Beckett' diye bir kitabı var ve orada 3 şiirden bahseder. Şiirlerin birinin sonu şöyle:
    I lay down across her with my face in her breasts and my hand on her.
    we lay there without moving.
    but under us all moved.
    and moved us gently up and down
    and from side to side [pause]

    eğer daha önce okumamış-tıy-san, ki okumadığını düşünüyorum bu şimdi çok heyecan verici olmalı. ya da belki henüz değil ama bir sonraki kısmı… çünkü sonra sahnedeki diğerine/kadına çeviriyor kamerayı (aslında yine kendine) neyse şöyle diyor kadın:

    bak bana dedi!
    zamanında yetişemedim.
    bana bak demesiyle ona bakmam arasında bir an var.
    işte ne olduysa o anda oldu.
    o anda kaldı ve ben kaçırdım.

    Çok sad gibi ama aslında değil. Orada iki olmak essential. çünkü biri kaçırdığında öbürü tutuyor böylece 'Kaybolanlardan bazıları aslında kaybolmuyor.' (bunu da Jarmusch Porto'da söyletiyor karaktere.)

    Badiou ise o an için 'multiple of the absolute moment' diyor. çok hoş bir tanım.

    "…ki bu mutlak anın çokluğu ile aşk, kendi sonunu ifade ettiğinde dahi his aleminin sonsuzluğunu, uzamsızlığını ileri sürer."

  2. Adsız Avatar
    Adsız

    Gene saçma bir şey oldu ve adımla atamıyorum ama benim yani sevgili drifter ter ter ter.

    Dediğin kitabı evet okumadım ama Badiou sevdiğimiz birisidir; şiirleri de bilmiyordum. Öyleyse yazıyı biraz daha değiştirerek "yaşasın şiirler azalmamış!" =P

    Ve çok güzel yorum yani yorum. Bana mı veya ne üzerine yazıldı tam çıkaramıyorum -ki önemi de yok ama içten içe de merak ediyorum- çok güzel yani. Sonu da bilhassa. Resmen hemen kitaba sarılma ihtiyacı hissettiriyor.

    Teşekkürler!

    -Martin.

  3. drifter Avatar

    Ben de merak etmedim değil.
    Çünkü aslında Beckett'a politik görüşü çerçevesinden bakıyordu diye hatırlıyorum.

    Kitap elimde de değil şimdi muhtemelen istanbuldaki kitaplığımda kaldı, bu okumayı zizek,badiou vs okumalarıyla ilgili tuttuğum defterde buldum. Kitap öyle sarılınacak bi kitap mıydı emin değilim, sanki değildi..
    -yani benim için- bu bölümü not almışım tek. şiirli filan diye galiba
    LOVE & ITS NUMERICALITY, ONE TWO INFINITY (Bölümün ismine bak hizaya gel zaten)

    şunu da not almışım o kısımda
    …love as a matter of truth not of oppinion depends upon a pure event, an encounter whose strength radically exceeds both sentimentality and sexuality.

    son olarak da lyrical intensity yazıp daire içine almışım.

    Sereserpe’den sonraki paragrafı okuyunca direkt badiou'nun yorumladığı Beckett şiirini hatırladım ve beni bu nota götürdü.
    'yazar burada (buradaki yazar sen) kendince çelişkili bir evhamla üzerinden kalkıyor ve anı bozuyor; sonraki eylemi ise -saklamak için – tam da badiou'nun demeye yeltendiği multiple absolute moment'ın yaratılmasına vesile oluyor'
    (we lay there without moving but under us all moved gibi)

    diye çözümleyerek aaaa diyorum demek daha bir iki hafta önce seyerttiğim o filmdeki cümlenin de buraya bağlanası var.

    Kendimden korktum :p

  4. Adsız Avatar
    Adsız

    Hahahaha mükemmel ya, böyle kafaları pek seviyoruz :kalpkalp:

    Ve gene pek de düz yazmışım ama demek beğenmiş. yazmada bu 'oh iyi bari, biri beğendi' illeti çok acayip. Çok çabuk veya istediğin şekillerde tepki alamadığın için özellikle üzebiliyor bile yazani (gene de yazar demeyeyim kendime =p). Böylelerini çok seviyoruz biricik drifter, sağ ol

  5. drifter Avatar

    sen kendine ne istersen de tabi…
    biz de serendip yağmurlarını seviyoruz 🙂
    böylelikle okur'luğun keyfine varıyoruz. Onun için sen sağol ve de varol.

  6. […] giren Calvino isminin blog’da geçtiği ama pek de kendisi ile ilgili olmayan yazılar: 1, 2, 3, 4. (Bu son yazı aslında biraz da romantik ner’den baksan, denk geliş açısından yani […]

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »