Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Kısa Kısa Hanııııııııımmm

*Mesela bizim burda bir kedi var; gece ama her gece ağıt yakıyor. “Ama…” (blogun reklamını yapıyor beyler) nasıl anlatamam. Yemin ederim yüreğimi dağlıyor. Ağlayasın geliyor ister istemez. Zaten üzgünüm. Gelmeyin lan üstüme şglfgöhjşfgighkhj

*Bence mesela Türkçe iyi şarkı söyleyemeyen biri, hatta sesi kötü olan biri Hintçe, İtalyanca, Afrikanca acayip şarkı söyleyebilir. Çok iddialıyım bu konuda. Ya da Fransızca, ya da İngilizce. Bence kötü ses yok. Konuştuğun ülkenin sesine uymayan ses var. Ya da konuştuğun ülkenin müzik kültürüne uymayan ses. Ne bileyim öyle. Bunu fark ettik geçen, kendimle ben. Bunu daha önce yazmış mıydım?

*Her yazarın kendine has takıntıları oluyor ya da yönetmenlerin. Aha bak bunu o yazmış ya da bunu o çekmiş dedirten… Sanırım benimki de: “Dik yokuşun başındaki ev.” Evet bu. Geçen baktım her yazıda bir yokuş çıkıyoruz. Yokuş, “hayat” sanırım. Ağır ağır çıkıyoruz bu merdivenlerden…

*Daha benim annem zor bilgisayarı, interneti vs. kullanıyor. (Şimdi bak nereden nereye geleceğim.) Geçen gün gördüm en az 70 yaşında adam gitarı mükemmel çalıyor (süperyahşimükemmel antika da bir gitarı vardı) ve üstüne üstlük bunu “upload” ediyor youtube’a. Gelen yorumlara “İçelim bir gün senin bu yorumun şerefine,” filan diye cevaplar atıyor. Çok mükemmel değil mi sence de? Ne bileyim değişeme ayak uydurmuş eski insanlar. Süperler. Şu adamla sohbet etmek için ölürüm (gerçek anlam değil!) mesela. Böyle gençyaşlısı olunca çok seviniyorum. Mesela sen hocam (siz göremiyorsunuz ama olsun), asıl genç kızlara. Yemin ederim benim dönemimdeki bir sürü zırtapoza basarsın bu halinle…

*Ben kimseyi unutamam ama durduk yerde de hatırlamam. Görünce de ayrılamam.

*Bence ben hep hamile kadın tadında duygusal biriyim. Sürekli hamile düşünsenize. Onunla hayat ne zor olurdu…

*Küçük bir çocuk, veya çocuğun, öldüğünde onunla tekrar buluşabilmenin yolu cennette karşılaşma ihtimâlinizdir. Bu yüzden inanırsın. Ya da küçük bir çocuk, veya çocuğun, öldüğünde onu buncacık yaşında daha hiçbir şey görmeden alıkoyandan nefret edersin. Böyle bir düzen olamaz der, bir Allah varsa eğer bunu yapamaz der, bu suçsuzu beni cezalandırmak için kullanamaz dersin. Ve inanmazsın.

*İkisi de tuhaf bence. Benim çocuğum ölse hem inanırım hem de içten içe nefret ederim. Nereden girdiysek bu konuya… Eric’in başından çıkıyor hep bunlar.

*Şey geçen gün Orhan Veli şeysi yazdıydık ya… Şeyi unutmuşuz… Şey… Eee bak aşağıya, adı da gene muzip, muzır: Kuyruklu Şiir.

“Uyuşamayız, yollarımız ayrı; 
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi; 
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta; 
Benimki aslan ağzında; 
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik. 

Ama seninki de kolay değil, kardeşim; 
Kolay değil hani, 
Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.”

*Eskiden birkaç arkadaşım vardı. Onlardan mailler beklerdim, yorumlar… Onlarla konuşmak istedim ama her geçen gün onlar benden, ben onlardan uzaklaştım. Artık maskeli balodaki sahte yüzleri daha net seçebiliyorum. Hiçbiriniz iyi birer insan değilsiniz, belki de zaten değildiniz. …ki en kötüsü de bu ya.

*Şunu izleyin de nasıl oyuncu olunuyor görün. Ne Baba film be gfşldghöfşhfhf. Yayınlanmamış olması da enteresan, bunca zaman. Al Pacino ile Samuel Fuller oturmuşlarrrrr, deneme çekimi yapıyorlar, sigara içiyorlar, birbirleriyleeee gözleriyle konuşuyorlar, bıyık altı gülümsüyorlar (bu çok uzar)… Bunu gören buster aklından geçiriyor: “Benim de Sam gibi bir arkadaşım olsa, benim de bir cigaram, benim de elimde senaryom olsa” diyor, “Ben niye kimseyle bir şey yapamıyorum” diyor. “Anne beni neden zamanında bir oyunculuk okuluna göndermedin diyor, bizde niye o zamanlar para ve daha önemlisi akıl yoktu?” diyor…

, , , ,

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »