Ama…

Birinin bu öyküyü uydurmuş ya da bulmuş olma ihtimali var. Ama… buna rağmen gerçektir.

Olmalı mı, Olmamalı mı?

Roman konusunda Borges’le aynı fikirdeyim, kısa hikâyede de elbette. (Gerçi hikâye değil, öyküyü tercih ediyor kendisi.) Borges de roman okuyamayanlardan. Bunu dert etmiyor çünkü öyküler çok daha zor, yalınyoğun ve okunması daha zevkli, üstelik ayrıcalıklı metinler. Daha başka insanların okuyacağı anlatılar.

Bütün bir yılı okumak zorunda hissettiğim türlü türlü öykü kitaplarıyla geçirdim. Hemen her türünü okudum. Hemen her yazardan bir şeyler okumaya çalıştım. Kendimi ancak böyle geliştirebilirdim çünkü. “Hepsinden bir şeyler öğrenebilirim, o halde neden hepsinden okumayayım,” diyerek. Belki yaptığım iğneyle kuyu kazmaktı, bilemiyorum. (Seneye daha derin kazmayı yeniden deneyeceğimi biliyorum.) Onlardan ayrı düşünemiyorum artık kendimi.

Hepsiyle geçirdiğim vakitten elbette mutlu olmadım. Çoğu kişinin çok sevdiği öykücüleri hiç sevmedim, bazılarını hiç anlamadım. Isınamadım, alışamadım. Anlamadan okumak diye bir şey var. Çevirmene suç atmak diye de bir şey var. Ne diyorsun Allahın Belası demek de var. Ama zamanla tüm bunları aştım. Çünkü güzel şeyler esasında. İçinde bulunduğun anı fark etmek var ya, hah işte o. Sana nereden gelip, nereye gidebileceğini gösteren küçük ipuçları. Öykü, ilginç bir olayı balkonundan izlemek esasında.

Bu girizgahtan sonra, yazıda aslında neleri sevmediğimden, nelerin olması gerektiğinden konuşmak istiyorum daha çok.

*Öncelikle tonlarca sayfa bir laf etmeyen birkaç insan grubu beni sinir ediyor. Bu bağlamda öyküde kesinlikle diyalog olmalı. Diyalog olmayan bir öykü bana ve gözlerime zulüm gibi geliyor. Yavan geliyor. Konuşturun şu insanları. İç konuşmalarından daha çok olursa susmalarından anlarız zaten öbürküleri. Yeter ki kelam etsinler iki.

*Yer ve mekan tasviri çok da önemli değil insan durumlarından.

*Öykü bittiğinde, çok sevdiğimiz bir abla yazarın dediği gibi, açıklanamaz bir gizem ortaya çıkmalı. Hikâye bazı şeyleri açıklamalı ama her şeyi değil.

*Anlatılmayan, bilinmeyen, arta kalan şeyler çok önemli. Bu bağlamda tanrısal anlatıcıdan kaçınılmalı.

*Öykü ağızda buruk bir tat bırakmalı. Ekşi şeyleri seven insanlar öykü okumalı yahut.

*Öyküde artık lütfen ama lütfen şu yazarlar geçmesin:  Kafka, Beckett, Freud, Nietzsche, yer yer Shakespeare ve ek olarak da Van Gogh. Bu insanları kullanarak öykü anlatmayı ilk kim akıl etmiş bilmiyorum ama bana göre çok ama çok yavan bir anlatım metodu. Yani bunalımlı bir adamdan bahsederken Kafka’dan da söz etmek, görülen rüya için yapılan çağrışımlarda Fred’u büyük harflerle anmak, saçma, gereksiz, özensiz bir anlatım. Kolaya kaçma. Unutulan şey şu ki, işin zor kısmı zaten öyküyü yazmak. Kurmacaysa üstelik. Kısa zaman var, kısa alan var, ve bu alanda hem öyle şeylerden bahsedeceksin hem de öyle şeylerden bahsetmeyerek öyle bir yoğunluk yaratacaksın ki ne Kafka ne Beckett demene gerek kalacak. Anlıyor musun? (Bu hatalara zamanında ben de çok düşüyordum. Kafka’yı mı öğrendim ya da seviyorum, çat, allı-pullu yazının yanında Kafka filan de, bir şey sansınlar yazını. Gibi.)

*Şiirsel ağdalı yazma, ya da yazıyorsan uzun cümlelerle bundan bahsetme. Kısa bir cümledeki şiirsellik hiçbir şeyde yoktur, inan bana.

*Çok fazla virgül kullanacağına arada bir nokta kullan.

*Satırbaşı ürkünç bir şey değil, kullanıver.

*Etnik şeyler, hem tüm insanlığı ve onların durumlarını ilgilendiren şeyler değil, hem de anlaşılacak bir şey değil. Bu belirtilmezse okuyan ama o etnikten olmayan anlamaz, açıklarsan da öykünün anlamı kalmaz. Köşe yazısı olur. Bunlardan kaçınmak gerek.

Yukarıdakiler elbette benim maddelerim. Emin olun çok az öykücü bunlara uyuyor. Bunlara uymayan kötü öykücü, kötü öykü diye bir şey de yok. (Bana göre öyle ama, genel kanıya göre olmayabilir.) Bilakis çok sevilen öykücüler -yukarıda da dediğim gibi- bu metodları uygulamıyor. Bunlar benim bir sene içinde çıkardığım, biraz da kendime dair şeyler. Belki de ileride düşüncelerim değişir ama şimdilik böyle. Her şeye rağmen bir senem şöyle bir kenarda dursun.

Değil mi ama?

Fotoğraf:

-Kısa Hikâye-

-Benim öyküleri yayımlayacak mısınız?
-Hayır.

Son.-

, , ,

4 responses to “Olmalı mı, Olmamalı mı?”

  1. N.Narda Avatar

    öykü yazmak kesinlikle daha zor.
    sevdiğin ve kendine yakın hissettiğin yazarlar üzerinde daha çok durmalı belki de.

  2. buster Avatar

    Kesinlikle öyle.

  3. alkım doğan Avatar

    Yaşasın bir öyküsever! 🙂
    Öykü yazmak da okumak da daha zor bence. Roman hata kaldırıyor ama öykü kaldırmıyor.

    Ben de bir süredir yeni yerli öykü yazarlarını okuyorum. Şu sıralar okuduğum Pelin Buzluk'um öykülerini çok sevdim. Onu da söylemiş olayım bu öykü yazısının altında.
    Sevgiler.

  4. buster Avatar

    Özellikle bu öykü işinde tutunacak kadın yazarlara ihtiyaç olduğu söylenirdi eskiden. Şimdilerde ise kadın yazarlarımız çoğaldı. Roman, öykü ve şiirde inanılmaz işler yapıyorlar. Tebrik ediyorum hepsini.

    Not: Darısı başıma =(

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Translate »