Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Kalemler ve Hûlyalar

Zannediyorum ikinci yılbaşı çekilişimdi.

Yeşilköy’de yeniydim. Değişik âdetleri vardı buranın, rastgele, yılbaşında çekiliş yapıyorlardı sözgelimi. Sürpriz olacak hesapta. Kimse kimseye kimin çıktığını söylemesin diyorlardı. İlkinde, bi’ kıza hatıra defteri almıştım. Romantikliğim batsın. Şişman Cüneyt bana akıl da vermişti aslında, Olm kızlara bebek alınır. Bebeği alsak 10 yaşına gelmiş kız, bebekle oynar mıydı ki, bilemedim. Bana alınsa sevinirdim ama kızlar çabuk büyüyordu, çabuk değişiyordu, çabuk her şeye adapte oluyordu. Anneme de okulda çekiliş oldu ve lanet bir kıza hediye almam lazım diyemedim. Neden diyemedim bilmiyorum. Neden kızı lanetledim bilemiyorum. Kontrolüm dışında gerçekleşen her şey lanet idi o zamanlar sanıyorum.

Yeşilköy yani bu, bir değişik yer, bana bile saçma gelmişti o zamanlar bu işler, annem zaten hep sinirliydi, hep bir alıp veremediği vardı şu dünyayla. Yürürken bile, hüzünlü bir agresiflik taşırdı üzerinde. Anlayamazdı şimdi diye düşündüm, hediye, çekiliş, Cansu filan. Çerçeve alırdı belki söyleseydim ve o zaman ölmek isterdim. Kesin. Volkan sözgelimi, bana bir masaoyunu yahut kutuoyunu dediğimiz şeyden almıştı, Action Man‘li Bil Bakalım Kim? tadında idi. Yani hediyeyi Şubat yahut Mart ayında filan vermişti ama olsun. Bir de benimkine bak, onca para ver, aldığın süslü püslü anahtarlı bir defter. Kız, yani bu hediyeyi aldığım kişi, yani işte Cansu, sessiz bir tipti. Biraz da fakirdi. Bir bebeğe acayip sevinirdi. Şişman haklıydı. Hediyeyi çok uzaktan verip hemen kaçmıştım. Yerin dibine çerçevesiz girmiştim. Seçimlerim berbattı, bu bir işaretti. Paketi açarken sırasında, yüzüne bakamamıştım. Dedim ya, fakir bir yüzü vardı Cansu’nun, sanki sevinmeyi bilmez, gülmek bir eğreti dururdu. Ama bir bebek alsaydım… Ama bir bebek alsaydım işler belki de farklı olurdu. Aksi, bu Cüneyt zirzopunun bebek aldığı kızla yan yana oturuyordu. Burçin’di sanırım ismi, pek sıradan bebeğini Cansucuğumun gözüne soka soka sevmişti.

*

2 sene sonra bir yılbaşı çekilişi daha yapıldı, yine bir kadın öğretmen sınıf hocamız olmuştu çünki. Kader işte. Bu defa ben Cansu’ya çıkmıştım. Tahtaya bile çıktık merasim sırasında ve öpüştük bile, yanaktan, hediyeyi aldım, küçük bir kutu. Dedim herhalde rövanşı aldı benden, kaşık filan aldı bana ya da çikolata, belki de babam için çakmak. Paket, açıldıkça daha da küçüldü hediye. Küçüldü, küçüldü, küçüldü… Piuvvv… Lacivert bir kalem. Dolma kalem. Yani rengi lacivert, yoksa mürekkebini ne doldurursan o yazar, bu öyle bir dolma kalem, yani herhangi bir dolma kalem gibi dolma kalem, dolma bir kalem. 12 yaşındaydım ve artık bebeklerle işim yoktu ama bu dolma kalem de neyin nesiydi yani. Ben sıra arkadaşıma forma almıştım, çakma idi ama, olsun yani, hak ettiğim bu muydu dedim bir süre. Belki de buydu. Hocamız sıraları tek tek gezdi gezdi, durdu. Sana ne alındı Martin? O kadar küçük ve sıradandı ki, fark edilmiyordu bile işte. Aa, dedi Gaye, ne güzel. Ne kadar ince, ne kadar düşünceli bir hediye almış arkadaşın, kılıçtan bile keskindir biliyorsun. Biliyorum? Doğrusu hayır. Hemen etkilendim ama tabii ki, Gaye öyle diyorsa bir bildiği vardır, hoca yani bir yerde, genç de olsa. Evet evet, çok özel, çok hakiki bir şeydi hediyem doğrusu. Kimilerine oyun cd’leri gelmiş, kimilerine kasetler ama vız gelir tırıs gider. Benimki kalemdi be kalem, kılıçtan bile keskin hem. Ne biçim de kalem hem de, dolma olandan, güzel yazı defterine yazılanlardan… Özel hissettirmişti bana kendimi Fakir Cansu. Pek da fakir değildi sanki öyle son zamanlarda, Yeşilköy’ün o iğrenç zenginliğe bürünmeye başlamış gibiydi biraz biraz. Belki ondandı bu harika düşünceli hediye, belki de benim hatıra defterine bir karşılık idi, belki defteri doldurmam için bana bu kalemi almıştı, büyük aşk hikâyemiz bu şekilde başlayacak, ben onun için tasolar kepecek, o bana çaydanlık setinden çaylar içirecekti yahut kayalıklarda öpüşecektik, vaktiydi. Dudaktan.

**

Cansu’dan beri birçok kalem hediye aldım. Cansu ile ikinci dönem hiç konuşmadık bile, ben, tam da bana yakışacak şekil ve hiç de şaşırtıcı olmayacak biçimde Gülsen’in hatıra defterine yazmaya karar vermiştim çünkü. Ve Sercan, anneğğanneğğ diye Alabora’da zırlayan Sercan, Gülsen’i benden çalma taktiklerine girişecekti. Oturdum ve Sercan için bir son yazdım kalemlerin biriyle. Otogalerici oldu. Aynı kalemle, Gülsen evlendi ve boşandı. Çocuğu ona bir türlü anne demedi. Aldım elime öteki kalemi: Cansu kariyerine odaklandı ve hatıra defterini 20 sene sonra başka bir eve taşınırken buldu. Açtı bu yazdıklarımı okudu. Yeni bir kalem daha: Ben yazar olamadımsa da kalemler almaya devam ettim. Divit, dolma, tükenmez, pilot, silinen tükenmez, kurşun. Kağıtdostu bir de, kapağını da buldum nihayetinde.

, , ,

3 responses to “Kalemler ve Hûlyalar”

  1. Adsız Avatar
    Adsız

    Kendi zamanlarımdaki yapılan çekilişler gözümün önünden geçti yazınızı okurken, illa ki bana sevmediğim biri çıkar ve ben de sevmediğim birine çıkardım. Çekilişleri hala sevmem, ne alacağım derdi her yaşta aynı herhalde 🙂

  2. buster Avatar

    Umarım Cansu değilsinizdir =P

  3. Adsız Avatar
    Adsız

    Yok hayır Cansu değilim neyse ki 😀

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »